Bu Blogda Ara

9 Ocak 2018 Salı

SEVGİ YAŞAMIN LEZZETİ


İnsanların büyük bir bölümü acı ve yalnızlık içinde yaşıyorlar. Günleri kavga, stres, çekişme ve gerginlik içinde geçiyor. Küçücük maddi şeyler uğruna yaşamlarının en güzel günlerini heba ediyorlar. Hırslar, koşuşturmacalar, yargılar, peşin hükümler gözlerini kapatıyor. Gerçeklerden, hayatın ve dünyanın güzelliklerinden uzak yaşıyorlar. Güzelliklerden uzaklaştıkça hayat daha zorlaşır. Olumsuz duygu ve düşünceler yaşamımıza egemen olmaya başlarlar. ‘Dertler yalnız gelmez, birbirini izler’ diye bir deyim vardır. Olumsuzluklar da birbirini izler, insanın yaşama zevkini ve sevincini elinden alırlar.    

Toplumdaki olumsuzlukların nedeni sevgi eksikliğidir. İnsanlar birbirlerini sevmeyince birbirlerini ne denli zorluklara, ne denli kötü durumlara düşürebileceklerini hiç düşünemiyorlar. Oysaki birbirini seven iki insan diğerine zarar verecek bir iş yapar mı? Diğerinin aleyhine konuşur mu, diğerini kıskanır mı, diğerine karşı kin ve nefret duyar mı? Evrende sınırsız sayıda güzellik ve güzel şeyler varken insanların en çok ilgilendikleri ve izledikleri şey, televizyon. Dolayısıyla televizyon insanlar üzerinde çok etkili. Her evde, her köyde, kahvehanede, ofiste, taşıtlarda, otellerde, hatta hastanelerde televizyon var. Toplumdan bu denli büyük ilgi görmesine karşın televizyon kanalları adeta birer uyuşturucu, zaman eritme ve stres yaratma makineleri gibi... Topluma sevgi yayacak birçok olanak ellerinde varken üzülerek söylemek gerekir ki bunu halkımızdan esirgiyorlar.   

TV kanallarında kültüre, sanata, hayra, hizmete, kişisel gelişime yararlı olacak programlar yok denecek kadar az. Haberler, haber vermekten çok duygu sömürüsüne dayalı, stres ve gerginlik yaratacak şekilde sunuluyor. Tartışma programları hakka, hukuka saygı göstermeden sürdürülen, bilgiden çok ego çekişmesine dayanan, kavga programları gibi... Diziler, tam bir sevgisizlik örneği... Tarihsellik iddiasında bulunanlar, tarihimizi, kültürümüzü, örf, adet ve geleneklerimizi insafsızca yerle bir ediyorlar. Zannedersiniz ki çağ açıp çağ kapatan, Akdeniz’i Türk gölü haline getiren Osmanlı İmparatorluğu, kadın entrikaları, ego oyunları, hırslar, kinler ve basit kurnazlıklarla yönetilmiş. Üç beş kuruş veya reyting uğruna bir millete tarihi çarpıtılarak anlatılıyor. İş yaşamı ile ilgili diziler tehdit, rüşvet, hile hikâyeleri, silah, gasp, kavga gösterileri ile dolu. Aile öyküleri anlatan diziler ise dedikodu, güvensizlik, inançsızlık, ihanet gibi normal bir aileyi çok rahatsız edecek örneklerle ilgi çekmeye çalışıyor; birbirine pusu kuranlar, aile içi yaşanan ahlaksızlıklar, kinler, kıskançlıklar... Hele evlilik programları, kadını da, erkeği de ancak bu denli aşağı bir düzeye indirebilir. Ruh ve gönül birliği içinde kurulup yürümesi gereken evlilik yaşamı, normal bir insana yakışmayacak maddi nedenlere; bir ev, emekli aylığı gibi sevgiden uzak şeylere indirgeniyor. İnsanların yalnızlıkları, çaresizlikleri reyting uğruna kullanılıyor. 


