Bu Blogda Ara

26 Eylül 2011 Pazartesi

KARAR VER VE UYGULA


YÖNETİCİNİZ KARAR MI ALIYOR? NİYET Mİ EDİYOR ?

Bir yöneticinin iş yerinde aldığı kararlar onun özel hayatında aldığı kararlara benzemez. İş yerinde alınan kararlarla özel hayatta alınan kararlar arasında iki temel fark vardır:

• Kişisel kararlarımız bizi - bazı durumlarda yakın çevremizi - bağlar. İş yerinde üst düzey yöneticinin aldığı kararlar ise bütün çalışanları bağlar.

• Kişisel kararlarımızın doğrultusunda yapılması gerekeni kendimiz yaparız oysa şirkette kararı veren neredeyse hiçbir zaman uygulamayı üstlenmez. Kararı başkaları uygular.

İş yerinde karar ve uygulama arasındaki uçurumun temel nedeni yani kararların etkili olmaması, yöneticinin karar alırken gerekli koşulları yerine getirmemesinden kaynaklanır.

Özel hayatımızın aksine iş yerinde alınan kararların mutlaka belirli şartları taşıması gerekir.

Peki bir kurumda üst düzey yöneticinin alacağı kararın esasları nelerdir? Karar alırken olmazsa olmaz özellikler nelerdir?

1. Yöneticinin öncelikle karar alınacak konunun, bir istisna mı olduğu yoksa kendini tekrar eden jenerik bir sorun mu olduğunu anlaması gerekir.

Bir sorun ortaya çıktığı zaman, hemen her şirkette, sanki o sorun daha önce kimsenin karşılaşmadığı bir sorunmuş gibi algılanır oysa karar alınması gereken konuların neredeyse tamamı jenerik (herkesin başına gelen) sorunlardır.

Bir şirketin içinde bulunduğu nakit sıkıntısı nadiren söz konusu döneme ait -istisnai- bir durumdur. Genellikle bu durumdaki şirketler, işletme sermayesi eksikliği içindedir ve sorun geçici olmaktan çok yapısaldır. Üst düzey yöneticinin bu durumu özel (istisnai) bir durum olarak görmesi alınacak kararın etkisini belirleyecek en önemli unsurdur. Eğer süregelen yapısal bir sorun, işletmenin ilk kez karşılaştığı- bir daha karşılaşmayacağı-bir sorun gibi algılanır ve bu soruna geçici çözümler üretilirse sorunun çözülmesi hiç mümkün olmaz.

Benzer şekilde bir şirketin pazarlama departmanında çalışanların işten ayrılmalarının sıklaşması, pazarlamacıların kaprisli, tatmin edilmesi zor insanlar olmalarına bağlanması - bunun özel bir durum olarak görülmesi- sorunun çözülmesini mümkün kılmaz. Oysa durum muhtemelen pek çok şirkette olduğu gibi yapısal bir sorundur. Yani jenerik bir sorundur ve şirketin iş yapma biçiminden, süreçlerinden kaynaklanıyordur. Dolayısıyla böyle bir durumda sorunun nedeni yönetici veya çalışanlar değildir. Ne kadar insan değiştirilirse değiştirilsin sorun çözülmez. Yöneticinin görevi sorunu doğru tanımlayıp çözüm üretecek etkili bir karar almaktır.

2. Hangi sonuçlara ulaşmak hedefleniyor? Karar almadan önce yöneticinin neyi hedeflediğini, şirketi bu hedefe ulaştıracak seçeneklerin neler olduğunu, alınacak kararın hangi riskleri içerdiğini belirlemesi ve karar alırken hem mantığından hem sezgilerinden nasıl yararlanması gerektiğini bilmesi gerekir. (Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için "Siz Kararlarınızı Nasıl Alıyorsunuz?" yazımı inceleyebilirsiniz.)

3. Doğru karar - Kabul edilebilir karar

Genellikle yöneticiler bir karar alırken, pragmatik düşünerek, "uygulanabilir karar" alma eğilimi gösterirler. Şirketin içindeki şartları, kilit görevlerdeki yöneticilerin muhtemel tepkilerini, şirketin finansal durumu gibi değişkenleri dikkate alarak karar alırlar.

Bu pragmatik yaklaşım bir şirketin doğru karara varmasını engelleyen bir yaklaşımdır. Sürekli pragmatik davranmak, şartlara ve kişilere uygun kararlar almak şirketi rotasından, hedefinden saptırır. Daha da ötesi şirket, anlık sorunların giderilmesiyle uğraşmaktan yani "yangın söndürmekten" öteye geçemez.

Oysa "doğru kararı" almakla "kararı uygularken taviz vermek" arasında fark vardır. Daha karar alırken taviz vermek, doğru kararın alınmasını engelleyen en önemli etkendir. (Deneyimli yöneticiler, her kararın uygulama sırasında taviz verilerek uygulandığını çok iyi bilirler.)

4. Kararı uygulamak

Alınan kararı uygulama görevinin ve sorumluluğunun kime ait olduğunu mutlaka açıkça belirlemek gerekir. Eğer kararı alıp sorumluluk ve yetkiyi saptamazsak sadece bir niyet beyan etmiş oluruz. Karar almış olmayız. (Drucker)

Çoğu yönetici karar almak yerine niyet belirtiyor ama karar aldığını zannediyor. Üstelik bu niyeti yüksek sesle ifade etmiş olduğu için kendisine bağlı olanların bu niyeti gerçekleştirmelerini umut ediyor. Umut ettiği gerçekleşmeyince de kendisine haksızlık yapıldığını, etrafındakilerin duyarsız olduğunu düşünmeye başlayarak giderek asabi davranışlar sergiliyor.

Oysa yöneticinin sadece karar alması yetmez. Bu karara bağlı olarak yapılması gerekenler vardır:

• Bu karardan kimler bilgi sahibi olmalı? Son derece basit gibi görünen bu kural, şirketlerde en sık rastlanan hatalardan biridir. Bu hatayı yapmamış şirket yok denecek kadar azdır. Yönetici karar alır ama ilgili kişiler veya bölümler bu karardan habersizdir.

• Yapılması istenen eylem nedir? Karar tam olarak hangi işin, nasıl yapılmasını gerektirmektedir. Bu iş anlaşılır biçimde tanımlanmış mıdır? Karar, uygulayıcılara gerçekten çok iyi anlatılmış mıdır? Şirketlerde çoğu kez kararı alanla, kararı uygulayan yapılması istenen işi farklı yorumlar. Kararı alanın beklentisi başka olur, kararı uygulayanın kendine görev edindiği şey başka. Sonuçta hepimizin bildiği huzursuzluklar yaşanır. Dolayısıyla her iki tarafın alınacak sonuçlar üzerine mutabık olması gerekir. Bu mutabakatın işin başında yapılması gerekir.

• Alınan kararı kimler uygulayacak? Bunlar doğru insanlar mı?

Bir çalışana yapamayacağı, yetkinliğine uymayan bir görev verip ondan sonuç beklemek ve bu sonuç alınmadığı zaman da "beni kimse anlamıyor." diye yakınmak bir yönetici için küçük düşürücü bir durumdur.

Uygulamanın başarısı için hangi kaynaklara (zaman, insan, bütçe, bilgi, ilişki...) ihtiyaç duyulacaksa, yöneticinin bu kaynakları çalışanlara tahsis etmesi gerekir. Vermeden almak mümkün değildir.

5. Geri bildirim. Takip.

Kararı uygulayan insanlar hata yapabilirler. Kararın izlenmesi, uygulandığının raporlanması gerekir. Ama sadece raporlanması yetmez, karar alanın uygulamayı bizzat kendisinin görmesi ve varsa eksiklerini düzeltmesi gerekir.

Kararın nasıl uygulandığını görmek, kararın alındığı zamandaki koşulların ve varsayımların hala geçerli olup olmadığını ve kararın değiştirilmesi gerekip gerekmediğini anlamak için şarttır.

Elbette, her önemli kararın uygulamayla ilgili raporlara ihtiyacı vardır ama hiçbir rapor yöneticinin çıplak gözle yapacağı gözlemin yerini tutmaz.

Karar almak niyet etmek değildir:

Yöneticinin karar alması, yukarıdaki beş şartın hepsini birden yerine getirmesini gerektirir. Bunlardan biri eksik olursa alınan karar, karar olmaz. Olsa olsa yüksek sesle beyan edilmiş bir niyet olur.

Biraz abartarak ifade edecek olursam, karar bir su molekülü gibidir. Nasıl bir su molekülü iki hidrojen ve bir oksijen atomundan (H2O) oluşuyorsa karar da yukarıdaki beş maddeden oluşur. Bunlardan biri bile gerçekleşmediği zaman karar almanın yeterli şartları oluşmaz. Karar değil başka bir olgu meydana gelir:

Bu olgu bir niyet olabilir, beklenti olabilir, umut olabilir ama karar olamaz.

FİKİRLER, YARGILAR VE KARAR ALMAK

Geçen yazımda da belirttiğim gibi karar almak, yanlışla doğru arasından seçim yapmak değil birçok doğru seçenek arasından bir yol bulmaktır. Hayatta karşılaştığımız sorunların birden fazla doğru ve birden fazla yanlış cevabı olduğuna göre karar, en doğruyu seçmektir.

Bu açıdan bakınca karar, aslında bir yargıdan ibarettir.

Hepimiz, her konuya önce sahip olduğumuz yargılarımızla yaklaşırız. Bu yargılar, karar almadan önceki varsayımlarımızdan, değerlerimizden kaynaklanır.

Hiçbir karar, sanıldığı gibi sadece verilerin analiz edilmesiyle alınmaz. Karar alınmadan önce tarafsız, yansız bir tutum takınmak gibi durum söz konusu değildir. Hepimizin her konuda fikri vardır. Deneyimli yöneticilerin ise ilgi alanlarında elbette çok değerli fikirleri vardır, bu yöneticilerin bir konu tartışılmadan önce yansız, tarafsız olmaları nasıl beklenebilir ki?

