Günümüzde fakirlik ile isyanın birbirine çok yakın olduğunun farkındayız. Fakat düşünmemiz gerekiyor, zenginlik ve isyan birbirinden daha mı uzak? Fakirliği kötülerken, zenginliğin, paranın, ihtişamın insanı nasıl körleştirebildiğini genellikle unutuyoruz.
Biz, ‘bir lokma bir hırka’ya razı olunmalı demiyoruz. Sadece malla-mülkle nefes alabileceğimiz saplantısının büyük bir yanılgı olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Malın mülkün bırakın nefes vermeyi, nefesimizi kesebileceğini görmek gerektiğini düşünüyoruz. Asıl mesele fakir ya da zengin olmak değil, “İNSAN” olmak diyoruz.
Ve kavramı yeniden hatırlatıyoruz: Yardım ve Kanaat... Zenginlerimiz kanaatkâr oldukça yardım edecekler. Fakirlerimiz helal yoldan kazanç peşinde koşarken kanaatkârlıkla isyandan korunacaklar.
Bir yandan çayımızı yudumlayıp, bir yandan sohbet ediyoruz. Her zamanki arkadaş toplantılarından biri. Sohbet, ülke gündemiyle başlamış, sonra kendi tavrımızın ne olacağına gelmişti. Kimse bu konuda net şeyler söyleyemiyor, sohbet uzayıp gidiyordu.
Sohbet, ani bir gürültüyle kesildi. Yan odada oynayan çocuklar bulunduğumuz odaya doluştu. Tabii her zamanki neşe, bağırış çağırışlarıyla. Mecburen ilgimiz çocuklara yöneldi. Onlar bu ilgiden memnun, yanımıza sokuldular.
Arkadaşlardan biri, her halinden afacanlık akan çocuklardan birinin kolunu tutarak sordu:
- Söyle bakalım, sen büyüyünce ne olacaksın?
Yedi-sekiz yaşlarındaki çocuk, kısa bir süre durakladıktan sonra çok bilmiş bir edayla cevap verdi:
- Zengin olacağım!
Herkes şaşırmıştı. Kısa bir duraklamadan sonra arkadaş tekrar sorma ihtiyacı hissetti:
- Nasıl yani? Doktor mu olacaksın, yoksa mühendis mi?
Çocuğun o klasik cevaplardan birini vermeye hiç niyeti yoktu. Tereddütsüz tekrarladı:
- Yoo. Ne doktor olacağım, ne de mühendis. Ben sadece zengin olacağım!
Çocuğun sözleri sanki bir an havada asıldı kaldı. Kimse ne diyeceğini bilemiyordu. Sessizlik... Bütün cesaretimi toplayarak bir soru da ben sordum:
- Niçin zengin olmak istiyorsun bakayım?
Çocuk böyle saçma bir soruyu niçin soruyorsun der gibi baktıktan sonra anlatmaya başladı:
- Zengin olursam her istediğimi alabilirim. Televizyonda gördüklerimi isteyince babam param yok diyor. Ama başka çocuklar alıyorlar. Nasıl aldıklarını sordum, babam zengin diyorlar. Babam da, annem de kendi aralarında hep parasızlıktan şikayet ediyorlar. Zengin olursam onların da istediklerini alacağım. Televizyon da hep zengin insanları gösteriyor. Onlar hep güzel yaşıyorlar. İnsan zengin olunca mutlu oluyor. Mühendis olunca insan mutlu olmuyor ki. Benim babam da mühendis. Onun için ben de zengin olacağım.
Hiçbirimiz çocuğun yanıldığını söyleyemiyorduk. Çünkü günlük yaşantımızla, konuşmalarımızla biz de her gün aynı cevabı vermiyor muyduk? Aslında verilen cevap çocuğun değil, bizlerin cevabı değil miydi? Çocuk, safiyetle dile getirmişti bunu, o kadar.
Her gün yaşamın güzelliklerinden konuşurken dahi, sürekli zengin olma hayalleri kuruyoruz. Toplum hızla bu yöne doğru kayarken, bizler de bu sele kapılıp gidiyoruz. Artık rüyalarımızı, hayallerimizi, güzel insan olmak, helal lokma yemek, yayrarlı evlatlar yetiştirmek süslemiyor. Artık içimizde bir Abdülkadir Geylanî olmanın, bir Mevlâna olmanın, bir Yunus olmanın heyecanı dolaşmıyor. Şimdi sohbetlerimizi, hayallerimizi, rüyalarımızı sadece zengin olmak süslüyor. Hem de çalışarak terleyerek değil, en kısa yoldan zengin olmak.
İnsanlarımızın bir kısmı zengin olduğunda, renkli basında gördüğü insanlar gibi gayri meşru bir hayatı hayal ederken, bir kısmımız da ev, araba almayı, çocuklarımızı yurt dışında okutmayı, rahat rahat yaşamayı hayal ediyor.Ama kendimizi kandırıp kandırmadığımızı kim söyleyebilir?
Sonuçta düşünce dünyaları, hayat tarzları ne olusa olsun, herkesin hayalini zengin olmak süslüyor.
Asıl mesele fakir ya da zengin olmak değil, “İNSAN” olmak
Prof.Dr.Ali Seyyar