Bu Blogda Ara

4 Ocak 2018 Perşembe

MUTLULUK


Mutlu Olmanın 4 Yolu (Sinirbilimcilere Göre)
Herkes bir şekilde mutlu olmanın formülünü arıyor olabilir. Bu durumda en güvenilir kaynak tabi ki, beynin işleyişi konusunda zombiye bağlayan sinirbilimciler olabilir. UCLA sinirbilim araştırmacısı Alex Korb, hayatta mutluluğu yaratmanın yolları üzerine çıkarımlarda bulunmuş.
1. En önemli soru ne zaman düşük hissettiğinizdir.
Bazen sizin de beyniniz gerçekten mutlu olmak istemiyor mu? Kendinizi güçlü ya da utanç dolu mu hissediyorsunuz? Ama neden? İster inanın, ister inanmayın ama, suçluluk ve utanç beyninizin ödül mekanizmasını aktive ediyor.
Farklı duygular olmalarına rağmen, gurur, utanç ve suçluluk benzer sinir bölgesini uyarıyor; dorsomedial prefrontal cortex, amygdala, insula ve nucleus accumbens. İlginç bir şekilde, gurur da bu bölgeyi tetikleyen en güçlü duygu, tabi suçluluk ve utancın aktive ettiği nucleus accımbens bölgesi hariç. Bu, neden kendimizde suçluluk ve utanç hissetmenin cazip olduğunu açıklıyor; çünkü beynimizdeki ödül merkezini aktive ediyor. (The Upward Spiral)
Ayrıca bir yandan da çok mu edişelisiniz. Peki ama neden? Kısa dönemli olarak endişelenmek beyninizin iyi hissetmesini sağlayabilir, en azından problemlerinize yönelik bir şeyler yaparken.
Kaygı, medial prefrontal cortex’in aktivitesini arttırırken, amygala’nın aktivitesini azaltryor; böylelikle limbik sisteminizi sakinleştiriyor. Bu biraz doğru görünmese de, bir yandan da kaygılı hissediyorsanız, bunun hakkında bir şeyler yapmak hiçbirşey yapmamaktan iyidir. (The Upward Spiral)
Ama suçluluk, utanç ve endişe çok kötü bir uzun dönem çözümüdür. Peki sinirbilimciler bu konuda ne yapmamızı öneriyorlar. Kendinize şu soruyu sorun:
Ne için şükran duyuyorum?
Şükran inanılmaz birşeydir. Gerçekten de beyninizi biyolojik seviyede dönüştürür. Wellbutrin gibi antidepresanların beyninizde ne yaptığınızı biliyor musunuz? Dopamin seviyenizi arttırıyorlar ve şükran da aynı şeyi yapıyor diyebiliriz.
Şükranın faydaları dopamin sisteminde başlıyor, çünkü şükran duyduğunuzda beyin kökünüz dopamin salgılamaya başlıyor. Buna ek olarak, başkalarına karşı şükran duyduğunuzda sosyal dopamin devreleri artmaya başlıyor ve bu da sizin insanlarla sosyal iletişiminizi daha keyifli kılıyor.(The Upward Spiral) 
Peki Prozac’ın ne yaptığını biliyor musunuz? Serotonin seviyelerinizi arttırıyor ve aslında şükran da aynı şeyi yapıyor.
Şükranın en güçlü özelliğinden biri de serotonin seviyelerini arttırması. Şükran duyduğunuz şeyler hakkında düşünmek, sizi hayatınızın pozitif tarafına doğru odaklanmaya sürüklüyor. Bu basit hareketle anterior cingulate cortex’iniz de serotonin salgılamaya başlıyor. (The Upward Spiral)
Bazen hayatınız gerçekten çok fena bir çamura saplanmış ve kesinlikle şükran duyacak bir şey bulamıyor olabilirsiniz. Önemli değil, çünkü sadece bunu aramak bile çalışıyor:
“Şükran duyduğunuz şeyi bulmak aslında o kadar da önemli değil. Şükran duyacağınız şeyleri düşünmek ya da hatırlamak bile duygusal zekayı güçlendiriyor. Bir çalışmaya göre şükran arayışı ventromedial ve lateral prefrontal cortex’teki nöron yoğunluğunu etkiliyor. Bu yoğunluk değişimi duygusal zekanın artmasına neden oluyor ve bu bölgedeki nöronlar daha aktif çalışmaya başlıyor. Yüksek duygusal zekayla, şükran duymak çok daha kolaylaşıyor.”
Şükran yalnızca beyninizi mutlu etmekle kalmıyor, aynı zamanda ilişkilerinizde daha pozitif bir etki de yaratıyor. Bu yüzden önemsediğiniz kişilere şükran duygunuzu ifade etmekten kaçınmayın.
2. Negatif Duyguları Etiketlemek
Çok kötü hissediyorsunuz ve buna bir isim veriyorsunuz. Üzgün, kaygılı, kızgın?
İşte bu kadar basit. Aptalca geliyor değil mi?
“fMRI’da yapılan Duyguları Kelimelere Dökmek adında bir çalışmda, insanlar başkalarının duygusal yüz ifadelerini izlediler. Her katılımcının amygdalası ortalama olarak aktive oldu. Fakat onlara bu duyguların isimleri sorulduğunda ventrolateral cortex’leri aktive oldu ve bu da amygdala’daki aktiviteyi azalttı. Başka bir deyişle, duyguları bilinçli bir şekilde tanımlamak etkilerini azaltıyor.”
Duyguları bastırmak ise kesinlikle çalışan bir yöntem değil ve sonradan karşınıza bir düşman olarak çıkabilir.
“Duygularını bastıran insanlar çoğunlıkla daha büyük sorunlarla karşılaşıyor. Dışarıdan bakıldığında iyi gözükseler de, limbik sistemleri tetiklenmeye devam eder. Hatta bazı durumlarda, normalden daha fazla uyarılabilir. Columbia Üniversitesi’nden Kevin Ochsner, fMRI’da yaptığı çalışmalarda bu sonuçların tekrarlandığını ortaya çıkardı. Çalışmayan birşeyi yapmaya çalışmak, bazen sizi daha kötü duruma sokabilir.”
Your Brain at Work: Strategies for Overcoming Distraction, Regaining Focus, and Working Smarter All Day Long
Kadim yöntemlerden biri belki bu durumu değiştirebilir. Meditasyon yüzyıllar boyunca kullanılan bir yöntem oldu. Etkiletlemek, mindfulness için temel bir araç. Ayrıca, tanımlamak beyni o kadar güçlü etkiliyor ki, başka insanlar için de çalışıyor. Duyguları tanımlamak, FBI rehine müzkarelerinde de kullanılan bir yöntem.
3. Karar Verin
Karar verin ve beyniniz biraz dilensin. Çalışmalar gösteriyor ki, karar vermek problemleri çözmese bile endişe ve kaygıyı azaltıyor.
“Karar vermek, hedef belirlemek ya da niyetlenmek olsun, hepsi de benzer sinir devresini çalıştırıyor ve prefrontal cortex’i pozitif olarak etkiliyor, endişe ve kaygıyı azaltıyor. Karar vermek ayrıca sizi negatif rutinlere ve etkilere sürükleyen striatum etkisini de azaltıyor. Son olarak, karar vermek dünya algınızın değişmesini sağlıyor ve limbik sisteminizi sakinleştirerek problemlerinize çözüm bulmanızı kolaylaştırıyor.” (The Upward Spiral)
Ama karar vermek elbette ki kolay olmayabilir. Ne tür kararlar almalısınız? Sinirbilimin yine bir yanıtı var…
“Yeterince iyi” karar vermeniz yeterli. %100 en iyi kararı vermek için ter dökmenize gerek yok. Tüm kusursuzluk peşinde olanlar bu durumda strese girebilir. Ama beyin dersini bu konuda da çalışıyor. Kusursuz olmaya çalışmak beyninizi duygulara boğabilir ve sizi kontrolden çıkarabilir.
“Yeterince iyi yerine, en iyisini yapmaya çalışmak karar verme aşamsında ventromedial prefrontal aktivitesine çok fazla duygu yükleyebilir. Buna karşılık olarak, yeterince iyi olan birşeye karar vermek dorsolateral prefrontal cortex bölgesini aktive eer ki, bu da daha kontrollü olmanıza yardımcı olur. “
Bu yüzden en iyi kararı vermeye çalışmak yerine, “yeterince iyi” bir karar verip beyninizin kontrolünü kaybetmemek daha doğru bir yol gibi. Çünkü kotrollü hissetmek stresi azaltrır ve karar vermek zevki arttırır, çünkü ödül mekanizmanızı uyararak dopamin salgılamanıza neden olur.
Kanıt mı lazım? Hadi kokaine bakalım.
İki tane fareye kokain enjekte edilir. Farelerden biri levyeyi çeker. Diğeri ise hiçbirşey yapmaz. Farkı ne? Çünkü birinci farenin daha çok dopamin salgılayabiliyor. Bu kadar basit.
Peki buradaki ders nedir? Bir daha kokain satın alırken şunu dikkat edin, yok yok konumuz bu değildi.  Konu şu ki, bir hedef için karar verdiğinizde ve ona ulaştığınızda birşeyler şansa gerçekleşiyorsa kendinizi daha iyi hissediyorsunuz. Bu da aslında gym’de neden insanların bu kadar vakit geçirdiğini az çok açıklıyor. Gidiyorsunuz, çünkü gitmeniz gerektiğini düşünüyorsunuz. İyi ama çok da gönüllü bir karara benzemiyor. Beyninizdeki zevk artmıyor. Sadece stres hissediyorsunuz. Bu da iyi bir egzersiz alışkanlığı değil. Yani aslında kendiniz için iyi birşey yapmaya çalışırken, suçluluk duyduğunuz için stres seviyeniz yükseliyor. Bu yüzden daha kararlı olun.
Sinircilimci Alex Korm, durumu şöyle özetlemiş:
“Sevdiğimiz şeyleri sadece seçmeyiz; ayrıca seçtiğimiz şeyleri de severiz.”
Şimdi, şükran duruyorsunuz, negatif duygularınızı tanımlıyorsunuz ve daha fazla karar alıyorsunuz. Harika! Ama yine de bu mutluluk tarifinde kendinizi bi çıt yalnız hissediyorsunuz.  Hadi buraya biraz insan getirelim.
4. İnsanlara Dokunun
Kabul edelim, sevgiye ve kabul görmeye dair kaçınılmaz  bir ihtiyacımız var. Yapmadığımız zaman, acı çekiyoruz. Garip ya da hayal kırıklığı yaratan birşey demiyorum. Gerçekten acı çekiyoruz. Sinirbilimciler bu konuda da tabi ki bir çalışma yapmışlar. Hatta bunun için top çarpıştırmaca video oyununu kullanmışlar. Diğer oyuncular topu sana attığında, sen de onlara atıyorsun. Açıkçası, başka oyuncu yok, hepsini bilgisayar yapıyor. Ama, deneklere oyuncuların gerçek insan olduğu söyleniyor. Peki bu durumda, “diğer oyuncular” düzgün oynamaz ve topu paylaşmazsa ne olur? Deneklerin beyninde, fiziksel acı bölgeleri tetikleniyor. Reddedilme sadece kalp kırıklığı gibi acıtmıyor, açıkçası daha çok ayağınız kırılmış gibi hissediyorsunuz.
Açıkçası fMRI’da yapılan deneye göre, sosyal dışlama beynin fiziksel acı bölgesini tetikliyor. Eğer bir şekilde paylaşma, topu atma eylemleri durur da, oyuncular bir kişiyi dışlar ve kendi aralarında oynamaya başlarsa, fiziksel acıya benzer bir his yaşanıyor. Küçücük bir sosyal dışlanma duygusu bile beynin fiziksel acı bölgesi olan anterior cingulate ve insula’yı uyarıyor.
İlişkiler beyniniz ve mutluluğu için çok önemli. Bunu bir sonraki seviyeye taşıyalım mı? İnsanlar dokunun.
Oksitosin salgılamanın yolu dokunmaktan geçiyor. Açıkçası, insanlara her zaman dokunmak uygun olmuyor ama el sıkışma ya da sırt sıvazlama gibi küçük dokunuşlar da yeterli. Yakın hissettiğiniz insanlara daha sık dokunmaya çalışın. Çünkü dokunmak inanılmaz güçlü. Sizi daha ikna edici kılar, takım performansınızı arttırır, flört yeteneğinizi güçlendirir ve hatta matematik yeteneklerinizi bile etkiler. Dokunma bunun yanısıra acıyı azaltır, hatta çalışmalar gösteriyor ki evli çiftlerin ilişkileri güçlüyse, dokunmanın gücü de doğru orantılı olarak artıyor.
Bugün birilerine sarılın. Ama küçük hızlı sarılmalardan bahsetmiyoruz. Onlara sinirbilimcilerin uzun sarılmaları önerdiğini söyleyebilirsiniz. Sarılmak, özellikle de uzun sarılmak oksitosin hormonunu açığa çıkarırken, amygdala’nın aktivitesini azaltıyor.  Araştırmalar gösteriyor ki, günde 5 sarılma 4 hafta içinde size inanılmaz bir mutluluk verebilir.
Toparlayacak Olursak
+ Şükran duyduğunuz şeyi sorun. Cevap yok mu? Önemli değil. SAdece aramak bile yeterli.
+ Negatif duygularınızı belirleyin. Onlara isim verin ki, beyniniz sizi daha fazla rahatsız etmesin.
+ Karar verin. Dünyanın en doğru kararını değil, yeterince iyi kararlar da uygun.
+ Sarılın, sarılın ve sarılın. Yazmayın, sms atmayın, aramayın, gidip dokunun.
Çünkü, herşey birbirine bağlıdır. Şükran, uykuyu düzenler. Uyku düzeni acıyı azaltır. Acının azalması modunuzu yükseltir. Modunuzun yükselmesi, endişenizi azaltır ve birşeylere odaklanıp plan yapmanıza imkan sağlar. Odaklanma ve plan yapma karar vermenizi kolaylaştırır. Karar vermek ensişeyi azaltır, keyfi yükseltir. Keyif, size daha fazla şükran duygusu verir ve böylece herşey tekrar başa dönüp birbirini tetikler. Keyifli olmak, sizi aynı zamanda daha sosyal yapar ve bu da mutluluk olarak size geri döner.