Hangi bilgiyi toplayacağımız bile, konuyla ilgili daha önceden oluşmuş inançlarımız, varsayımlarımız, tercihlerimiz tarafından belirleneceğine göre, mutlak yansızlık, tarafsızlık mümkün değildir. Bir yöneticiden beklenen tarafsız olması değil sahip olduğu görüşü değiştirebilmeye açık bir tutum içinde olmasıdır.

Yöneticinin hem konuyla ilgili bir fikri olması hem de kendi fikrini değiştirmeye yani etkilenmeye açık olması gerekir. Bir tartışmada değerli bir fikrin uygulama şansı bulması ancak bu tutumla mümkün olur. (Maalesef "etkilenmek" kavramı bizim kültürümüzde "kişiliksizlik" gibi algılanıyor. Ne yazık! Oysa hayatın tamamı etkilemek ve etkilenmek üzerine kurulu değil midir?)

Bir karar alınmadan önce ne kadar çok fikir üzerinde tartışılırsa o kadar iyi olur.

Büyük iş adamları ve büyük politikacıların önemli bir karardan önce farklı fikirlerin ifade edilmesini ve tartışılmasını sağlamak için kendilerine özgü yöntemleri vardır: Kimilerinin yanında "şeytanın avukatlığını" yapan danışmanlar vardır. Kimileri kendilerine sunulan fikri önce reddeder ve fikri sunanın önerisine ne kadar inandığını test etmek isterler. Kimileri ise başka yöntemler kullanırlar. Hepsinin amacı mümkün olduğunca çok fikir duymak, bunları tartışmak-tartmak ve bu sürecin sonunda karar almaktır. Mesela ben Vehbi Koç'un karar alırken, yöneticileri nasıl zorladığını, doğruyu bulmak için ne kadar çok çaba harcadığını anlatan onlarca öyküsünü biliyorum. Bütün büyük iş adamlarının buna benzer öyküleri vardır.

Ortak Akıl- Ortalama Akıl

Kararları "fikir birliği" içinde almak gibi bir romantizm (platoniklik) içinde olmamız hiç de gerekli değildir. Önemli olan doğru kararın hangisi olduğunu bulmaktır.

Son yıllarda sıkça kullanılan "ortak akıl" kavramının da "fikir birliği" içinde olmak anlamına gelmediğini düşünüyorum. Ortak akıl, güçlü bir fikri bulup bunu karara dönüştürmek demektir. Liderin kendi fikri olmasa bile dinleyip anladığı, ikna olduğu, üstün bir fikri uygulama kararı alabildiği anlamını taşır.

Ortak Akıl demek bir gurup içinde oylama yaparak karar almak değildir. Doğru kararın herkesi memnun etmesi de gerekmez.

Herkesi memnun edecek kararlar "Ortalama Kararlardır". Bu kararlar daha işin başında taviz verilerek alınmış kararlardır.

Oysa şirketler ortalama kararlarla değil cesur kararlarla yol kat ediyor.

Ortalama kararlar- adı üzerinde- vasat kararlardır. Vasatlık şirketleri yerinde saydırır.

Not:Bu yazıdaki fikirler Peter Drucker'ın "Effective executive" ve "Effective decision" makalelerine dayanıyor. Daha önce de söylediğim gibi yönetim konularında yazı yazan herkes şu ya da bu şekilde Drucker'ın fikirlerini tekrar etmek gibi bir durumla karşılaşıyor.

Drucker bu konuları o kadar iyi ifade etmiş bir yazar ki en meşhur yazarlar bile yazdıkları kitaplarda Drucker'dan etkilenmeden yazamıyorlar.

Çok yaratıcı ve yenilikçi diye bildiğimiz yönetim guruları da dâhil.

ÖZGÜVEN MÜKEMMEL OLMAMAYI KABUL EDEBİLMEKTİR


Kişisel ataleti yenip başarı yolunda adım atmanın olmazsa olmazlarından biri özgüven. Ancak özgüvenin azı gibi fazlası da zarar. İşte size özgüven duygunuzu korumanızı sağlayacak 3 temel taktik...

Bir rivayete göre Y jenerasyonu aşırı bir özgüvene sahip.

Yani, yeterli bilgi ve becerisi olmadığı halde yapabileceğine inanıyor ve konuları diğerlerinden daha iyi bildiğini düşünüyor.

Psikolojik açıdan bakarsanız, bu tanım aslında epey sağlıklı.

Bilmediği halde yeteneğine ve yapabileceğine inanmak "öz-etkinliğin" yüksek olduğunu gösterir. Bu da iyidir.

Neyi bilmediğini bilmemek ve kendini diğerlerinden daha bilgili gibi görmekse, öz-bilgi eksikliğidir.

Özgüven, hem öz etkinlik hem de öz bilgiyi gerektirir. Ama öz etkinliğin biraz daha baskın olması, pek de tahmin edildiği gibi fena bir durum değildir.

Siz hiç özgüven sorunu yaşayan bir CEO, CFO ya da CSO gördünüz mü?

C-seviyesinde bir yönetici olmak demek güçlü bir özgüvene sahip olmayı gerektirir. Bu seviyede özgüven eksikliği yaşanmaz. Bu kişiler kariyerlerinin başlarında, ortalarında ya da bir dönemlerinde mutlaka özgüven eksikliği duymuş olabilirler elbette. Ancak bulundukları pozisyonu doldurmak yüksek özgüven gerektirir.

Peki, siz özgüveninizi artırmak istiyorsanız ne yapabilirsiniz?

Size 3 ipucu:

Mükemmelliyeti aramaktan vazgeçmeyi denemek:

Insan kaynakları yöneticileri her ne kadar işe alımlarda mükemmelliyetçi kişileri tercih etmeme eğiliminde olsalarda, C seviyesinde bir çok yöneticinin bu kategoriye girdiğini biliyoruz. Bu özellik hem kişiyi hem de birarada çalıştıkları kişileri oldukça zorlayan bir durum.

Mükemmelliyetçi tutum detayların çok arkasından gitmek, önceliği olmayan konularda dahi en ince noktaların düşünülmüş ve tamamlanmış olmasını beklemek ve hafif obsesyon halinde konuları düşünmek olarak ifade edilebilir. Kendinizi böyle bir döngü içinde bulduğunuzda, bir kaç dakikalık sakinleme molası almayı denerseniz, pişman olmazsınız.

Hata yapmak insanlık halidir. Hata yapmaktan korkmak, başarıya giden yola engel koymak gibidir. Hata yapmamak için değil yaptığınız işi en iyi şekilde yapabilmek için uğraşmayı tercih edin.

Cesur gözükmek de bir meziyettir.

Bazen hepimizin cesaretinin kırıldığı zamanlar olur. Bu zamanlarda dahi cesur gözükebilmek gücünüzü toplamanıza ve etrafın size olan güvenini sağlam tutmanıza fayda sağlar.

Biliyorum, içeride cesur hissetmemek, dışarıya nasıl yansır ki? Aslında rol yapıyor olacaksınız ama hayatta bazen rol yapmak fena değildir. Özellikle bu gibi durumlarda. Kendinizi bu şekilde cesur davranmaya ikna ederseniz, bir zaman sonra içiniz ve dışınız daha dengede olur.

Size anlam veren işleri tercih edin.

Eskiden kısa saatler çalışılıyormuş. Yaptığın işi sevmesen de belki çekilir bir durum olabilir. (sanmıyorum ama öyle varsayalım). Artık neredeyse 24 saat çalışıyoruz. Sevmediğimiz işleri yapmak gibi bir lüksümüz var mı? Hayatın tadı olması için sevdiğin işlerle uğraşmak durumundasın, yoksa hayatını harcar durursun.

23 Eylül 2011 Cuma

SADECE BAKMAYIN , GÖRMEYİ DENEYİN


Hayatın içinde çok şeyi es geçiyoruz. Aslında bizi mutlu edecek o kadar şey var ki, kalabalıkların arasında bunu ne farkedebiliyor ne de önemsiyoruz? Eğer bu yazıyı okumaya karar verdiyseniz, siz de bugünlerden birini yaşıyor olmalısınız.

O halde bizler bu yazı ile, “mutlaka ama mutlaka!” gerçek olan ama farketmediğiniz birçok şeyi gözlerinizin önüne sereceğiz. Yazıyı okuduktan sonra şöyle bir düşünün. Aslında bu ve bunun gibi birçok şeye daha sahipsiniz.
Sadece BAKMAYIN ; GÖRMEYİ deneyin.


1. Dünyada en az 2 kişi sizi uğrunuzda ölecek kadar seviyordur…

2. Dünyada en az 15 kişi uğrunuzda ölmese de sizi seviyordur…

3. Biri sizin gibi olamadığı için size çok imreniyordur…

4. Sizin bir gülümsemeniz, size bakan birçok yüzü aydınlatıyor…

5. Her gece birisi mutlaka uykuya dalmadan önce aklından sizi geçiriyordur…

6. Birisi için dünyalara bedelsinizdir…

7. Siz olmadan yaşayamayan en az 1 kişi var…

8. Siz sahip olduğunuz bütün özelliklerinizle kendinize özel ve eşsizsiniz…

9. Varlığından haberiniz bile olmayan biri, sizi seviyordur…

10. Dünyanin en büyük hatasını bile yapsanız, mutlaka bundan size yarayacak birşey çıkar.

11. Bütün dünyanın size sırtını döndüğünü düşündüğünüzde, etrafinıza bir bakın… Belki de sırtını dönen sizsiniz?

12. Birşeyi elde edemiyeceğinizi düşünürseniz ona asla sahip olamazsınız. Ama kendinize inanırsanız er ya da geç istediğinizi elde edersiniz.