Hayatı güzelleştirecek, anlam ve sevinç katacak tek şey sevgidir. Seven insan sevdiği şeylerin üzerine titrer, sevdiği insanların her saniyesine değer verir. Yanıltmak istemez; her şeyin doğrusunu söyler. Sevgi, güven, inanç ve bağlılık içinde yaşar. Sevgi hayata olumlu enerji katar. Kavgaları, çekişmeleri, haksızlıkları bitirir, barış ve huzur getirir, gözleri açar, gönülleri aydınlatır.
Sevginin yarattığı huzur ve aydınlık içinde evrenin zenginliklerini ve hayatın güzelliklerini fark eden kimse korkusuz, cesur, cömert ve zengin bir hayat yaşar. Korkunun tek nedeni sevgisiz süren hayatlardır. Korku insanı sevgiden her gün biraz daha çok uzaklaştırır, cesaretini kırar, yolunu keser, girişimlerini engeller. Korku insanı dünya varlıklarına bağımlı, açgözlü, hasis ve pinti yapar; iyi insan niteliklerini zayıflatır. Oysaki cömertlik, insan olmanın özünde vardır. Maddi, manevi tüm zenginlikleri başka insanlarla paylaşan gerçek bir insan olmak için içten gelen cömertlik gereklidir. Cömertlik vermekten, paylaşmaktan öte bir şeydir. Kendine sevgi dolu, mütevazı bir hayat kuran emekli arkadaşım, “Beni mutlu eden tek şey vermek ve sevmektir” der. Her gittiği yere olumlu enerji götürür, insanları takdir eder, okşar, hatır sorar, yüzü hep güler. Evinde üçü engelli olmak üzere dört köpeği vardır. Bir ay kadar önce, otomobil çarpan bir annenin sahipsiz kalan üç yavrusunu da eve almış. ”Varlığım arttı, hayatım zenginleşti, evim neşelendi” diye seviniyordu. Bir arkadaşımıza, “Yavru köpekler gelmeden, kısmetleri geldi, artan emekli aylığımı onlara harcıyorum” demiş.

Sevgi, cömertlik, esirgemezlik, insanı şefkat ve merhametle buluşturur. Bunlar olmadan güzel yaşanan bir hayata ulaşmak olası değildir. Eğer içte sınır tanımayan bir sevgi olmazsa yalnızca emekli aylığı ile yaşayan bir insan evdeki dört köpeğe üç tane daha ekleyebilir mi? “Artan emekli aylığımı onlara harcayacağım” diye sevinebilir mi?  Hem de sevgisiz insanların köpekleri tekmelediği, insanların birbirini acımasızca öldürdüğü günlerde...    
Toplumda herkes alma telaşı içinde; siz güzel yaşamak istiyorsanız veren olmaya çalışınız. Sevmezseniz evrenin zenginliğini, nimetlerin bolluğunu hissedemezsiniz; şükürden, rahmetten, bereketten uzak kalırsınız. Ayırımsız tüm insanları seviniz. Sevmeye en yakınlarınızdan başlayınız. Hatırlarını sorunuz, selam veriniz, okşayınız, takdir ediniz, teşekkürü hiç ihmal etmeyiniz, kusurunuz olursa özür dileyiniz. Seven insanların tümü olumlu düşünürler, geleceğe umutla bakarlar. İnsanın hayatını karartan sevgisizliktir. Sevgi içinde yaşayan insanlar sevgilerini sık sık, cesaretle ifade ederler. Eğlenmeyi, şarkı söylemeyi, dans etmeyi bilirler. Neşeleri, sevinçleri, coşkuları boldur. Ve sevgi içinde yaşayan insanların hepsi çok güzeldir. Yaşlılıkları gençliklerinden daha güzel olur. Çünkü sevgi, yalnızca yaşamı güzelleştirmekle kalmaz, insanın içini, dışını, yüzünü, gözünü, kalbini, her yerini güzelleştirir.