YAŞAMINIZDA NELERİ DEĞİŞTİREBİLİRSİNİZ


Yaşam döngüsü içinde değişim kaçınılmaz! Ancak kimi değişimler uzun zamana yayılırken bazıları 6 aylık zaman dilimi içinde gerçekleşebilir. İşte gelişmeye ve değişmeye her daim açık olanlar için 6 aydan kısa sürede öğrenilebilecek 8 şey…
 6 Aydan Kısa Bir Sürede Öğrenebileceğiniz 8 Basit Şey
 Herkesin hayatında boşluktan yakındığı bir süre vardır. İşsiz kaldıktan ve üniversiteden mezun olduktan sonrası gibi hayatımızda boşluk yaşadığımız birçok an vardır. Bu anları kaliteli bir şekilde değerlendirerek,bizi diğer insanlardan ayıran birkaç özellik elde edebiliriz.
Yeniliklere açık olmak, bizleri daha ilerilere taşır. İhtiyacım olmaz, bunu da bilmeme gerek yok gibi cümleler ile hiçbir şeyi atlamayın. Çünkü gün gelir ve o atladığınız şeyler en çok ihtiyacınız olan şeyler haline gelebilir. Siz boş zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz bilmiyorum; ama size kısa sürede öğrenebileceğiniz basit şeyler tavsiye edebilirim.
İşte, 6 aydan kısa bir sürede öğrenebileceğiniz 8 basit şey:

1.Hızlı Okuma ve Okuduğunu Anlama

Hızlı okumak ve okuduğumuzu anlamak aslında çok önemlidir. İnsanların birçoğu bunun ne kadar işe yarar olduğunu görmekte biraz zorlanıyor. “2+2=4” aslında bu kadar basit. Ne kadar hızlı okursanız o kadar çok anlarsanız, daha fazla şey okumaya vaktiniz kalır. Ne kadar çok okursanız da o kadar bilgi sahibi olursunuz.
Bill Gates bir özel güce sahip olabilse, bunun hızlı okuma yeteneği olduğunu söylemiştir. Bill ve onun gibi birçok başarılı insan; bilginin, başarının anahtarı olduğunu bilmektedir. Son zamanlarda insanların hızlı okumanın değerini anlamasıyla beraber, birçok kurs açılmıştır. Aynı zamanda internet üzerinden bedavaya, nasıl olduğunu öğrenebileceğiniz birçok site mevcuttur.

2.Topluluk Önünde Konuşmak

Araştırmalara göre insanların çoğu ölümden çok topluluk önünde konuşmaktan korkuyorlar. Yüzlerce, binlerce insanın önünde konuşmak cidden çok zordur. Karşınızda oturan her insanın dikkatini çekmeye çalışmak ve sıkılmamalarını sağlamak ise ayrı bir olay. Çünkü sizi dinleyen insanların her birini aynı anda memnun etmek, neredeyse imkansızdır.
Dünyanın en zenginleri listesinde başı çeken isimlerden bir tane olan Warren Buffett, üniversiteden mezun olan insanlara toplum önünde konuşma alıştırmalarına başlamalarını tavsiye ediyor. Hemen hemen her sektörde, insan ilişkilerinde başarılı olmanız gerekiyor. Nasıl konuşmanız gerektiğini, dikkatleri nasıl üstüne çekmeniz gerektiğini bilmelisiniz. Çünkü hazırlıksız yakalandığınızda insanlar gözünüzün yaşına bakmaz.