13. İnsanların sadece iltifatlarını aklınızda tutun, kabalıklarını unutun.

14. Her zaman insanlara onlarla ilgili ne hissettiğinizi söyleyin. Bilmelerini sağladığınızda kendinizi çok daha iyi hissediceksiniz.

15. Gerçekten eşsiz bir arkadaşa sahip olduğunuza inanıyorsanız, bunu hemen şimdi ona söyleyin.

MEZUNİYET HEDİYESİ 1.8 MİLYON DOLAR

Başvurduğu 13 Amerikan üniversitesinden dokuzuna kabul edilen Robert Lisesi öğrencisi Ege Ayşe Yalçınbaş’a bu okullardan toplam 1.8 milyon dolarlık burs teklif edildi


EGE AYŞE YALÇINBAŞ BAŞVURDUĞU 13 AMERİKAN ÜNİVERSİTESİNİN DOKUZUNA KABUL EDİLDİ VE BURS KAZANDI

Amerikan Robert Lisesi’ni birincilikle bitiren Ege Ayşe Yalçınbaş, dünyanın en iyi üniversitelerini peşinden koşturuyor. ‘Robert’in küçük profesörü’ olarak tanınan Ege Ayşe, bu yıl başvurduğu dünyanın en iyi 13 üniversitesinin 9’undan kabul aldı.

Ege; Harvard, Princeton, Duke ve Columbia gibi en iyi üniversitelere kabul edilmekle kalmadı, yüzde 100’lere varan burslar da teklif

edildi. Üstelik bu üniversitelerin çoğu sadece öğrenim ücretini değil, yeme-içme ve yurt ücretlerini de almama sözü vererek, onu ‘özel öğrenci statüsü’yle kabul ediyor. Böylece Ege, dokuz üniversiteden ortalama toplam 1.8 milyon dolarlık burs kazanmış oldu.

Ege’nin tercihiyse beynin gizemini araştıracağı Duke Üniversitesi oldu. Başvuran 29 bini aşkın öğrenci arasından kabul edilen yüzde

0.15 arasına giren Ege’ye üniversite eğitim ücretinin tamamı, yatakhane ve yemekhane masrafları, 4 yıl için 200 bin dolar (350 milyar lira), Oxford Üniversitesi’nde yaz eğitim kampı, 5 bin dolarlık araştırma fonu, özel seminere katılım hakkı ve kişisel akıl hocalığı desteği sunuyor.

Başarısının sırrının dersi derste dinlemek olduğunu söyleyen Ege’yi öğretmenleri ‘profesör’ olarak anımlıyor, arkadaşları da “Ne yaparsa hak ederek yapar” diyerek hayranlıklarını dile getiriyor. Programlı bir şekilde çalışmalarını sürdüren Ege, üniversitede müzik ve tiyatrodan kopmayacağını belirtiyor.

Cerrah bir babayla doktor bir annenin kızı olan Ege’nin ağabeyi Fikret Yalçınbaş da, Duke’da biyomedikal alanında eğitim görüyor.

SOSYAL FAALİYETLER ÖNEMLİ

· İlköğrenimine San Francisco Sunset Elementary School’da başladı. Beşinci sınıfta İstanbul Koleji’ne devam etti. Liseyi Amerikan Robert Lisesi’nde bitirdi.

· Özgür Pencere Öykü Yarışması’nda Müzaffer İzgü Özel Ödülü’nü aldı, şiir yarışmasında Beşiktaş ilçe birincisi oldu.

Beşinci seviye müzik teori sınavını üstün başarıyla tamamlayarak uluslararası platformda geçerli ABRSM Distinction sertifikası aldı.

· Okul aktivitelerine katılımı, topluma ve çevreye özverili bir biçimde katkı sağlaması, sosyal sorumluluk duygusuna sahip olduğu için okulda iki yıl önce Feyyaz Berker Ödülü’nü kazandı.

· Yine okulda düzenlenen Jane Page Edebiyat Yarışması’nda birinci olup, İngilizce hikayesiyle öykü kategorisinde üstün başarı sertifikası kazandı.

· Robert Kolej’de fen alanında üstün başarı gösteren kız öğrencilere verilen Profesör Seyhan Nurettin Eğe ACG 49 ödülünü kazandı. Her akademik dönemde takdir öğrencisi oldu.

· Okulda yabancı öğretmenlerin velilerle iletişime geçebilmesi için toplantılarda tercümanlık, hazırlık sınıfı öğrencilerine İngilizce için gönüllü eğitmenlik yaptı.

· Robert Kolej Orkestra Başkanlığı’nın yanı sıra, solist ve vokalistliğini de yaptı.

SIRRIM AJANDAYLA DOLAŞMAKTA

Bu başarı benim tek başıma elde ettiğim bir şey değil. Gayretim var ama ailemin ve okulumun rolü büyük. Arkadaşlarıma da çok vakit ayırdım, zevklerimden, hobilerimden de geri kalmadım. Ben programlıyım, ajandayla dolaşırım. Herkesin bir ajandası olmalı. Ajandaya uyan her öğrenci, mutlaka ve mutlaka başarılı olur. Duke Üniversitesi’nde beynin gizemlerini çözen, duygunun ve davranışın kökenini araştıran bir alanda eğitim göreceğim. Ama müzikten ve drama derslerinden kopmayacağım.

KABUL EDİLDİĞİ ÜNİVERSİTELER

Carnegie Mellon Üniversitesi (yüzde 75 burs), Columbia Üniversitesi (yüzde 100 burs), Cornell Üniversitesi (yüzde 75 burs), Harvard Üniversitesi (yüzde 100 burs), Princeton Üniversitesi (yüzde 80 burs), Smith College (yüzde 100 burs), UC Berkeley (Kaliforniya Üniversitesi) ve UCLA – California Üniversitesi Los Angeles Kampusu (yüzde 100’e yakın burs).

Kaynak: Hürriyet

İÇİMİZDE HANGİSİNİ BESLİYORUZ ?

iyilik ile ilgili görsel sonucu

Yaşlı Kızılderili Reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boguşup duran iki köpeği izliyorlardı.Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşindaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı, iki iri köpekti bunlar.

Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli görünürken niye ötekinin de oldugunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz oldugunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşli reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

`Onlar,` dedi, `benim için iki simgedir evlat.`

`Neyin simgesi?` diye sordu çocuk.

`Iyilik ile kötülügün simgesi. Aynen su gördügün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düsünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.`

Çocuk, sözün burasinda, mücadele varsa, kazanani da olmali diye düsündü ve her çocuga has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

`Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?`

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:

Hangisi mi evlat? Tabiki ben hangisini daha iyi beslersem !

İçimizde hem kötülük hem de iyilik yapma istidatı var.
Peki biz hangisini daha çok besliyoruz ?

DİL YALAN SÖYLER AMA VÜCUT ASLA

Ä°lgili resim

Kişi söyleminin özünden farkını beden dili açıklar.

İyi bir gözlemci olmak bu farkı saptamanıza ve gerçeğe hızla yaklaşmanızı sağlar.

El – El’in konumu : Savunma gerektirmeyen, içten ortamlarda eller görünür ve avuç içleri yukarıya doğru döner, açıktır. Gerçek dışı söylemlerde eller saklı veya eylemsiz tutulma “çabasındadır”.

Parmak : El-Bilek açıları kişi davranışlarının belirgin anlatımıdır:

Doğrudan ve hedef gösteren işaretleme, saldırı-tehdidi;

Avuç içlerinin gösteren yaklaşımlar, samimiyet-teslimiyeti;

Kendine dönük yukarı doğru açık parmaklar ile avuçlar yakarmayı-çaresizliği;

Aynı halin tek parmak ve tek el ile yapılanı, masumiyet-ricayı;

Göğüste kavuşturulan kollar, ellerin görünme oranına göre edilgen-etken savunmayı;

Oturulan yerde kaplanan alan gücü; bu bağlamda el, kol, bacak hareket dinginliği veya sıklığı, var olan (konu, kişi-kişiler) ile uyumu dile getirir.

El sıkışırken uzatılan eli kavramamak, verme korkaklığını, gözü gözden kaçırmak ise bu özgüvensizliğin derecesini belirler.

Ağız Göz Uyumu: Tiyatro maskesindeki kurallar aynen geçerlidir.

Sorun yüz kaslarının istemli bir biçimde çarpıtılarak (Üst kasların gerilmesi içi ağlayan bir kişiye bile gülüyor, gülümsüyor izlenimi verebilir. ) Duyguların saptırılmasındadır.

Yolda Yürürken: Birlikte yürürken aynı hizada olmamak konuşulan konudan rahatsız olunduğunun belirtisi olabilir.

Burun Kaşıma: Burun kaşıma beyaz yalanların belirgin işaretidir. Bir şeyleri saklayanlar büyük bir olasılıkla gözlerine, kulaklarına, dudaklarına daha sıkça dokunurlar. Yüzlerini elleriyle örtenler, genelde davranışlarına güvenmeyen ve/ya kendi söylediklerinden emin olmayanlardır.

Yutkunma: Kişinin öncelikle kendi söylediğine inanmaması veya aşırı duygulanması, yutkunma refleksini arttırır. Bu durum ileri seviyelerde konuşmayı dahi zorlaştırır. “Boğazı(m) düğümlendi” “Dili damağı kurudu” anlatımı da bu olgudan gelir. Bu davranışın daha hafif belirtisi ise dudak yalamaktır

Göz ve Hareketleri: Konuşma sırasında göz-temasından kaçınma. Yine ciddi bir özgüven ve/ya kişilik sorununun belirtisidir. Bakışların aşağı doğru kaçırılması ayrıca utanç veya eziklik anlamındadır. Konuşulan kişinin gözlerinden (yüzünden) başlayan ve hep başka bir yön-noktada biten bakışlar, konu ve dikkat saptırma gayretleri olabilir. [Özellikle eğitmen/öğretmenlerin, sunu yapanların bir konu ve/ya görüntüye dikkat çekme gayretli ayrı tutulmalıdır.]

İletişim sırasında açmaz düşenler ve/ya cevap arayanların farklı iki nokta arasında bakışlarını tekrarlamaları da sıkça rastlanan belirsizliklerdir.

Hızlı Konuşma: Hızlı konuşma, söylenenin yeterince anlaşılmasına özen göstermeme, kelime ve son-ekleri yutma, yine kişinin kendi söylediğine kendisinin itibar etmemesi veya en azından olduğundan farklı görünme çabası olarak algılanabilir.

Nefes Alıp Verme: Düşünülenden – olduğundan farklı anlatımlar istemsiz bir davranış olan “periton” karın-zarı hareketlerine dolayısıyla sık ve düzensiz nefes alıp vermeye neden olur. Bu durumla düşünülenin söylem sırasında ani değişiklikleri sırasında da sıkça karşılaşılır. Olduğundan farklı davranış belli ölçüde gerginliğe neden olacağından, bir diğer anlatımla savunma mekanizmasını istemsiz olarak çalıştıracağından, nefes alıp-verme işlemi karında değil üst göğüs hizasında gerçekleşir.

Gülme: Pek çok insan yalan söylediğinde ilk başta rahatlar. bunun etkisi sesine de yansır. Yüksek sesle konuşur ve daha neşeli olur. Ancak sonrası yukarıdaki gibidir. “Gülme” halindeki korkuyu, güvenin geçiciliğini ancak söylenenlerin birlikte değerlendirilmesi, gülme sırası ve sonrasındaki bakışlar ile sınamak mümkündür.

“Psiko-Somati”: Söylenin – yaşananın olumsuz düşündürdükleri (Kişinin o anki “psiko” su) vücutta kanın mide bölgesinde (somat-stomach) toplanmasına neden olur. Yüz beyazlaşır, mide üstünde ciddi bir basınç oluşur, hatta hiç bir fizyolojik neden yokken, kusma’ya kadar varan davranışlar sergilenebilir.

SAĞLIKLI BEYNİN SIRLARI

sağlıklı beyin ile ilgili görsel sonucu

Unutkanlık ve hafıza kaybı yaşam kalitesinin bozulmasına neden oluyor. Uzmanlar hafızanın korunması için sağlıklı bir yaşamın önemine dikkat çekiyor. İşte hafıza zayıflamasından korumanın yolları…

SAĞLIKLI BEYNİN SIRLARI

Beynin yaşlanmasında en önemli faktörün, beynin kan dolaşımı olduğu konusunda fikir birliği var.

Geçen gün 20 yıllık mesai arkadaşım Kardiyolog Dr. Murat Kınıkoğlu’yla sabahın erken saatlerinde İntermed’de benim odamda çay içiyorduk. Dr. Murat’la bunama ve Alzheimer konferansının yankıları hakkında konuşuyorduk. O kadar güzel anlattı ki görüşlerini, sizler için özetlemesini rica ettim. İşte aynen aktarıyorum Dr. Murat Kınıkoğlu’nun Alzheimer ve bunama konusundaki sözlerini:

“Amerikan Sağlık Teşkilatı geçen nisanda ‘Bunama ve Alzheimer hastalığından korunma’ konulu bir konferans düzenledi. Dünya çapındaki uzmanların katıldığı toplantıda ister bitkisel, ister farmakolojik olsun, halen bunamayı engelleyecek ilaç olmadığı konusunda fikir birliğine varıldı. Bu şu anlama geliyor, eğer şu anda hafızanıza iyi geldiği düşüncesiyle herhangi bir ilaç veya vitamin yutuyorsanız, boşuna yutuyorsunuz. (Şahsen bu tip ilaçları hastalarıma yazmıyorum, ancak hasta alıyorsa ve -plasebo etkisiyle- faydalandığını düşünüyorsa kesmesi için ısrar etmiyorum)

Araştırmacıların son yıllarda üzerinde çalıştığı konuların başında ‘beynin yaşlanması’ geliyor. Beyin yaşlanmasında en önemli faktörün, beynin kan dolaşımı olduğu konusunda fikir birliği var. Eğer beyne kan yollayan kalp
(yani pompa) sağlıklı, beyne kan getiren damarlar da açıksa (damar sertliği ve plaklar yoksa) beyin sağlıklı kalıyor.

Hafızayı güçlendiren, bunamayı engelleyen ilaçların olmaması erken bunama için bir şey yapamayacağımız anlamına gelmiyor. Hafıza zayıflamasından korunmak isteyenlerin bazı hususlara dikkat etmesi gerekiyor.

1-Sigara içmeyenlerde bunama daha az görülüyor.
SİGARA KULLANIYORSANIZ BIRAKIN.

2-Tansiyonu kontrol altına alınanlarda bunama daha az görülüyor.
Larson ve arkadaşları tansiyonu kontrol altına almanın gelecekteki bunama riskini azalttığını gösterdiler. Tansiyonu düşürmeye ne kadar erken yaşta başlarsanız o kadar iyi. 85 yaşın üzerindeki hastalarda tansiyonu düşürmenin bunamaya bir faydası olmuyor. (Bu bilgi, 85 yaşından sonra tansiyonun tedavi edilmesinin bir yararı olmadığı anlamına gelmez. Yaşlılarda tansiyonun kontrol altında tutulması kalp ve böbrek yetmezliğini azaltır)

TANSİYONUNUZU MÜMKÜN OLDUĞU KADAR DÜŞÜK TUTMAYA ÇALIŞIN.

3-Düzenli spor yapanlarda hafıza daha geç bozuluyor.
Sporun beyne iyi geldiğini gösteren çalışmalardan biri Avustralya’da yapıldı. 6 ay süreyle ekstra 20 dakikalık bir egzersiz programına alınan 170 kişinin zihinsel fonksiyonlarında belirgin düzelme tespit edildi. İşin enteresan tarafı, spor yapmak, Alzheimer tedavisinde kullanılan donezepil isimli ilaçtan bile etkili (iki kat), dahası, sporun faydası egzersize son verdikten sonra da devam ediyor. Sporun beyne nasıl iyi geldiği tam olarak bilinmiyor. Ancak Amerikan Yaşlanma Enstitüsü’ndeki doktorlar spor yapmanın beyinde yeni sinir hücreleri oluşturan faktörleri uyardığını söylüyorlar. Oluşan bu yeni hücreler eski beyin hücrelerinin birbirleriyle olan ilişkilerini kuvvetlendiriyor.
Tabii bu yukarıdaki üç maddeye ilave edilmesi gereken bir madde daha var,
onlar da:

4-Total kolesterolünüzün düşük, kan şekerinizin normal olduğundan emin olun.

Araştırmalar bu son maddenin de unutkanlık ve Alzheimer için risk faktörü olduğunu gösteriyor. Tüm bu bilgilerden şu sonucu çıkarıyoruz: ‘Hafızamızı ve beynimizi korumanın yolu damarlarımızı ve kalbimizi korumaktır.’ Aslında yalnız beyin için değil, tüm organlarımızı için aynı şeyi söyleyebiliriz.”

18 Eylül 2011 Pazar

MUTLU OLMA SANATI


Mutlu olmak için zengin olma hayalleri kurmanıza gerek yok.

Çok paranız, pırlantalarınız olmadan da mutlu olabilirsiniz. İşte büyük mutluluk verecek küçük tavsiyeler.

Son zamanlarda mutluluk konusunda yeni yaklaşımlar görüyoruz. Yapılan son araştırmalarda, sanılanın aksine, insanları asıl mutlu edenin pahalı bir hayat tarzı olmadığı ortaya çıkmış. "Fazla çaba harcanmamış şeyler hem sizi daha çok mutlu eder, hem de hayatınızın kontrolünü elinizde kılmanıza yardıma olur" diyor Colorado Üniversitesi´nden Profesör Leaf Van Boven. Psikoloji uzmanlarına kulak verdik ve onlardan bu küçük zevklerin neler olabileceğini öğrendik. Hepsi oldukça etkili ve aynı zamanda da hem basit hem de ucuz.

Çiçeğin etkisi

Masanıza koyacağınız bir adet ayçiçeğinin birçok faydası olacaktır, insan yüzüne benzeyen bu çiçek, güneşi simgeler ve neşeli rengi olumlu düşünceler uyandırır. Ayrıca, HortScience dergisinde yayımlanan bir çalışmaya göre işyerinde çiçek yetiştiren kişiler, işlerinde daha mutlu oluyorlarmış.

Bir köpeği sevin

Hayvan sahiplerinin daha az stresli ve tansiyonlarının daha düşük olduğu görülmüş. Eğer köpeğiniz biraz sinirliyse, boynundan başlayarak bütün vücuduna, dairesel hareketlerle yumuşak bir masaj yapabilirsiniz. Böylece, çok rahatlayacak ve size olan karşılıksız sevgisini daha çok gösterecektir. Ayrıca başka bir canlıyı mutlu etmiş olmak, sizi de çok mutlu edecektir.

Eve uzun yoldan gidin

Rutin, insanları rahatlatır, ancak öte yandan bunlardan ara sıra vazgeçmek sizi alışılmışın dışına çıkartarak pozitif duygular yaşamanızı sağlar. Haftada bir gün, yolunuzu biraz değiştirin ve örneğin eve dönerken parkın yanından geçin ya da güzel manzaralı başka bir yolu tercih edip bu görüntünün keyfini çıkarın.