3.İspanyolca/İngilizce Öğrenmek

Dünyanın en çok konuşulan dillerinden iki tanesidir. Eğer İngilizce biliyorsanız, bir sonraki düşünmeniz gereken dil İspanyolca olmalı arkadaşlar. Konumuz 6 aydan kısa süre dediği için Çinceyi dahil etmedim.Ancak daha fazla vakti olan arkadaşlar için de kesinlikle öneririm. İngilizce hakkında hepimizin az çok fikri var. O yüzden biraz İspanyolcadan bahsedeceğim. İspanyolca öğrenerek 500 milyondan fazla kişiye ulaşabilirsiniz. İspanyolcayı seçmenin tek nedeni yalnızca bu değil. Aynı zamanda dünyanın en kolay öğrenilebilen dillerinden birisidir.

4.Muhasebe

İş dünyasına girmek istiyorsanız, muhasebe hakkında kesinlikle bilginiz olmalıdır. Uzman olmanıza gerek yok ama temel şeyleri bilmek zorundasınız. Muhasebeyi ayrıca finansal hedeflerinize ulaşma ve finansal açıdan kontrolü elinize almak için kullanabilirsiniz. Eğer okulda dersini almadıysanız, kitaplardan veya belli başlı internet sitelerinden rahatlıkla öğrenebilirsiniz.

5.Microsoft Office Programları

Çoğu insan, Microsoft Office programlarını kullanmayı bildiğini iddia eder. Ancak yalnızca temel kavramlardan haberdarlardır.
Office programlarını öğrenmek, hayatta çok işinize yaracaktır. Çünkü birçok iş sektöründe Office programlarını kullanıp, kullanamadığınızı sorarlar. İş yerlerinde kullanılmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi; her şeyi inanılmaz derece de kolaylaştırmasıdır. Hepsini öğrenmeye vaktiniz yoksa en azından Excel’i tam olarak kullanmayı bilmelisiniz.

6.Blog Yazarlığı

Boş zamanınız ve paylaşacak çok şeyiniz mi var? Tek yapmanız gereken bir blog açmak ve aklınızdan geçen her ne olursa olsun paylaşmak. Sonuçta bu sizin siteniz, sizin blogunuz ne isterseniz yazar ve paylaşırsınız. Günümüzde 2 milyondan fazla blog yazısı yayınlandığını düşünürseniz, bloglara olan ilgi giderek artıyor demektir. Kim bilir, belki çok ilginç yazılar paylaşacak ve marka haline geleceksiniz. Şu an isteyen herkes bir blog açabilir. Tek ihtiyacınız olan; WordPress gibi tamamen bedava olan içerik yönetimi programı. Şahsen, blog yazarlığını öğrenmenin en iyi yolunun yazmaya başlamak olduğunu düşünüyorum. Sitenizi büyütmek için ise değişik yollar uygulayabilirsiniz; ancak harika içerikler paylaşarak büyümeniz çok daha iyi olacaktır.

7.Vücudunuzu Şekle Sokmak

Evet, 6 aydan kısa bir süre içinde vücudunuzu istediğiniz şekle rahatlıkla sokabilirsiniz. Dwayne Johnson gibi bir vücuda sahip olacağınızın sözünü veremem; ama en azından toparlanacağınızdan eminim. Önemli olan spor salonuna düzenli bir şekilde gitmek ve düzenli beslenmektir. Temelini bir kere kavrandığınızda olay daha kolay bir hale gelecektir. Vücudunuz şekle girmeye başladıkça, öz güveniniz de artacaktır. Hattayürüyüşünüz bile değişebilir.
Vücudunuzu istediğiniz şekle sokmaya istediğiniz an başlayabilirsiniz. Tek ihtiyacınız olan; biraz hırs. Evde veya spor salonunda yapabilirsiniz. Spor salonunda yapacak olursanız, size yardımcı olacak bir koç bulmak oldukça kolaydır. Evde yapacak olan arkadaşlar ise internetten rahat bir şekilde videolu anlatımları izleyerek istedikleri vücudu elde etmeye çalışabilirler.

8.Fotoğraf ve Video Düzenlemek

Teknoloji ve sosyal medya kullanımının hat safhalara ulaştığı günümüzde, fotoğraf ile videolardan kaçış yoktur. Yaptığınız işte bile karşınıza çıkabilir. Yani en kötü, sosyal medya da bir fotoğraf veya video paylaşacağınız zaman ihtiyaç duyabilirsiniz.
Peki, nereden öğrenebilirsiniz? İnternette bu konuyla alakalı binlerce site ve video bulabilirsiniz. Temel İngilizceye sahip olanlarınız ise CreativeLIVE ve Skillshare gibi öğretici sitelerden de yararlanabilirsiniz.
Boş vakitlerinizde kendinizi geliştirmeye ne kadar özen gösterirseniz, diğer insanlardan o derece öne geçersiniz. Yalnızca 6 aydan kısa bir sürede bile bunları yapabilecekken, neden hala boş durasınız ki? Kendiniz için bir şeyler yapmaya başlamalısınız. Günümüzde herkes, kendini olabildiğince geliştirmeye çalışıyor. Siz de artık başlamalısınız.

BAŞARISIZLIK


Saygın bilim insanlarının başarısız olduğu, geri çevrildiği ya da hayal kırıklıkları yaşadığı çoğu zaman kimsenin aklına gelmez. Oysa bilimsel kariyerlerinin başlarında defalarca başarısız olmuş pek çok bilim insanı var. Onlardan biri "başarısızlık özgeçmişini" yayınlayarak fark yarattı...

“Başarısızlık özgeçmişi” farklılık yaratabilir mi?


Oxford, Harvard, MIT ve Princeton: Alman psikolog Johannes Haushofer kariyerini bu saygın üniversitelerde yaptı. Bu bilim insanının başarısız olduğu, geri çevrildiği ya da hayal kırıklıkları yaşadığı hiç kimsenin aklına gelmez. Fakat Haushofer bir süre önce Twitter’de özgeçmişini paylaşınca gerçekte hepsini yaşadığını gördük.
Psikoloğun özgeçmişinde kendisini geri çeviren üniversitelerin, başarısız olan projelerin ve kazanamadığı bursların listesi var. Yüzlerce kez paylaşılan “Başarısızlık özgeçmişi” meslektaşları arasında tartışma yarattı. Sonuçta bilimde başarısızlıklar hala bir tabu gibi. Bunun yerine her yerde mükemmel özgeçmişler, uzun yayın listeleri ve çığır açan buluşlarla ilgili çok sayıda raporlar okuyoruz. Oysa başarısızlık her yerde bilimin bir parçasıdır. Yaratıcı bir çalışmada başka türlüsü beklenemez de. Örneğin bir ressam da her fırça darbesinden harika bir sanat eseri yaratamaz, başlanmış sanat eserlerinin birçoğu atılır ve yeniden başlanır.
“Başarısızlık özgeçmişi” yayınlama fikri aslında yeni değil. Avusturyalı Matematikçi ve nörobiyolog Melanie Stefan da 2000 yılında Nature dergisinde, başarısızlıkların listelenmesi gerektiğini ve bu şekilde olayların doğru bir perspektife yerleştirilmesini önermişti. Bilimsel dergiler için makaleler ve araştırma önerileri, istatistiksel açıdan bakıldığında sanılandan çok daha fazla geri çevrilmekte.
Örneğin Nature ve Science gibi uluslararası dergiler her hafta gönderilen iki yüz kadar çalışmanın sadece %7-8’ini kabul ediyor. Bu durum bilim sosyolojisi açısından sorunludur diyor uzmanlar.
Daha yeni ve özgün araştırmaları teşvik etmek daha fazla riski göze almak demek. Hep göreceli olarak basit bir şekilde iyi sonuçlar elde edilebilecek şeylerle uğraşırsak, hiçbir zaman yenilikçi sıçramalar yapamayız ve daha fazla risk almak aynı zamanda daha fazla başarısızlık demek diyor fizikçi Johann Kastner.
Başarısızlıklardan bir şeyler öğrenildiği takdirde başarısızlık da olumludur aslında. Fakat günümüzde bilimsel olarak çok az yararlanılmakta. İyi sonuçlanmayan deneyler ve hatalı araştırma tezleri bunun yerine halının altına süpürülüyor. Başarısızlıkların açıklanmasını isteyen bilim insanlarının ve negatif araştırma sonuçlarını yayımlayan bir derginin (Journal of Unsolved Questions-JunQ) varlığı belki bir şeyleri değiştirebilir. Ama birçok bilim insanı, çözülmemiş araştırmalar üzerinde çalışacak kadar büyük zahmetlere girmek istemiyor, sonuçta toplanacak pek meyve olmuyor.
Her ne kadar olumsuz sonuç almak bilimsel çalışmalarının bir parçası olsa da ve bazıları başarısızlık kültürünü kabul ettirmeye çalışsa da tersliklerle başa çıkmak kolay değildir. İnsan alçak gönüllülük göstererek, neyi yanlış yaptığını sormalı kendine. Ve özgüvenini koruyarak, terslikler yüzünden vazgeçmemeli. Bunun en güzel örneğine yakın bir zamanda tanık olduk. Nobel ödüllü Aziz Sancar çok çalışkan bir öğrenciydi ama laboratuvarda yaptığı deneylerden isteği sonuçları alamıyordu. Kendisini sorgulamaya başlamıştı. Hatta birlikte çalıştığı meslektaşları yetenekli olmadığını söylemiş ve doktorluk yapmasını önermişlerdi. Fakat o yılmadı hep daha fazla çalışarak başarısızlıkların ardından büyük başarıyı yakalamanın mümkün olduğunu dünyaya gösterdi.