Sevgi dolu mesajlar

"Sevgilinize veya yakın bir arkadaşınıza atacağınız bir mesaj, sizi mutlu edecektir" diyor. It´s Not About Money (Önemli Olan Sadece Para Değil) adlı kitabın yazarı ve mali danışman Brent Kessel. iTunes´da en çok satılan romantik şarkıların söz yazarı Ingrid Michaelson da doğru mesajı nasıl yazacağınıza dair şunları söylüyor:

1. Mesaj yazacağınız konuyu belirleyin. Mesaj yollayacağınız kişi herhangi bir yemeği, rengi, sözü veya hayvanı çok seviyorsa, onun hakkında yazın.

2. Kalp, ruh, gül, sonsuzluk ve ölüm gibi kelimeler kullanmayın. Bunları hepsi çok kullanılan kelimelerdir ve sizi sıradan gösterir.

3. Asla kafiyeli yazmayın.

4. Örnekler vermeye çalışın.

5. Onu güldürün. Gülümsemek en iyi afrodizyaktır.

"Hayır" demeyi öğrenin

"En mutlu insanlar, kendi vakitlerini kontrol edebilenlerdir" diyor The Pursuit of Happiness (Mutluluk Peşinde) kitabının yazan David G. Meyers. Gereksiz bir iş yemeğine veya kuzeninizin partisine gitmek istemediğiniz zaman, "Üzgünüm ama başka işim var" deyin.

Güzel yemekler yiyin

Yemek yemeyi sevmeyen var mıdır? Ruh halinizi canlandırmak için, bunları deneyebilirsiniz.

Beyaz tabaklarda yemek yiyin. Bu rengin saflığı, içindeki renkli gıdaları daha güzel gösterecek, sizi olumlu düşüncelere sokacak ve yemeklerin tadını daha iyi almanızı sağlayacaktır.

Öğünleri renklendirin. Değişik renklerde yiyecekler sizi mutlu eder. Kırmızı daha çok yemenize neden olacağı için tercihiniz sarı mısır, yeşil biber, mor patlıcan ile naneden yana olabilir.

Restoranda, ilk siparişi siz verin. "Sonrakiler değişik şeyler seçer ve genellikle seçtiklerini beğenmezler" diyor Predictabifity Irrational (Yanlış Seçimler) kitabının yazarı Dan Ariely.

Mutlu saatler

Kendinizi mutlu hissetmek için 60 dakikanız mı var sadece? Bunları deneyin ve gününüz değişsin.

10 DAKiKA Pahalı olmayan kokulu bir banyo köpüğüyle duş yapın.

4 DAKİKA işe gitmek için hazırlanırken, en sevdiğiniz şarkıyı koyun ve eşlik edin.

5 DAKiKA öğle arasında, bir rüya yorumları web sitesine girin ve dün gece gördüğünüz rüyanın anlamını araştırın.

10 DAKİKA Kuaföre gidin ve ellerinize bir masaj yaptırın.

1 DAKiKA Tanımadığınız birinin kıyafetlerini beğendiğiniz zaman, bunu ona söyleyin.

Hem size psikolojik olarak iyi gelecek hem de yeni bir moda kaynağı bulmuş olacaksınız.

5 DAKİKA Ağzınızı sulandıracak yemek tarifleri için dergilere veya internete bakın.

20 DAKİKA Sevgilinize vakit ayırın. Çok hızlı bile olsa, seks sırasında salgılanan hormonlar, ruh halinizi kesinlikle iyileştirecektir.

5 DAKİKA Yeni yıkanmış çarşaflarınızı serin.

Hiçbir neden yokken kokulu mum yakın

Güzel yastıklarınızı özel günler için saklamaktan vazgeçin. Onları yalnızken de kullanmak güzeldir!

Lavanta veya yeşil elma gibi ruh haliniz üzerinde etkisi olduğu bilinen mumlarınızı kendiniz için yakın.

Koşuya çıkın

Bilim adamları koşmanın endorfin hormonu salgılamaya yardımcı olduğunu söylüyorlar. Dışarı çıkın ve yorulana kadar koşun. İster bir kilometre koşun, isterseniz 10. Ne kadar iyi hissediyorsunuz, değil mi?

Plansız şeyler yapın

Sepetin içinde bekleyen çamaşırları kafanızdan atın ve güzel bir kitap okuyun veya yürüyüşe çıkın. Eğer evde yapmanız gerekenleri yapmadan oturamıyor ve suçluluk hissediyorsanız, bir arkadaşınızı arayın ve ona gidin. "Birçoğumuz işlerimizi zamanında yapmaktan mutlu oluruz. Ama planlanmamış şeyler ayrı bir mutluluk verir insana" diyor Kessel.

Kendinize kolay bir hedef belirleyin

"Zaten yapmanız gereken bir işi zamanında bitirmek, çantanızı temizlemek veya yemek yapmak gibi kolay hedefler koymak, kontrolün elinizde olduğu hissini uyandırır. Kontrol elinizde olduğu zaman da, otomatik olarak mutlu olursunuz" diyor psikolog Dr. John Reich.

Eskiden yediğiniz abur cuburlardan yiyin

Elma sekeri veya pamuk helva yediğinizi hatırlıyor musunuz? Herhalde bunları yemeyeli yıllar olmuştur.

Tekrar yediğiniz zaman eski anlarınızın kafanızda canlandığını hissedeceksiniz.

En sevdiğiniz renge karar verin

"Evinizdeki bir duvarı başka bir renge boyamak, ruh haliniz üzerinde etkili olur" diyor renklerin etkileri üzerine araştırma yapan Dr. Nancy J. Stone. Mavinin sakinleştirici (yatak odaları için doğru bir seçim) ve yeşilin de rahatlatıcı (salon için doğru bir seçim) bir etkisi olduğu bilinmektedir. Sarının ise mutlu edici bir etkisi vardır ve mutfakta kullanmak için son derece uygundur.

Yorulduktan sonra soğuk bir şeyler için

Akşamüstü plajda voleybol oynadıktan sonra, soğuk bir bira için. "Hem susuzluğunuza iyi gelir hem de kas ağrılarınızın önüne geçer" diyor araştırma grubu.

HAYATI KAÇIRMAK !

hayata gülümse ile ilgili görsel sonucu

Kaçamak yaşıyoruz. Her şeyden, bazen kendimizden bile kaçıyoruz.

Duygularımızı paylaşmak, nedense zor geliyor bize. Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki...

Hep içimize atıyoruz sevgileri, hüzünleri, mutlulukları. Bağırıp, çağırıp, hani derler ya ''bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi'' ağlayamıyoruz bile. Utanıyoruz... Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz.

Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok ''sadece o, O'nun düşüncesi'' diyemiyoruz. Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz. Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.

Görmüyoruz, kör değiliz sadece bakıyoruz. Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz.

Doğan güneşin sıcaklığını, rüzgarın getirdiği okşamayı, kuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz. Ruhumuzu bir yerlerde bıraktık, bulamıyoruz.. Çok hızlı gidiyor, dinlenemiyoruz.

Herkes ama herkes, her şey üstümüze üstümüze geliyor... Korkup kaçıyoruz.

Sevemiyoruz...

Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı. Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden.

Peki... Ne veriyoruz.? Arkadaşlığı bile beceremiyoruz. Bazen bir merhaba demek bile zor geliyor.

''O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim'' bile diyebiliyoruz.. Aslında kendimizle inatlaşıyoruz.

Egomuz daima üstün geliyor. Sebebini bilmiyoruz.

Düşünmüyoruz geleceğimizi, geçmişimizi, içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz.

Hep gel geç ilişkilerde gözümüz. Hep başkası olmakta... Kendi benliğimizi kaybettik. Tanımıyoruz içimizdeki beni. Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz. Kendimizden bile kaçıyoruz.

Yüzleşemiyoruz kendimizle... Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz. Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda..

Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine. Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu...

Hayatta her şey size bağlı.

Sen istersen dünya daha güzel.

Sensin tüm güzellikleri yansıtan.

Diğer olan biten her şey sadece araç.

Yani sen varsan her şey var.

Kendini tanımaktan geçiyor her şey.

Bir tebessümle başlıyor güzellikler.

Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine...

Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle.

Yeni bir gün, her yeni gün seninle birlikte var.

Ruhun bir yerlerde seni bekliyor.

Bul onu.

Hisset tüm hissettiklerini.

Bak nasıl değişecek hayat...

STRESSİZ YAŞAM İÇİN


1) Problem veya içinde bulunulan duygusal duruma odaklanarak başa çıkma.

Probleme odaklanarak başa çıkma tarzında, var olan bir olayı değiştirmeye çalışırız. Böylece yeni bilgiler elde ederek stres yaratan faktör veya faktörleri elimine etmeye çalışırız. Örneğin trafik sıkışıklığında kalmışsak, alternatif yol güzergahları belirleyip bu güzergahları kullanabiliriz. Dikkat edilirse bu yöntemle stresimizin üstesinden gelmekte başarılı oluruz. Duygusal duruma odaklı başa çıkma da ise birey stresin verdiği olumsuz duyguları ortadan kaldırmak için duygularını değiştirmeye çalışır. Örneğin iyi ki trafik tıkandı, bugün işe gitmeyi hiç istemiyordum. Oysa işe gitmek bizim bir sorumluluğumuzdur. Bu örnekte birey kendisini geçici olarak duygusal anlamda rahatlatmaktadır. Bu başa çıkma tarzı bizi kesin çözüme ulaştırmaz.

2) Stres kaynağını kontrol ederek veya kaçarak başa çıkma.

Bir problemin varlığını kabul edip bunu çözmek üzere bir plan yapabiliriz. Bu durumda stres kaynağını kontrol etmekteyiz. Bunun terside stres kaynağını görmezden gelmek, unutmaya çalışmak, arkamızı dönmek veya başka ortamlara geçmek şeklinde kaçma davranışı olarak da ortaya çıkabilir. Örneğin iş yerinde kavgalı olduğumuz bir arkadaşımız var. Biz bu kavganın önemli olmadığı üzerinde durabiliriz, onunla mümkün olduğu kadar az iletişime girebiliriz veya başka bir bölüme alınmamızı isteyebiliriz. Görülüyor ki stres kaynağını kontrol etmek bir kalıcı çözüm iken, kaçmak, yok saymak, ilgilenmemek stresi ortadan kaldırmamaktadır.

3) Sosyal destek arayarak veya yalnız başına başa çıkma.

Bazı durumlarda strese karşı yalnız başına mücadele etmek iyi iken bazı durumlarda da sosyal destek alarak mücadele etmek iyidir. Şöyle ki sorunumuz kimseye anlatılamayacak kadar özel ise o zaman yalnız başına bir çare aramak daha iyidir. Eğer durum sosyal destek almamıza engel teşkil etmiyorsa o zaman özellikle iş stresine çare olarak iş arkadaşlarından sosyal destek almak çok iyi sonuçlar vermektedir. Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta kimden ne kadar destek alacağımızdır. Sorunlarımızın çözümü için aldığımız destek kariyer ilerlememizde önümüze engel olarak çıkmamalıdır.

4) Bilişsel ve davranışsal stratejiler.

• Aşamalı gevşeme teknikleri

Bu metod da stresin neden olduğu kas gerginliği ile aynı kasın tam gevşek durumu arasındaki farkı ayırt edebilme yeteneğimizin kazanılmasıdır. Madem ki stres kaslarda gerginliğe (tonus) neden oluyor o zaman kasın gevsek durumunu bilirsek stres altında olduğumuzu bilir ve gevşeme yöntemini kullanabiliriz. Bu yöntemde sırasıyla eller ve kollar daha sonra yüz, boyun, omuzlar ve sırtın üst bölümü sonra göğüs, karın ve sırtın alt bölümü ve son olarak ta kalça kasları, bacaklar, ayaklar ve tüm vücut gevşetilmelidir.

Yapılması gereken örneğin sağ yumruğunuzu sıkın bir süre böyle tutun sonra yumruğunuzu gevşetin. Tekrar aynısını yapın. Yumruğunuz sıkılı ve gevşek durumları arasındaki farkı hissedin. Bunu sırasıyla tüm vücut bölgeleri için uygulayın. Bunu başardığınız taktirde kaslarınızdaki gerginliği hissedebilir ve buna göre gevşeme tekniğini kullanarak stresinizle baş edebilirsiniz.

• Otojenik eğitim

Bu eğitimde kişi telkin yöntemiyle bir çeşit hipnoz durumuna girebilir. Ancak bu yöntem sabır ve konsantrasyon gerektirmektedir. Öncelikle baskın olarak kullanılan kol ve bacaktan başlanarak kol ve bacakta ağırlık hissine yoğunlaşma. Örneğin “sağ kolumda ağırlık hissediyorum, sol kolumda ağırlık hissediyorum, her iki kolumda ağırlık hissediyorum, sağ bacağımda ağırlık hissediyorum, sol bacağımda ağırlık hissediyorum her iki bacağımda ağırlaştı” gibi. Daha sonra aynı sırayla bu kez kol ve bacaklarda sıcaklık hissine yoğunlaşılır. Bundan sonraki aşama kalp üzerinedir ve “kalp atışlarım sakin ve düzenli”. Bunu 4-5 kez tekrarlayın. Daha sonraki aşama solunum üzerinedir. “solumam sakin ve gevşek”. Daha sonra karın gelir. “Karnım sıcak” ve son olarak alın gelmektedir. “Alnım serin”. 4-5 kere tekrarlayın.

• Stresle başa çıkmayı zorlaştıran düşünce yapısının değiştirilmesi bizim için faydası olmayan düşünce yapılarını bırakmamız gerekir

5) Nefes egzersizleri

Nefes egzersizleri vücudu rahatlatıp, gevşettiği için stresle başa çıkmada etkili bir yöntemdir. Bu yöntemlerden bir tanesi de birden sekize sayma egzersizidir. Bu egzersiz için önce soluk verilir,sonra derin bir soluk alınarak aynı zamanda gözler kapatılarak, gözlerimizin önünde bir sayısı içsel söylenerek canlandırılmaya çalışılır. Nefes 3 saniye tutulur sonra yavaş yavaş bütünüyle verilirken iki sayısı canlandırılır. Sırasıyla üçte nefes alınır 3 saniye tutulur, dört denilerek verilir. Beş alınır, altı verilir, yedi alınır, sekiz verilir. Bu egzersiz sakin, gürültüsüz bir ortamda, yere yatarak veya iskemlede oturularak yapılabilir.

6) Fiziksel egzersiz ve spor

“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”. Hiç şüphe yok ki fiziksel egzersiz ve spor kendimizi zinde tutmak için gereklidir. Ayrıca bu etkinlikler stresle başa çıkmamızı kolaylaştırıcı alt yapıyı hazırlayarak vücudumuzun bu türden tehlikelere olan direncini de arttırır. Kolaylık olarak yürüyüş, koşu, bisiklete binme ve yüzme yapılabilecek sporlar içinde en kolaylarındandır.

7) Sağlıklı beslenme

Sağlıklı beslenme vücudumuzun içsel ve dışsal tehditlere karşı direncini arttıracağından çok önemlidir. Bunu sağlamak için özellikle kafein, alkol, sigara, şeker, tuz ve yağ gibi maddelerden mümkün olabildiğince uzak durarak sebze ağırlıklı ve karbonhidrat, mineral ve vitamin bakımından dengeli bir beslenme alışkanlığını edinmemiz bizler için vazgeçilmez olmalıdır.

İŞ STRESİNDE ÖRGÜTLERİN KULLANABİLECEĞİ STRATEJİLER

• İş tasarımı

Bu nokta işin çalışan bireyler için daha cazip hale getirilmesini ifade etmektedir. Örneğin çalışana sorumluk verme veya arttırma, işinin önemli olduğunu ve toplum gözünde saygın bir iş yaptığının hissettirme gibi.

• İş çevresinin tasarımı

Bu faktör çalışanın işyerinde karşılaştığı tüm fiziksel, çevresel ve ergonomik sorunların elimine edilmesi anlamındadır.

• Rollerin analizi, hedeflerin belirlenmesi, çalışana geri bildirim sağlama

Bu noktada çalışana neleri yapması gerektiğinin açık seçik bildirilmesi, ulaşması gereken hedeflerin belirtilerek bu hedeflere varmak için gösterdiği performansı hakkında kendisine bilgi verilmesidir her açıdan gereklidir.

• Örgütsel sosyal destek

Örgütsel sosyal destek çalışana kreş hizmetinden tutunda verilecek yemekler, servis olanakları gibi bir çok etkeni kapsar. Ayrıca çalışanların boş zamanlarında örgütün düzenleyeceği sosyal aktivitelere katılması da bir nevi destektir.

Pozitif enerjinizi toplamamıza yardımcı olacak on maddelik reçetemiz ;

• Sahip olduklarınızın farkında olun

• Hedeflerinizi belirleyin ve plan yapın

• Değiştiremeyeceğiniz şeyler üzerinde israr etmeyin

• Daha iyi bir dünya düşleyin

• Altından kalkamayacağınız işlerin altına girmeyin

• Problemlerinizle yüzyüze gelmeye çalışın

• İşinizin çok önemli olduğu üzerinde durun

• Dinlenmek için zaman ayırın

• Dikkatinizi içinde bulunduğunuz durum ve zamanda toplayın

• Başkalarına güvenin, gerektiğinde sorumluluklarınızı devredin.

İŞYERİNDE YARATICILIK

İşinize, yazılarınıza ya da toplantılarınıza daha fazla başarı, ruh ve canlılık katmak istiyorsanız, yanıt yaratıcılıktır. Yaratıcılık, projenize, gününüze ve eğer fırsat tanırsanız, her yönüyle işinize ve yaşamınıza çekidüzen verecektir.


Çevreci eğitmen Mary Lou Cook, “Yaratıcılık, icat etmek, denemek, büyümek, risk almak, kuralları çiğnemek, hata yapmak ve zevk almaktır,” diyor. Bunlar, başarınızı artırmak ve işinizi büyütmek istiyorsanız daha sık yapmanız gereken yaratıcı edimlerdir. Ne yazık ki, yaratıcılığın da bazı düşmanları vardır. Yaratıcılığın en büyük rakipleri, aşinalık ve şüphedir. Bu düşmanlar, bilinçli bir şekilde ya da bilinçaltında, herhangi bir görev ya da çözüm için yaratıcı bir bileşenin kullanılmasına kuşkuyla yaklaşmamıza neden olur.

Aşinalığın ofisinizde kol gezdiğini hemen anlarsınız. Aşinalık, “Bu iş bugüne kadar hep böyle yapıldı”, “Bana bunu bu şekilde yapmam öğretildi” türünden sözler sarf eder. Şüphe, her zaman yüksek sesle konuşmaz. Aksine, genellikle sizinle beyninizin içinde konuşur. “Yaratıcı değilim”, “Estetik anlayıştan yoksunum”, “Bunu daha önce hiç yapmadım” türünden ifadeler kullanır.

İşinizde başarılı ve yenilikçi olmak istiyorsanız, aşinalığı ve şüpheyi bir kenara bırakmalı; bunların yerine, işinizde yaratıcılığı artıracak şu 10 yöntemden yararlanmalısınız:

1- Kendinizi Yaratıcılığa Adayın

Dikkatinizi ve enerjinizi, yaratıcı olmanın yollarını bulmaya odaklayın. Günlük olaylara ilgi çekici bir yön katmaya çalışın. İşyerinde herkesin, yaratıcılığın bir norm olduğunu, çalışanlardan beklendiğini ve ödüllendirildiğini bilmesini sağlayın.