3 Ocak 2018 Çarşamba

KİŞİLİK ANALİZİ


Hepimiz farklı kişilik özelliklerine sahibiz. Bazılarımız küçük bir  olay karşısında öfkenin dozunu kaçırır,  bazılarımız ise bunu büyük bir olgunlukla karşılar. Peki kişiliğin olumlu yönde değişmesi/gelişmesi ne kadar mümkündür? 
Yaşlandıkça daha tatlı oluyoruz
Brandon Green birkaç yıl önce kanepesinde oturmuş, o gün iş yerinde yaptığı küçük bir hata ve hatanın olası sonuçları üzerine kara kara düşünüyordu. Ev arkadaşı odaya girdi ve o gün başına gelen komik bir olayı anlattı. Green gülümsemedi bile. Sadece kaşlarını çattı ve hiçbir şey söylemedi.
Ev arkadaşı Green hakkında önemli bir analiz yaptı: "Boş ver. Sen mutlu bir insan değilsin."
"O an bana bir şey oldu," diyen 29 yaşındaki web analisti Green o günü, "O zamana kadar yaptığım gibi dünyayı suçlamaya devam edebileceğimi fark ettim ya da farklı bir şey deneyecektim," diye hatırlıyor.
Kişiliğinizi önemli ölçüde değiştirmeniz mümkün mü? Uzmanlar bunun mümkün olduğunu söylüyor-ama kolay değil.
Son yıllarda yapılan bazı geniş çaplı araştırmalar kişiliğin kendinizi daha adadığınız bir ilişkiye girmek ya da kariyerde yükselmek gibi olaylara cevaben olgunlaştıkça doğal olarak değiştiğini gösterdi.
İnsanlar 20-65 yaşları arasında insaflı olmak gibi pozitif özelliklerde artış, duygusal dengesizlik gibi nagatif özelliklerde ise azalma olduğunu söylüyor. Birçok insan daha uzlaşmacı, daha sorumluluk sahibi, duygusal açıdan daha dengeli olma eğilimi gösteriyor-başka bir deyişle kişilikleri iyileşiyor. Psikologlar bunu Olgunluk Prensibi olarak adlandırıyor.
Araştırmacılar arkadaş canlısı, dışa dönük ve sorumluluk sahibi insanların utangaç, sorumsuz ve asosyal insanlardan daha mutlu olduklarını uzun zamandır biliyor. Araştırmacılar yeni çalışmalarla ilk etapta mutlu olmanın kişiliğinizi değiştirmeye yardımcı olabileceğini tespit etti.
Ocak ayında Journal of Personality dergisinde 2005-2009 yılları arasında düzenli olarak ankete katılan 16 binden fazla Avustralyalının kişilik ve mutluluk verileri yayınlandı. Araştırmacılar 2005 yılında mutlu olduğunu söyleyen insanların sonraki dört yılda duygusal açıdan daha dengeli, daha işine bağlı, daha uzlaşmacı olma eğilimi gösterdiğini belirledi.
Mutluluk çalışmasının araştırmacılarından Waterville'deki Colby Üniversitesi Colby Kişilik Laboratuarı direktörü ve araştırma psikoloğu Christopher Soto konu hakkında, "Araştırmacılar 'kişilikten' bahsederken zamanla ve yaşanan durumlara göre düşünce, hissiyat ve davranış eğilimlerinin tutarlılığını kasteder," dedi. Soto, kişiliğin yüzde 50'sinin doğuştan geldiğini yüzde 50'sinin ise öğrenildiğini belirtti.
1940'larda başlayan ve farklı araştırmacıların yürüttüğü çalışmalara göre geliştirilen Big Five kişilik modeline göre insan kişiliği beş kategoriye ayrılabilir –açıklık, sorumluluk, uyumluluk, duygusal denge ve dışa dönüklük.
Her kategorinin kendine özgü özellikleri ve davranışları var. Örnek vermek gerekirse dışa dönüklük girişkenlik ve samimiyet gibi özellikleri kapsar. Duygusal dengesizlik ise öfke, anksiyete ve kırılganlığı içerir.
Uzmanlar, bazı kişilik tiplerinin diğerlerine göre daha başarılı olduğunu söylüyor. Psikolog Soto, işine bağlı kişilerin iş yerinde ve okulda daha başarılı olma eğilimi gösterdiklerini belirtti. Uzlaşmacılık puanı yüksek, nevrotiklik puanı ise düşük olan kişiler daha tatminkar ve istikrarlı ilişkiler yaşama eğiliminde. Benzer şekilde dışa dönük kişiler de sosyal ve girişimciliğe dayalı mesleklerde daha başarılı oluyor.
Dr. Soto, kişilikteki küçük değişimlerin dahi ilişkiler, kariyer, sağlık ve mutluluk üzerinde önemli etkileri olabileceğini belirtti. Ancak kişilik özellikleri tanım gereği görece durağan olduğundan değişim zaman alır.
"Önce davranışınızı değiştirerek başlarsınız. Yeni davranışınızı zaman içinde sürdürebilirseniz bu durum kodlarınıza işler," diyen Soto, bir terapistle çalışılması halinde aylar içinde kalıcı değişimler görülebildiğini söyledi. Kişilik özelliklerinizi yönetmeyi de öğrenebilirsiniz ama bu biraz daha uzun zaman alır.
Peki nereden başlamalı? "Öncelikle kişiliğimizin hangi bölümlerinin bizi etkilediğini belirlemeliyiz," diyen psikolog Richard Levak sözlerine, "Huysuz, kavgacı, biraz da şüpheci biriysem ve çalışma arkadaşlarımla tartışma yaşadığım için işimden atılıyor ve sürekli başkalarını suçluyorsam o zaman bir şeyleri değiştirmek zorunda olduğumu anlamalıyım," diye devam etti.
Aşırı yemek yemek gibi kötü bir alışkanlığı düşünün. Kilo vermek için önce ne zaman ve neden aşırı derecede yediğinizi fark etmeniz gerektiğini söyleyen Dr. Levak, "Savunmaya geçmek ve tartışmak gibi bir eğiliminiz olduğunu fark ederseniz kendinize 'Pekala, patronum benimle konuşmaya geldiğinde ve yargılandığımı hissedip kendimi korumak istediğimde aşırı tepki veriyorum' diyin. Kendinizi sakinleştirin ve tartışmaya girmeyin," dedi.
Beklentilerinizi yüksek tutmayın. Sabırlı olun. Dr. Soto, bilinçli şekilde yaptığınız bir davranışın doğal hale gelmesinin uzun zaman aldığını belirtti. Diğer insanların reaksiyonları hakkında çok endişelenmeyin çünkü muhtemelen onları memnun edecek bir yönde değişiyorsunuzdur.
Sydney'de yaşayan davranış stratejisti Warren Kennaugh, küçük adımlarla başlamanın önemli olduğunu söyledi. İlk adımın ne olacağını belirleyin ve ilk sonuçlarından endişe duymadan uygulayın: "Futbol topuna vurmayı öğrenmek gibi. Gol olup olmayacağına değil, adımlara odaklanın."
Brandon Green, ev arkadaşının kişiliği hakkında yaptığı değerlendirmeye katılmak zorunda kaldığını söyledi. Sıklıkla kıskançlık ve öfke gibi duygularla mücadele ettiğini belirten Green kendisini bu duygulardan korumak için romantik ilişkilerden de uzak durduğunu ifade etti. Green, içe dönük bir kişi olarak sosyal ortamlarda kendisini rahat hissetmiyordu.
Terapiye başladı. Yaklaşık 18 ay boyunca önce haftada iki kez sonra ise haftada bir kez bilişsel davranış terapisine gitti. Kişisel gelişim kitapları okudu. Fotoğraf çekmeye başlayarak dışarı çıkıp insanlarla konuştu. Diğer insanlara da yardım etme amacıyla verdiği çabalar hakkında blog yazdı.
Green en çok da dünyaya olan negatif bakış açısını sorgulamayı öğrenmenin faydalı olduğunu söyledi: "Daha olumsuz biriyseniz her an kötü bir şeyler yaşayabileceğiniz hissine kapılıyorsunuz. Kötü gözlerle baktığınız için mi kötü şeyler yaşayıp yaşamadığınızı sorgulamayı öğrenmek zorundasınız."
Kendisinde büyük değişimler gördüğünü söyleyen Green hala içe dönük biri olsa da diğer insanlarla etkileşime girmek, kendisi hakkında bilgi paylaşmak ve arkadaş edinmek konularında artık daha rahat hissettiğini söyledi.
"İç gözlemde bulunmak, hem kendime hem de diğer insanlara karşı dürüst olmak daha mutlu ve daha dışa dönük bir insan olmama yardım etti."