2- Herhangi Bir Soruna Yönelik Pek Çok Çözüm Olduğuna İnanın

Her zaman, eski bir şeyi yeni bir yöntemle yapmaya çalışın. Ofisinizi düzenleme şeklinizden sorulanlara ne kadar hızlı yanıt verdiğinize kadar her şey, süregelen bir soruna farklı bir çözümle yaklaşma kararından kaynaklanan artı yetenekten faydalanabilir.

3- Her Süreçte Yaratıcılığa Yer Verin

Bir şeyi her zaman yaptığınız gibi yapmaya devam ederseniz, aynı sonucu almayı sürdürürsünüz. Mümkün olan her fırsatta, yaratıcı düşünme alıştırması yapın. Düşünceyi teşvik etmek için şu 7 fikri kullanın:

Çağrışım kurun: Ne neyle anılır? Bir kaşık ile bir çatal, bir can yeleği ile bir tekne ya da bir kaset ile bir CD arasında nasıl bir bağ kurarsınız?

Birleştirin: Yeni bir fikir oluşturmak için mevcut fikirleri birleştirmek. İki ya da daha fazla işletmenin, müşterilere özel bir hizmet sunmak üzere bir araya gelmesini ifade eden “çapraz promosyona dayalı pazarlama”, buna bir örnektir.

Uyarlayın: Mevcut bir fikri değiştirmek. Faturalamayı daha etkili hale getirecek bir fikir bulursanız, aynı fikri, postalamayı daha etkili hale getirmek için de kullanmak isteyebilirsiniz. Kurumsal haberleri tüm müşterilere her ay e-postayla gönderme fikrini bulmuşsanız, bu fikri uyarlayarak eski müşterilerinize ve müşteri adaylarınıza da e-posta gönderebilirsiniz.

Yer değiştirin: Bir şeyin yerine başka bir şey koymak. Bir teşekkür mesajının yerine bir faks mesajı, yapışkan yerine seloteyp ya da öğleden sonra somurtkanlığı yerine gülücük koyun.

Büyütün: Bir şeyin boyutlarını büyütmek. Vitrin camındaki dört ayak işareti müşteri çektiyse, bunu sekiz ayak yapmayı deneyin ve neler olacağını görün.

Küçültün: Bir şeyin boyutlarını küçültmek. Yeni oluşturduğunuz bir föyden memnun kaldıysanız, onu cebe sığacak ebada getirdiğinizde neler olacağını görün.

Yeniden düzenleyin: Eldekileri farklı bir düzene sokmak. Yazdığınız o harika basın bültenine yeniden göz atın ve sondaki paragrafı başa aldığınızda daha iyi olup olmayacağına bakın. Çöp kutusunu, masanızın değil de kitaplığın yanına koymayı deneyin.

4- Araştırma Sorularından Yararlanın

Beyniniz, egzersizle gelişir. Beyinsel yaratıcılığı geliştirmenin en iyi yolu, ona soru sormaktır. Müşterilerinize araştırma soruları sorarak bu konu üzerinde düşünmelerini ve yazmalarını sağlayın. Sorulabilecek güzel araştırma sorularına örnekler, “Bu işi daha farklı nasıl yapabiliriz?”, “Bu iş daha kolay hale nasıl getirilir?”, “Büyük bir fark nasıl yaratılır?” ya da “Neyi gözden kaçırıyoruz?” olabilir.

5- Sağlam Notlar Alın

Not almak, daha fazla fikrin saklanmasını sağlar ve ileride geliştirebileceğiniz fikirler verir. Notlarınız için bir dosya oluşturun. Tabii, aklınıza gelen ama hemen kullanma imkanınızın olmadığı fikirler için oluşturduğunuz dosyanın arkasından. Not almaktan ve fikirlerinizi yazmaktan daha önemli olan bir konu da bunları düzenli olarak gözden geçirmektir.

6- Merakınızı Sürekli Besleyin

Düzenli olarak gelişmeye ve öğrenmeye devam etmek gerekir. Becerilerinizi artırmak için fırsat yaratın. Seminerlere katılın; kaset dinleyin; farklı türde yayınlara abone olun. Bir uzmanla birlikte geçireceğiniz zamana yatırım yapmaktan çekinmeyin; her zaman ödülünüzü alırsınız.

7- Riskleri, Uygulanabilir Bir Seçenek Olarak Algılayın.

Riski her zaman mevcut bir seçenek olarak algılarsanız, karşınıza çıkan zorluklarla mücadele etmeyi öğrenebilirsiniz. Risk alarak deneyiminizi artırabilir ve profesyonel özgüven oluşturursunuz. Çözülmesi gereken bir zorluk söz konusu olduğunda, kendinizi bunu yapacağınıza inandırın. Büyük ihtimalle, başarıya ulaşacak ve her defasında bir şey öğreneceksiniz.

8- Yaratıcılık Molası Verin

Dinlenmek için plan ve program yapın. Dinlenmeye zaman ayırmazsanız, meşgul bir profesyonel olarak, bu konuyu genellikle göz ardı edersiniz. Dinçleşmek için her gün 20 dakikalık bir “mini tatil” yapın. Mahallenizde yürüyüşe çıkın; şekerleme yapın; bir video oyunu oynayın. Yaratıcı fikirlerin, masa başında onları bulmaya çalışırken değil de bu tür molalarda daha sık ortaya çıktığını göreceksiniz.

9- Her Gün Yaratıcı Olmanın ve Eğlenmenin Bir Yolunu Bulun

Eğlence, yaratıcılıkla eşanlamlıdır; bu iki öge, kaymak ve kadayıf kadar birbiriyle uyumludur. Çalışma gününüz boyunca eğlenceye ayırabileceğiniz çok zaman vardır. Toplantılar, başlamak için harika bir yerdir. Çoğu çalışan, toplantıların ne kadar sıkıcı olduğundan, gereksiz yere uzadığından ve insanları uyuttuğundan şikayet eder. Bir parça eğlence katmayacaksanız, hiç toplantı yapmayın. Masanın etrafındaki herkes için balonlar, şapkalar ya da dev kalemler getirmeyi deneyebilirsiniz.

10. Başarılı Olacağınıza İnanın!

Kendinizi yaratıcılığa adarken aynı zamanda olumlu sonuçlar almayı beklemeli ve yaratıcılığınızın size pek çok ödül kazandıracağını bilmelisiniz.

Bir girişimci ve yazar olan Carol Osborne, “Önümüzdeki yıllarda rekabet avantajı, yaşamın sunduğu ilham, yaratıcılık ve zindeliğe yönelik yeni kaynaklardan yararlanabilen birey ve şirketlerin elinde olacak,” demiştir.

Yaratıcılık, yalnızca günü kurtaran profesyonel ile sürekli kendini geliştiren profesyoneli birbirinden ayıran unsurdur. Yaratıcılığa olan bağlılığınız, işinizde başarı ile sıradanlık arasındaki farkı yaratır. Burada bahsedilen stratejileri uygularsanız, başarı olasılığınızı inanılmaz derecede artırırsınız. Başarılı olacağınıza inanın!

YAY HAYATTIR , OK NİYET

yay ve ok sporu  ile ilgili görsel sonucu

YAY

Yay hayattır: Bütün enerji ondan gelir. Ok bir gün mutlaka terk edecektir. Hedef ise uzaklardadır. Ama hayat her zaman sizin yanınızda kalır, bu yüzden ona nasıl iyi bakacağınızı bilmeniz gerekir. Durgun kalacağı dönemlere ihtiyacı vardır -her daim kuşanılmış ve gerilmiş halde tutulursa gücünü kaybeder. Bu yüzden gücünüzü tazeleyebilmek için dinlenmeyi kabul etmelisiniz. Böylece yeniden yayı germek için asıldığınızda gücünüz eksiksiz olur.

Yayın bilinci yoktur: O okçunun elinin ve arzularının bir uzantısıdır. Öldürmeye ya da düşünmeye hizmet eder. Bu yüzden her zaman amacınızı net olarak belirleyin.

Yay esnektir ama yine de onun da sınırları vardır. Kapasitesinin ötesinde herhangi bir girişim onu kıracak ya da onu tutan elleri tüketecektir. Bu durumda yayın yanı sıra kendi bedeninizden de size verebileceğinden fazlasını talep etmeyin. Ve unutmayın, bir gün yaşlılık zamanı gelecek -bu bir lanet değil bir nimettir.

Yayı zarifçe gerin, her iki tarafın da kendine düşen payı gerektiği biçimde yapmasını sağlayın, enerjinizi boşa harcamayın. Bu sayede yorgun düşmeden pek çok ok atabilirsiniz.

OK

Ok sizin niyetinizdir. Yayın gücünü hedefin tam ortasına bağlayan araçtır.
Niyetiniz her zaman son derece net, açık ve iyi dengelenmiş olmalıdır.

Ok bir kez yaydan ayrıldı mı artık asla geri gelmez, bu yüzden sürece müdahale etmek -oka yön verecek hareketler doğru ve düzgün olmadığında- sırf ok gerilmiş ve hedef bekliyor diye eski kafalı bir şekilde hareket etmekten daha iyidir

Sizi durduran tek şey hedefi tutturamamak korkusu ise bu durumda niyetinizi açıkça göstermekten çekinmeyin. Doğru hareketleri yerine getirin ve elinizi açıp yayın telini bırakın, gerekli adımları atarak girdiğiniz mücadele ile yüzleşin. Hedefi vurmayı başaramasanız bile bir dahaki sefere daha iyi nişan almaya muktedir olacaksınız.

Eğer risk almazsanız bir dahaki sefere neleri değiştirmeniz gerektiğini asla bilemezsiniz.

HEDEF

Hedef ulaşılmak istenen amaçtır.