YÜKSEK ÖZGÜVEN


Melbourne Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre kendine güvenenler diğerlerinden daha hızlı terfi oluyor ve dolayısıyla da maaşları daha yüksek oluyor. Peki kendine güvenen insanlar nasıl davranır?
Kendine güvenen insanlar nasıl davranır?
Kendine güven, pek çok farklı şekilde kendini gösterebilir. Ancak bir şey kesindir. O da kendine güvenen insanların şüpheli ve ürkek kişilerden üstün olduğudur.
Melbourne Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre kendine güvenenler diğerlerinden daha hızlı terfi oluyor ve dolayısıyla maaşları daha yüksek oluyor. TalentSmart Yöneticisi Dr. Travis Bradberry, LinkedIn’de, kendine güvenen insanları diğerlerinden ayıran davranışları sıraladı.
Önce kendilerine bakarlar
Mutluluk kendine güven konusunda çok kritik bir element. Kendine güvenen kişiler, diğer insanların kendileri hakkında ne düşündüğünün aksine öncelikle kendi kendilerinden memnun oluyorlar. Şunu biliyorlar ki, hiçbir zaman diğer insanların dediği kadar iyi veya kötü olunmuyor.
Başkalarını yargılamazlar
Kendine güvenen insanlar diğer kişileri küçültmeye çalışmazlar. Çünkü iyi hissetmek için başkalarını küçümsemeye ihtiyaçları yoktur. Ayrıca kendilerini başkalarıyla karşılaştırmaya da ihtiyaç duymazlar.
Gerçekten istemeden ‘Evet’ demezler
Kendine güvenen kişiler ‘Hayır’ denmesi gereken bir durumda ‘Yapabileceğimi sanmıyorum’, ‘Emin değilim’ gibi cümleler yerine direk ‘Hayır’ derler. Bunun daha sağlıklı olduğunu bilirler. Kesin konuşurlar.
Konuşmaktan çok dinlerler
Diğer kişileri dinleyerek daha çok öğreneceklerini ve gelişeceklerini bilirler. Başkalarıyla iletişimi kendilerini bir kanıtlama aracı olarak görmezler.
 
Kendilerini sınarlar
Çabaları sadece küçük başarılar getirse bile, kendilerini sınamaktan geri durmazlar. Küçük zaferlerin motivasyon sağladığını bilirler.
İlgi beklemezler
Kendilerini önemli biriymiş gibi göstermeye çalışmaktansa, kendileri olurlar. 
Hata yapmaktan korkmazlar
Kendi fikirlerini açıklamaktan kaçınmazlar. Hata yapmanın doğru yolu bulmak için iyi bir ders olduğunu ve kendi doğrularının da diğer kişiler için yararlı olacağını bilirler.
 
Geri çekilmezler
Bir fırsat gördüklerinde nelerin yanlış gidebileceği hakkında endişe duymak yerine kendi kendilerine ‘Beni ne durdurabilir ki?’ diye sorarlar.
 
Diğer kişileri tebrik ederler
Kendine güvenen insanlar, diğer kişilerin yaptığı işleri eleştirerek onları küçültmeye çalışmazlar. Tam tersine farklı insanları çıkardıkları başarılı işlerden dolayı tebrik ederler.
 
Yardım istemekten çekinmezler
Kendine güvenen kişiler başkalarından yardım istemenin kendilerini zayıf veya akılsız göstermeyeceğini bilirler. Kendi güçlü ve zayıf noktalarını bilirler. Zayıf noktalarını güçlendirmek için yardım isterler.

SESSİZLİK


Modern yaşamda pek çoğumuz anbean gürültüyle çevriliyiz. Evde, yolda, işte, okulda daima sesler bize eşlik ediyor ve kendimiz için sessiz anlar yaratmayı çok fazla önemsemiyoruz. Ancak yapılan çalışmalar, sessizliğin bizler için zannettiğimizden çok daha faydalı olduğunu kanıtlıyor…

Bilim İnsanlarına Göre Sessizlik, Beynimizde Yeni Hücrelerin Oluşmasını Sağlıyor!

Bilim İnsanlarına Göre Sessizlik, Beynimizde Yeni Hücrelerin Oluşmasını Sağlıyor!
Modern yaşamda pek çoğumuz anbean gürültüyle çevriliyiz. Evde, yolda, işte, okulda daima sesler bize eşlik ediyor ve kendimiz için sessiz anlar yaratmayı çok fazla önemsemiyoruz. Ancak yapılan çalışmalar, sessizliğin bizler için zannettiğimizden çok daha faydalı olduğunu kanıtlıyor…

Çalışma, 2013 yılında fareler üzerinde yürütülen deneylerle başladı.

“Beyin, Yapı ve Fonksiyon” isimli dergide yayınlanan çalışma kapsamında fareler farklı zamanlarda gürültü ve sessizliğe maruz bırakıldı ve bunların beyinlerinde yaratacağı farklı etkiler gözlemlendi. Ulaşılan sonuçlar oldukça şaşırtıcıydı; çünkü günde iki saat düzenli olarak sessizliğe maruz bırakılan farelerin beyinlerinin hipokampüs isimli bölümünde yeni hücrelerin oluşmaya başladığı gözlemlendi.

Hipokampüs beynimizin hafıza, duygu ve öğrenmeden sorumlu bölümüdür

Beyinde yeni hücrelerin oluşumu her zaman sağlığımız için faydalı oldukları anlamına gelmez. Ancak deneyi yürüten isimlerden olan Imke Kirste, bu örnekte, oluşan hücrelerin gerçekten de işlev gösteren nöronlar olduğunu belirtiyor. Öyle görünüyor ki sessizlik, beynimizde fonksiyonel ve tüm beyinle uyumlu nöronların üretilmesini sağlıyor.

Beynimiz sessizlik ânında bilgileri aktif olarak değerlendiriyor ve içselleştiriyor.

Beyinlerimiz adeta bir “default” moda sahip ve yapılan beyin görüntülemeleri, bu hâldeki bir beynin bilgileri durmaksızın değerlendirdiğini gösteriyor. Üstelik dinlenme hâlinde olduğumuzda bile bu bilgi işleme sürecinin devam ettiği biliniyor. Bu da demek oluyor ki aslında dinlenmek ya da günde birkaç saatimizi sessizliğe ayırmak aslında boşa geçmiş zaman değil, aksine bilgilerimizi pekiştirmemizi sağlayan son derece faydalı bir zaman.

Sessizliğin yarattığı bu durum aynı zamanda kişilerin özfarkındalığının artmasını sağlıyor.

Sessizlik sırasında beynimiz yalnızca içsel ve dışsal bilgileri toparlayarak bilinç düzeyimizi arttırmıyor, aynı zamanda kendimizle ilgili farkındalığımızın artmasını da sağlıyor. Dikkatimizi dağıtan bir gürültü ya da iş olmadığı zamanlarda odağımız kendimize ve dış dünyaya yoğunlaşıyor ve adeta beynimiz hiç olmadığı kadar özgürleşiyor.

Gürültü, vücudumuzun ürettiği stres hormonunda kayda değer bir artışa sebep oluyor

Dikkatimizi etrafımızı çevreleyen gürültüye yöneltmesek ve hatta uyku hâlinde olsak bile etrafımızdaki sesler beynimiz üzerinde büyük etki yaratıyor. Gürültü, temporal lobumuzda bulunan amigdalanın aktif hâle gelmesine ve vücudumuzdaki stres hormonu salınımının artmasına sebep oluyor. Eğer çoğunlukla gürültülü olan bir ortamda yaşıyorsanız, stres hormonu seviyelerinizin normalin üstünde olması şaşırtıcı değildir.

Sessizliğe maruz kalmak ise bunun tam tersi bir etki yaratıyo

Gürültünün beynimizde yarattığı etkiyi yalnızca sessizlik tersine döndürebiliyor; çünkü sessizlik hem beynimiz hem de bedenimiz üzerinde rahatlatıcı etki yaratıyor. Konu üzerine yapılan çalışmalar, sessiz bir ortamda kalmanın rahatlatıcı müzikler dinlemekten bile daha faydalı olduğunu gösteriyor.

Ayrıca sessizliğin bilişsel becerilerimizi geliştirdiği de kanıtlandı.

Yapılan çalışmalar, gürültünün işte ve okulda kişilerin iş becerilerini zayıflattığını ve çalışma sürelerini uzattığını kanıtlıyor. Kısacası sessizliğin faydası yalnızca boş zamanları değil, çalışma zamanlarımızı da kapsıyor ve zihinsel becerilerimizi arttırıyor. Yaşam alanımızda sessiz bir ortam sağlamak bugün her ne kadar zor olsa da, tüm bu sebeplerden ötürü yapmamız gerekenlerin başında geliyor.

SABİT DÜŞÜNCE VEYA DEĞİŞİM

Değişime ve gelişime ne kadar açıksınız?

Yüksek IQ, başarı için tek başına yeterli midir? Öyle olduğunuz düşünüyorsanız sabit zihniyetli olabilirsiniz. Ve bu durum değişimle başa çıkmanızı oldukça güçleştirebilir. Oysa hayat tamamen sürekli değişim ve gelişim üzerine kurulmuştur. İşte değişim karşısındaki tavrımızın gelişimimiz üzerindeki etkileri…
Tavrınız Neden IQ'dan daha Önemlidir
Konu başarı olduğunda bazı insanların akıllı olarak dünyaya geldiği ve geri kalan hepimizi gölgede bıraktığını düşünmek kolaydır. Fakat Stanford Üniversitesinde yapılan yeni araştırmalar bu fikrinizi (ve tavrınızı) değiştirecek.
Psikolog Carol Dweck bütün kariyerini tavır ve performans üzerinde harcadı, ve son çalışması gösteriyor ki takındığınız tavır IQ'nuzdan daha fazla başarının belirleyicisidir. 
Dweck insanların temel tavırlarının iki alt kategoriye ayrıldığını bulmuştur: Sabit Zihniyet ya da Gelişime Açık Beyin Yapısı.
Sabit Anlayışta siz kim olduğunuzu bildiğinizi var sayarsınız ve değişmeyeceğinize inanırsınız. Bu zorluklar ile mücadele ederken sorunlar yaratır çünkü üstesinden gelebileceğinizden daha zor gözüken bir şey sizi umutsuz ve çaresiz hissetmeye götürür.
Gelişime açık kafa yapısına sahip olan insanlar çaba göstererek gelişebileceklerine inanırlar. Onlar düşük IQ'ya sahip olsalar bile sabit zihniyete sahip insanlardan daha üstün performans sergilerler, çünkü onlar kendilerine yeni fırsatlar sunabileceğinden mücadeleleri kucaklarlar. 
Genel görüş akıllı olmak veya güven aşılamak gibi kabiliyetlere sahip olmayı önerecektir. Tabi ki böyledir. Ama sadece gidişat kolayken. Hayatta belirleyici faktör aksilikler ve zorluklarla nasıl başa çıktığınızdır. Gelişime açık kafa yapısına sahip insanlar aksilikleri kolları açık karşılarlar. 
Dweck'e göre, hayatta başarı, başarısızlıklarla nasıl götürdüğünüz ile alakalıdır. O gelişime açık kafa yapısına sahip insanların başarısızlığa yaklaşımını şöyle açıklıyor, "Hata bir bilgidir-biz onu hata olarak etiketleriz. Fakat o daha çok, 'Bu şekilde olmadı, ama ben bir problem çözücüyüm bu yüzden başka bir yolunu deneyeceğim."'
Grafiğin hangi tarafında olursanız olun bazı değişiklikler yapıp gelişime açık beyin yapısına ulaşabilirsiniz. Takip eden stratejiler beyin yapınız üzerinde ince bir ayarlama yaparak beyninizin gelişime ne kadar açık olduğu konusunda emin olmanızı sağlayacak.
Çaresiz Kalmayın. Hepimizin çaresizlikte dibe vurduğu anlara vardır. Burada sınavımız bu duygu haline nasıl bir tepki vereceğimiz ile alakalıdır. Ya ondan bir şeyler öğrenip ilerleriz veya bizi aşağı çekmesine izin veririz. Çaresizlik durumunda kendilerini bıraksalar asla oldukları kişiler olmayacak sayısız başarılı insan vardır: Walt Disney "hayal gücünden yoksun olduğu ve hiç iyi bir fikri olmadığı" için Kansas City Star'dan kovulmuştur. Oprah Winfrey hikayelerine "çok fazla duygusallık kattığı için" Baltimor'daki TV yönetmenliği işinden kovulmuştur. Henry Ford'un Ford'daki başarısından önce iki tane başarısız araba firması vardır ve Steven Spielberg USC Sinematik Sanatlar Okulun tarafından defalarca reddedilmişti. Bu insanlardan herhangi birinin sabit anlayışta olduğunu bir hayal edin ne olurdu? Onlar reddedilmelere yenik düşüp umutlarını kaybederlerdi. Gelişime açık bir beyin yapısına sahip olan insanlar çaresiz hissetmezler çünkü onlar başarılı olmak için başarısız olup tekrar sıçramaya istekli olmaları gerektiğini bilirler. 
Tutkulu Olun. Güçlü insanlar acımasızca tutkularının peşinde koşarlar. Her zaman bir yerlerde senden daha yetenekli birileri çıkacaktır ama sen bu yetenek eksikliğini tutkuların ile telafi edebilirsin. Güçlü insanların tutkusu onların mükemmelliği amansız takip etmeye iten şeydir. Warren Buffet en doğru tutkularınızı 5/25 tekniği olarak adlandırdığı teknikle bulmanızı öneriyor: En çok önemsediğin 25 şeyi bir yere not al sonra en alttan başlayarak 20 tanesinin üstüne çizik at. Geriye kalan 5 tanesi senin gerçek tutkularındır. Kalan hepsi sadece dikkat dağıtır. 
Harekete Geç. Açık görüşlü insanların korkularının üstesinden gelmesi bizden daha cesur olduklarından değil, sadece korku ve endişenin şok edici duygular olduğunu ve bu şokun üstesinden gelmenin en iyi yolunun harekete geçmek olduğunu bilmelerindendir. Gelişime açık insanlar güçlüdürler ve güçlü insanlar ilerleme kaydetmek için gerçekten mükemmel bir zaman olmadığını bilirler. O halde neden böyle bir zamanı beklesinler. Harekete geçmek hata yapma yönündeki bütün endişeni pozitif enerjiye dönüştürür. 
Daha fazla yol kat et. Güçlü insanlar en kötü günlerinde bile her şeylerini verirler. Her zaman daha fazla yol almak için kendilerini zorlarlar. Bruce Lee'nin çıraklarından bir tanesi her gün onunla 3 mil yol koşardı. Bir gün tam 3 mil tabelasına ulaşacakken Bruce, "Hadi 2 mil daha koşalım." Öğrencisi yorgundur ve "İki mil daha koşarsam ölürüm." Bruce'un cevabı? "O zaman koş" Öğrencisi beş mili bitirdiğinde baya sinirlenmişti. Bitkin ve sinirli bir halde Bruce'un karşısına çıkar ve Bruce'un yorumunu bekler, Bruce'un yorumu "Bırakırsan ölmekten bir farkın kalmaz. Sürekli olarak fiziksel ya da başka ne şekilde olursa olsun yapabildiğin şeylere sınır koyarsan bu geri kalan tüm hayatını etkileyecektir. Bu işine, ahlakına, bütün benliğine etki edecektir. Sınırlar yoktur. Yokuşlar vardır ama orada kalmamalısın. Onların ötesine gitmelisin. Bunu yapmak seni öldürecekse öldürür. İnsanın sürekli olarak seviyesini aşması gerekir."
Her gün biraz daha iyisini yapmazsan, o halde büyük olasılıkla her gün daha kötü duruma gidersin-ve bu nasıl bir hayat olur ki?"
Sonuçları Bekle. Gelişmiş anlayışa sahip insanlar zaman zaman başarısızlığa uğrayabileceklerini bilirler fakat onlar asla bunun sonuç beklemelerinden geri kalmalarına sebep olmasına izin vermezler. Sonuç beklentisi motive kalmanızı sağlar ve güçlenme döngüsünü besler. Bütün hepsinden sonra hala başaramayacağını düşünüyorsan o zaman neden rahatsız olasın?
Esnek ol. Herkes beklenmedik sıkıntılar ile karşılaşır. Gelişime açık anlayışa sahip insanlar sıkıntıları kendilerini başarmaktan geri tutan bir şey olmanın tam aksine gelişimin anlamı olarak görürler ve ona kucak açarlar. Beklenmedik bir durum güçlü bir insanı zorladığında onlar sonuç alana kadar beklerler. 
Bir şeyler istediğiniz şekilde gitmediğinde şikayet etmeyin. Yakınmak sabit zihniyetin açık bir işaretidir. Gelişime açık insanlar her şeyde bir fırsat arar bu yüzden yakınmanın onların yanında yeri yoktur. 