Sizin tarafınızdan belirlenir. İzlenen yolun güzelliği de işte burada yatar: Asla bahaneler uydurmaya ya da rakibinizin daha güçlü olduğunu söylemeye hakkınız yoktur. Çünkü hedefi seçen sizsiniz ve tüm sorumluluk size ait.

Eğer hedefinizi bir düşman olarak görürseniz belki iyi bir atış yapabilirsiniz ama kendinizi geliştirmeyi asla başaramazsınız. Tüm hayatınız boyunca okunuzu, kağıttan ya da tahtadan yapılmış, anlamı olmayan şeylerin ortasına atmaya çalışırsınız. Ve diğer insanlarla bir araya geldiğinizde hayatta hiç ilginç ya da heyecanlı bir şey yapmadığınızdan yakınırsınız.

İşte tam da bu yüzden bir amaç belirlemeniz gerekir, ona ulaşmak için elinizden gelenin en iyisini yapmalı, ona saygıyla ve önemseyerek bakmalısınız: Onun sizin için anlamını ve onun için ne kadar çaba, eğitim ve sezgi harcadığınızı iyi bilmelisiniz.

Hedefinize nişan alırken sadece ona odaklanmayın, onun çevresinde olup biten her şeyi de görün; çünkü ok fırlatıldığında, rüzgâr, ağırlık, uzaklık gibi kolay kolay hesap edemeyeceğiniz etkenlerle karşılaşacaktır.

Bir amaç sadece insan ona ulaşmayı hayal edebildiği sürece vardır. Onun varlığını gerçek kılan insanın tutkusudur, aksi taktirde amaç ölü bir şey, uzak bir hayal, tatlı bir düş olur.

Ve tıpkı niyetin bir amaca ihtiyaç duyduğu gibi, amaç da bir insanın niyetine ihtiyaç duyar. Çünkü varlığına anlam veren şey budur; bu sayede o artık sadece bir düş değil, bir okçunun dünyasının merkezidir.

DÜŞÜNCE GÜCÜYLE KENDİNİZİ DAHA İYİ HİSSEDİN


Günümüz dünyasında, insanların en büyük sorunlardan biri, duygusal dünyasındaki çalkantıları dindirememesi ve umutsuzluğu çok sık yaşaması. Oysa, ruh sağlığını da olumlu etkileyen, “iyi düşünme” yetisi birçok hastalığı önlediği gibi, varolan hastalıkların iyileşmesini sağlıyor, hatta kimi tümörleri bile küçültebiliyor. Bu doğrudan hareket eden milyonlarca insan, kendini daha iyi hissedebilmek için meditasyon yapıyor, psikiyatrlara gidiyor, Uzakdoğu sporlarına merak sarıyor, bilimden umudu olmayan ve alt kültürden gelenler ise büyücüler ve falcılarda çare arıyorlar. Ancak, insan psikolojisi ile ilgilenenler çok iyi biliyor ki, önemli olan tek şey insanın aklını kullanmayı öğrenebilmesi çünkü bu sayede tüm sorunlar çözülüyor.


Prof. Dr. Psikiyatr Özcan Köknel’de uzun yıllardır duygusal zeka kavramını inceliyor ve bu alanda kitaplar yazıyor. Hatta, “Akıl ile Düşünce Gücü” kitabında direkt olarak, aklını kullanmayı öğrenenlerin nasıl daha mutlu ve sağlıklı olduklarını anlatıyor.

Zihnin iyileştirme gücünü kullanmak için ruh sağlığının iyi olmasının gerçekten çok önemli olduğunu belirten Köknel, 44 yıldır yaptığı mesleğinde, sorunu olan ya da olmayan binlerce insanla tanıştığını ve bunların hepsinin derdinin daha iyi ve mutlu yaşamak olduğunu söylüyor.

İşte bu noktada Prof. Dr. Özcan Köknel’in söyledikleri dikkate değer. “Mutlu olmak için çaba gerekiyor, kimse yattığı yerden iyi olmuyor. Ve bir insanın ruh sağlığı, onun iyilik durumudur. İnsanın duygu dünyasında, ilginin, sevginin, neşenin sevincin olmaması durumunda bile umudunu kaybetmemesi ruh sağlığını iyi kılıyor.

İnsan, hasta ya da umutsuz olsa da, içinde iyiliği hissederse, ruh sağlığı yerindedir. Sonuç olarak esasında kendinizi çok iyi tanır, bedensel ve ruhsal güçlerinizi iyi bilirseniz ve bunları akıl düzlemi içinde kullanırsanız mutlu olur ve karşılaştığınız sorunları aşarsınız.”

Sağlıklı bir beden için sağlıklı ruh

1990’larda tüm dünyanın ilgisini çeken duygusal zeka kavramını kendi çalışmalarında önemli bir unsur olarak kullanan Prof. Dr. Köknel’e göre, duygusal zekanın birinci maddesi öz bilinç. Duygusal zekaya sahip olmak için, kendini, bedenini çok iyi tanıyacaksın, bedeninin özelliklerini, ruhsal yapını çok iyi bileceksin. Çabuk mu tepki veririm, çok mu kızarım, çabuk mu öfkelenirim, alınırım, olaylara karşı duyarsız mıyım diye sorular sormalı insan kendine. İkincisi, mutlaka başkalarıyla sağlıklı iletişim kurabilmeli insan. Prof. Dr. Köknel, “Bazıları bunu ödün kabul eder ama hiçbir ilgisi yok. Aksine ruh sağlığının sürebilmesi için gerekli. Çünkü bir insanın ruh sağlığı ancak başka bir insanla iletişimi varsa iyi olur, eğer iletişim kuramıyorsa ruh sağlığı zamanla bozulur. Eğer bu ikisini yapamıyorsak kendimizi iyi tanımıyor ve başkalarıyla sağlıklı iletişim kuramıyorsak doğal etkiler dışında insan zorlanmaya başlıyoruz. Burada çok önemli olan nokta şu; stres meydana geliyor. Stres insanın kendi iç dünyasıyla çatışma ya da başkalarıyla çatışma halinde olmasıdır ve stres insanı hem bedenen hem de duygusal olarak çok yoran bir şey” diyor.

Sağlıklı bir bedene sahip olmak için insanın kendisi ve çevresiyle barış içinde olması gerekiyor. Başkalarıyla iletişim kurarken onlara karşı beslenen duyularda kötülük, öfke, kaygı, endişe, kin, nefret; düşmanlık olmamalı. Bunların olması, sadece karşıdaki insanla iletişimi bozmaz, insanın kendi ruh sağlığını da bozar. Psikiyatrlara göre, insanın duygularıyla sistemleri arasında çok yakın ilişki var. Eğer içinizde iyi duygular varsa, bu tüm hormonları etkiliyor. Hormonlarda olumlu değişiklikler oluyor, sinir sistemi iyi çalışıyor kalbin çalışması, dolaşım sisteminin çalışması düzeliyor. Beynin kimyasındaki değişimler, olumlu gelişiyor. Endorfin ve seretonin salgısı artıyor. Bağışıklık sistemi güçlü olunca kanser gibi sorunlarla da daha iyi başa çıkılıyor. Eğer insanda bir hastalık varsa, umutsuzluk, kaygı, endişe oluyor ve bu yoruyor ama buna rağmen üstesinden gelinebileceği düşünülürse hayata umutla bakmak her zaman mümkün. Zaten bu durumda bağışıklık sistemi güçleniyor. Her zaman bu geçerli değil ama bu da hakikaten ciddi hastalıklarda bile o sonucu olumluya çevirebilecek değişimler yapıyor.

Prof. Dr. Köknel’e göre duygularınızı çok iyi tanırsanız olumsuz duyguları bastırmayı, denetlemeyi, engellemeyi, ertelemeyi öğreniyorsunuz.

Zihin gücüyle sağlıklı kalabilmek için yapılması gerekenler

Öncelikle her insanın isterse yapabileceği bir gevşeme tekniği olan meditasyon yapılabilir. Çünkü insan bilerek, isteyerek kendini gevşetebilir. Meditasyon, kasları gevşetiyor ve elden geldiği kadar zihni bir imgeleme yönlendirip, günlük endişe ve kaygıdan kurtarıyor. “Kaslarımı gevşeteceğim” diyerek bunu yapmak mümkün.

Geçmişteki iyi bir şeyi düşünüp geleceği de umutla bekleyebilirsiniz. Bu çok basit ve ucuz bir yöntem. Bir yere oturup ayaklarınızı uzatıp biraz da düşünceleri rahat bırakarak bu yapılabiliyor.

Yapılan meslekte başarılı olmak insanın ruh sağlığını olumlu etkiliyor , o nedenle işini severek yapmak çok önemli.

Bugünün işini yarına bırakmamak gerekiyor.
Mümkün olabildiğince sinirlenmeyi erteleyip sakin düşünmek iyi çözümlere götürüyor.
Yeteneklerinin farkında olup, hatalarını görmek önemli.
Başarısızlıklarından ders çıkarıp öz eleştiri yapmak ve kendini vazgeçilmez sanmamak lazım.
Başkalarına ve kendinize güvenin.
Zamanın tutsağı olmayın.
“Hayır” demeyi bilin.
Zamanın baskısından kurtulun.
Korkuyla davranmanın bedeli ağır olur.
İleşiminizde başkaldıran ve boyun eğen olmayın.
Uzlaşma için yer ve zaman bulun.
Olaylara yansız olarak bakmaya çalışın.
Doğru, güzel, iyi, olumlu eylemlerinizin ödülleneceğini beklemeyin.
Neyi değiştireceğinizi düşünün.
Bütün insanlar kendilerini üstün görür buna ihtiyaçları vardır unutmayın.
İnsanları sözleriyle değil,davranışları, tutumları eylemleriyle değerlendirin.
Gizli düşmanlık, kin duyguları beslemeyin.