HAYATTAN BEKLENTİLERİN NELERDİR

Ödülü herkes ister, peki mücadeleye de var mısın?

Herkes, kendini iyi hissettiren şeyleri arzular, kaygısız, mutlu ve kolay bir hayat yaşamak, aşık olmak, sevilmek, mükemmel görünmek, çok para kazanmak, popüler ve saygı gören birisi olmak ister. Peki, kaç kişi tüm bunlar için mücadele etmeye hazır? İşte ödül-mücadele denklerime dair rasyonel bir analiz…
Hayatınızın en önemli sorusu
Herkes, kendini iyi hissettiren şeyleri arzular, kaygısız, mutlu ve kolay bir hayat yaşamak, aşık olmak, sevilmek, mükemmel görünmek, çok para kazanmak, popüler ve saygı gören birisi olmak ister.
Herkes bunları ister, ve bunları istemek hiç de zor değildir.
“Hayattan beklentin nedir?” diye sorulduğunda, “Mutlu olmak, harika bir aile hayatım ve yapmaktan keyif aldığım bir işim olsun isterim” gibi bir şey söylersiniz. O kadar ezbere verilmiş ve genellemeler dolu bir cevaptır ki, özünde hiçbir anlam barındırmaz.
Muhtemelen daha önce üzerinde hiç düşünmediğiniz, daha ilginç bir soru, “Hayatında nasıl bir acı yaşamak istersin? Ne için mücadele etmek istersiniz?” İşte bu sorunun cevabı, hayatınızın nasıl süreceği ile ilgili anahtar noktalar barındırıyor.
Herkes muhteşem bir iş ve maddi bağımsızlık ister. Ancak hiç kimse, kurumsal hiyerarşide boğulmuş bir halde 60 saatlik iş haftası, yorucu yolculuklar, rutin evrak işleri ile muhatap olmak istemez. İnsanlar, risk almadan zengin olmak ister, hiçbir fedakarlıkta bulunmadan hayattaki beklentileri karşılansın ister.
Herkes aşık olmak, ilişki yaşamak ister, ama kimse yaşanma ihtimali olan tartışmaları düşünmez. Uzun süreli sessizlikler, duyguların incinmesi hiçbir zaman akıllara gelmez. Ama mutluluk mücadele gerektirir. Pozitif duygular, negatif duygular ile mücadele edebilmenin ödülüdür.
Özümüzde ihtiyaçlarımız ve olası tepkilerimiz az ya da çok benzerdir. Olumlu deneyimlerle baş etmek kolaydır. Mücadele edilmesi ve dizginlenmesi gerekenler olumsuz deneyimlerdir. Bu nedenle, arzuladığımız hayat, beklentilerimiz olan iyi duygular tarafından belirlenmez; kötü hisler, deneyimler ve onlarla nasıl istekli bir şekilde mücadele ettiğimiz bizi sahip olmak istediğimiz iyi duygulara ulaştırır.
İnsanlar muhteşem bir fiziğe sahip olmak istiyorlar. Ancak acı ve fiziksel stres dolu saatler boyunca bir spor salonunda yoğun bir tempoda çalışmadan, düşlediğimiz vücuda ulaşmak mümkün değildir.
İyi bir fiziğe sahip olmak
İnsanlar düzenli maaş aldıkları işlerinden istifa edip, kendi işlerini kurmak ister. Ancak, taşınacak riski göz önünde bulundurup bunu yönetemeyen hiç kimse yeni işinde başarılı olamaz. Emeğinizin finansal bir geri dönüşü olacak mı bilmeden, günler, saatler boyu çalışmak zorunda kalabilirsiniz.
Popüler bir tabir var, “Yeteri kadar isterseniz, sahip olursunuz!”
Herkes bir şeyler istiyor, ve yeteri kadar da istiyorlar. Bir şey isteyip, kanepenize kurularak onun gerçekleşmesini beklerseniz, uzun süre o kanepede oturma ihtimalinizin yüksek olduğunu size söyleyebilirim. Hayattan pozitif anlamda beklediğiniz çoğu şeyin bir maliyeti vardır. Sahilde abdominalleri şişirip gezmek istiyorsanız öncesinde yorgunluğu, terlemeyi göze almanız gerekiyor. Limanda duran yatınızla akşamüstü denize açılmak istiyorsanız, risk dolu iş hayatında geceler boyu çalışma ve olası bir iflas ihtimalinin de olduğunu bilmeniz gerekiyor.
Kendinizi aylar boyunca, yıllar boyunca bir şeyler isterken buluyorsanız, hayatınızda hiçbir şey değişmiyorsa, istediğiniz şeye bir adım bile yaklaşamadığınızı hissediyorsanız, belki de istediğiniz şey sadece bir fantezi, bir görüntüden ibarettir.
Başarmak
İnsanlara “Nasıl acı çekmek istersiniz?” diye sorduğumda sanki on iki tane burnum var gibi yüzüme bakakalırlar. Bu soruyu soruyorum çünkü bu sizin arzularınızdan ve fantezilerinizden çok daha fazla şey anlatıyor. Bir seçim yapmak zorundasınızdır. Acı çekmeden de hayatınızı yaşayabilirsiniz, ancak bu hayat, güller ve gök kuşakları ile dolu olamaz. En nihayetinde cevap verilmesi gereken soru budur. Zevkleriniz ile ilgili cevap vermek kolaydır, zor olan, “Ne kadar acıya katlanabilirsiniz?” Vereceğiniz cevap hayatınızı değiştirebilme potansiyeline sahiptir. Sizi beylik cevaplar veren diğer insanlardan ayıracak kararlar alabilmenizi sağlayacaktır.
Mücadeleyi değil, ödülü isterseniz. Süreci değil sonucu isterseniz. Kavgaya değil, sadece zafere aşıksanız. Bu talepleriniz ve arzularınız hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Başarılarınız, mücadeleleriniz sonucunda oluşur.

2 Ocak 2018 Salı

BEDEN DİLİ ÖNEMLİ


Kuşkusuz beden dilinin iş dünyasındaki rolü oldukça büyük. Beden dilinizi doğru bir şekilde kullanarak olumlu imaj oluşturmanın yolu ise yeni bir dil öğrenir gibi her gün tekrar yapmaktan geçiyor. İşte beden dili ile olumlu bir imaj oluşturmanın yolları...
Olumlu imaj nasıl oluşturulur?
Kişinin ailesi ve çevresiyle ilişkilerinde bilinçli ya da bilinçsiz oluşturduğu imaj çok önemli. Bazı hatalı davranış ve tutumlar var ki kişinin oluşturduğu olumlu imajı anında olumsuza dönüştürebiliyor. Uzmanlar, tutarlı ve başarı sağlayacak bir imaj için güler yüzden sıcak ses tonuna, doğru beden dilinden fiziksel duruşa kadar birçok şeyin etkili olduğunu söylüyor.
Olumlu imaj oluşturmanın püf noktalarına dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Zülfikar Özkan, imajın yeni bir dil öğrenmek gibi olduğunu söylüyor. ‘Her gün üzerinde çalışmak ve tekrar yapmak gerekir’ diyen Özkan, bu konuda ustalaşan birinin çalıştığı yere ve ortama göre kendine uygun imajı esnek bir şekilde oluşturabileceğini kaydediyor. 
Beden dili uzmanından öneriler
Beden dili uzmanı Yrd.Doç.Dr. Özkan, olumlu bir imaj oluşturmak için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle ifade ediyor:
Kişisel imajı tutarlı ve başarı sağlayacak duruma getirmek için kişi öncelikle kendini tanımalıdır. Kendini tanıyan kişi, kendine güvenir ve kendini sever. Özgüveni olmayan kimsenin, olumlu imaj sergilemesi mümkün değildir.
Güler yüzlü olunmalı
İletişim kanalları arasında uyum sağlanmalıdır. Psikologlara göre, iletişim kanalları arasındaki uyumsuzluk, ruh sağlığının bozukluğunun göstergesidir. Hiç güler yüzle birine hakaret eden insan gördünüz mü? Güler yüzlü insan, sıcak ses tonuyla konuşur ve insanlara yumuşak bir şekilde dokunur.
Beden dili doğru kullanılmalı
Olumlu imaj oluşturmak isteyen, iletişim becerilerini zenginleştirmeli, ses tonunu etkili kullanmalı ve topluluk önünde rahat konuşma yapabilmelidir. 
Beden dili doğru kullanılmalı. Kişi, beden diliyle olumlu mesajlar verebilmeli. Ayrıca başkalarının beden dillerini doğru okuyabilmeli ve onlarla uyum sağlayabilmelidir. 
Tokalaşma samimi olmalı
İlk karşılaştığımız insana, nasıl göründüğümüz ve nasıl bir yüz ifadesine sahip olduğumuz, ne ve nasıl söylediğimizden önemlidir. Bu sebeple imaj oluşturmada önce görsel mesajlara, sonra kulaktan gelen mesajlara ve daha sonra da ne söylediğimize dikkat etmeliyiz. 
El sıkışmada, göz temasının sağlanması iletişimi güçlendirir ve insanları birbirine yaklaştırır. İnsanlarla her zaman canlı ve samimi bir şekilde tokalaşmak gerekir. 
Dik duruş etkilidir
Konuşma esnasında, her insana özel ilgi ve dikkat göstermeliyiz. İlgi gösterme ve itibar etme, kimlik seviyesinde kabul etme olarak algılanır. Bir kişiyle konuşurken başka bir şeyle meşgul olmak, etrafa veya diğer insanlara bakmak doğru değildir. Ayrıca ciddi konularda şaka yapmak da yanlıştır. 
Canlı olmak ve dik durmak gerekir. Etkili ve özgüveni yüksek bir yürüyüş, sırtın ve başın dik tutulduğu, ellerin rahat bir şekilde savrulduğu bir yürüyüş şeklidir. Şımarık, taşkın ve ciddiyetsiz olmak negatif imaj oluşturur. 
Dış görünüşe özen gösterilmeli
Kişi kurumundaki konumuna ve hedeflerine uygun giyinmeli. Her zaman bakımlı ve temiz görünmeli. Kendisini tamamlayan renklerde ve sitilde giyinmeye dikkat etmeli. Kıyafetlerini vücut yapısına uygun olacak şekilde seçmeli. Elbise, el ve tırnak temizliğine dikkat etmeli. Siyah gözlük takmamalı. Koyu renk takım elbise düzenin ve ciddiyetin, kısa paçalı pantolon ve boyasız ayakkabılar düzensizliğin göstergesidir.
Nezaket kurallarına uyulmalı
Bir grupla karşılaşıldığı zaman bazılarıyla kucaklaşıp bazılarına resmi bir tavır sergilemek olumsuz bir görüntü sergiler. Karşılaşılan her insan önemsenmeli ve kimse görmezlikten gelinmemelidir. İnsanlara ismiyle hitap etmek gerekir. 
Olumlu imaj için empatik bağ kurmak şart. Ayrıca nezaket kuralları öğrenilmeli ve uygulanılmalı. 
Hayal gücünüzden yararlanın
İçinde bulunduğu şartlardan hoşlanmayan kişinin yapması gerekenin, ‘o şartları ve durumları düşünmemek’ olduğunu söyleyen Yrd.Doç.Dr. Özkan, kişinin hayal gücüyle istemediği şeyleri istediği şeylere kaydırabilecek potansiyele sahip olduğunu belirtiyor. 
Yrd.Doç.Dr. Zülfikar Özkan somut örnekle durumu şu şekilde açıklıyor:
“Mesela aynada kendi bedenine bakan ve formunu yitirmiş olduğundan nefret eden bir kimse şu şekilde düşünebilir: ‘Aynadaki görüntümün yerine, görünmeyen niyet ettiğim halimi koyuyorum.’ Bu şekilde istediği imajı zihninde canlandırabilir ve özgüvenini yükseltebilir.” 

SOSYAL MEDYA


Sosyal medya akıl sağlığını nasıl etkiliyor? Uzmanlar sosyal paylaşım sitelerinin akıl sağlığını olumsuz etkilediği söylüyor. Özellikle bu siteleri sık kullanan gençlerde depresyon oluştuğu belirtiliyor. Facebook yöneticileri ise çok daha farklı düşünüyor. İnsanlarla etkileşime girmenin daha iyi hissettireceğini belirtip, daha çok paylaşım yapılması gerektiğini söylüyorlar. İşte Facebook'un açıklamalarının detayları...
Facebook: Sosyal medyada sessizlik ruh sağlığına iyi gelmiyor, daha çok paylaşım yapılmalı
Facebook intihar etme riski olanların tespit edilebilmesi için yapay zeka teknolojisini kullanılıyor.
Facebook, sosyal medyanın ruh sağlığına zarar verdiğini itiraf etti ancak sağlığı korumanın yolunun da daha fazla paylaşımda bulunup daha fazla yorum yazmak olduğunu öne sürdü.
The Times gazetesinin haberine göre Facebook hafta sonu yayımladığı blog yazısında, bazı sosyal medya araçlarının insanları mutsuz ettiğine dair kanıtlar olduğunu kabul etti.
Akademik araştırmalar, sosyal medyayı yoğun kullanan özellikle gençler arasında depresyon, öz güven eksikliği ve yalnızlık duygusu oluştuğuna dikkat çekmişti.
Facebook ise şimdiye kadar bu platformun psikolojik zarar verdiğine işaret eden araştırmalarla ilgili yorum yapmayı reddediyordu.
Sosyal medyanın psikolojik etkileriyle ilgili ilk defa açıklama yapan Facebook'a göre arkadaşlarının durum güncellemelerine 'kenardan bakan' kullanıcıların ruh sağlığı bozulabilir.
Facebook'un araştırma müdürü David Ginsberg ve araştırma görevlilerinden Moira Burke'nin yazdığı blog yazısında "Genelde insanlar vakitlerini çoğunlukla pasif olarak bilgi tüketmeye harcadıklarında, yani yalnızca okuyup birbirleriyle etkileşime girmediklerinde, kendilerini daha kötü hissediyorlar" deniyor.
Facebook, Michigan Üniversitesi'nin de bir araştırmasına atıf yapıyor. Bu araştırmaya göre günde 10 dakika Facebook okuyan öğrencilerin morali, Facebook'ta daha sık paylaşım yapma ve arkadaşlarıyla konuşma görevi verilen diğer arkadaşlarının moraline kıyasla daha bozuk oluyor.
California San Diego Üniversitesi ile Yale Üniversiteleri'nin araştırmasına göre ise çoğu arkadaşının paylaşımlarını 'beğenen' kullanıcıların akıl sağlığı daha kötüye gidiyor çünkü kendileri ile arkadaşları arasında olumsuz kıyaslamalar yapmaya başlıyorlar.
Akıl sağlığının olumsuz etkilendiğini kabul eden Facebook ise sayfada daha az vakit geçirilmesini önermiyor.
Aksine, kullanıcıların paylaşımlarla ve arkadaşlarıyla sık sık etkileşime girerek daha mutlu olacaklarını öne sürüyor.
'Yalnızlık hissine çare daha çok yorum'
Facebook, "İnsanlarla aktif olarak etkileşimde olmak, mesaj atıp, güncellemeler, yorumlar paylaşmak ve özellikle yakın arkadaşlarla eski günlerden konuşmak akıl sağlığına iyi geliyor" tavsiyesinde bulunuyor ve çok yorum yapanların, çok yorum ve mesaj alanların kendilerini daha az yalnız hissettiklerini söylüyor.
Ruh sağlığıyla ilgili çalışan dernekler ise internet şirketlerine sanal ortamdaki zorbalıklara karşı daha fazla mücadele etmeleri uyarısında bulundu.
YoungMinds adlı yardım kuruluşundan Sarah Brennan, "Gençler, internet ortamındaki tacizlere karşı sosyal medya şirketlerinin daha fazla mücadele etmesini ve ruh sağlığını korumak için daha fazla çaba göstermelerini istiyor" diyor.
Facebook'un bu açıklamasından birkaç gün önce ise bu platformların 'insani etkileşimden koparıp bir boşluğa bıraktığı' eleştirileri yapılıyordu.
Facebook'un 2011'e kadar kullanıcı artışından sorumlu biriminde başkan yardımcılığı yapan Chamath Palihapitiya Stanford Üniversitesi'nde "Artık, toplumun işleyişini oluşturan dokuyu paramparça eden araçlar yarattığımız noktaya geldik" dedi.
Facebook'un eski patronu Sean Parker da geçen ayki açıklamasında, internet sitesini bağımlılık yaratacak şekilde tasarlayarak, şirketin 'insan psikolojinin zayıflıklarından istifade edildiğini' bildiğini söyledi.
Facebook, etkileşimlerin daha iyi kontrol edilebilmesi için kullanıcılara kısa süreli aralar alabilecekleri yeni özellikler sunmaya başladı.
Bazı kullanıcıları listeden silmeden 30 gün boyunca 'sessize alabilme' özelliği de geldi.
Facebook ayrıca intihar etme riski olanların tespit edilebilmesi için yapay zeka teknolojisini de kullanılıyor.
Diğer yandan benzer kaygılar diğer platformlar için de dile getiriliyor.
İngiltere'deki Kamu Sağlığı için Kraliyet Topluluğu, Instagram'ın gençlerin ruh sağlığı için en zararlı sosyal paylaşım sitesi olduğunu ifade etti.