Bu Blogda Ara

12 Kasım 2011 Cumartesi

BAŞKASI OLMA KENDİN OL

Ä°lgili resim

Profesyonel hayata adım atacak olanlara "kendin ol" ya da "kendin gibi davran" tavsiyeleri sık sık verilir. Ancak "kendin ol" tavsiyesinin de bir sınırı var. İşte "kendin ol" ne demektir ve ne demek değildir üzerine uzman tavsiyeleri...

KENDİN OL! NE DEMEK?

Birçok profesyonelin iş görüşmelerinde kullanılması gereken en değerli yöntem tavsiyesi olarak "Kendin Ol" dediklerini görüyorum. Peki "Kendin Ol" deyince ne demek istiyorlar? "Kendin Ol" ne demektir ve ne demek degildir? Tabii bunun cevabını iyi vermeniz gerekir."Kendin Ol" tavsiyesinin ne demek olmadığını anlatan 5 faktör size:

İstediğin gibi konuşmak: Kendin olmak demek, ağzınızdan çıkacak herşeyi söylemek değildir: profesyonel olmanız ve gerektiğinde politik davranmanız anlamına gelir. Bazılarınız, politik olmanın dürüst olmamakla eş değer olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Durum böyleyse, iş hayatınızda zorlanmanız çok muhtemel. Politik olmak, nerede nasıl konuşmanız gerektiğini biliyor olmanızdır. Kariyer beklentiniz nedir? sorusuna "bir beklentim yok" diye cevap verme gafletinde bulunuyorsanız, işi kapamama olasılığını da göze alın.

Kendi Stilinde Giyinmek: Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde " ilk imaj" çok önemlidir ve önemi de yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Dolayısıyla kendiniz olacaksınız diye iş görüşmelerine hippi olarak gitmeniz gerekmiyor. Hayatta herşeyin bir adabı var. İş görüşmelerinde de karşınızdaki insanın nasıl bir kişilik olduğunu bilmiyorsunuz. Başvuruda bulunduğunuz işe ve pozisyona göre kıyafet seçiminizi yapmalısınız. Bunların şekilcilik olduğunu düşünüyor olabilirsiniz yada size gerçekten çok saçma geliyor olabilir. Aklınızda bulundurmanız gereken, insanların bu tip konulara önem verdiği ve karar süreçlerini etkiledikleri olmalı!

Şirketten Beklentinizi Dile Getirmek: Şirketten beklentiniz iyi bir kariyer imkanının yanısıra, iyi bir maaş, iyi imkanlar ve benzeri bir takım sosyal haklar olabilir. Sizin için görüşme sırasında önemli olan tek konu, görüşmeden başarı ile ayrılmak ve işverenin size iş teklifi yapmasını sağlamakdır. Diğer tüm konuları, iş teklifinden sonra konuşun, gerekiyorsa da pazarlığınızı bu noktada yapın.

Nasıl bir Kariyer İstediğinizi Belirtmek: Şirketler işe eleman alacakları zaman, uzun dönemli kalabileceğine inandığı, potansiyeli olan başarılı insanları seçmeyi tercih ederler. Haliyle, size yatırım yapıyorlar. Eğer 20'li yaşlardaysanız ve hedefiniz kendi işinizi kurmaksa, bunu iş görüşmeniz sırasında belirtmenizin stratejik olarak ne kadar doğru olduğunu düşünün. Stratejik düşünebilmek ve stratejik hareket edebilmek iş dünyasında oldukça kritik bir başarı kriteri. Şirketler kendilerine değer katacak kişilerle çalışmak isterler. Eğer uzun dönemli hedefiniz kendi işinizi kurmaksa, işinizi kurma aşamasına gelene kadar bu bilgiyi kendinize saklamanız daha doğru olacaktır.

Kendimi Sevdirmek Zorunda Değilim: Rakiplerinizi geride bırakıp, başvurduğunuz işi kapmak istiyorsanız, karşınızdaki kişiyle kimyanızın tutuyor olması, karar sürecini pozitif yönde etkileyecektir. Belki bu durumda yapabileceğiniz fazla birşey olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Belkide yoktur. Ama siz yinede karşınızdaki kişi ile inatlaşmak yerine sizden hoşlanmasını sağlayabilirseniz, sizin avantajınıza olur. Başarılı kişiler ve dolayısıyla başarılı şirketler, müşterilerini dinleyen, onların isteklerine cevap verebilenlerdir.İşi kapmak hedefiniz ise, bazen stratejik davranmak başarı yolunuzu yarılamakdır.

3 Kasım 2011 Perşembe

KENDİNİZE GÜVENİN GELİŞİN



Özgüven şu kavramlarla tanımlanabilir: fikirlerini kabul ettirmek, iyimserlik, istekli olmak, sevgi, gurur, bağımsızlık, güven, eleştirilere açık olmak, duygusal olgunluk ve kapasitesini doğru değerlendirme becerisine sahip olmak.

Özgüven; kendimiz ve yeteneklerimiz hakkında pozitif ve gerçekçi bir anlayışa sahip olduğumuz anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, özgüven eksikliği ise; kendinden şüphe duymak, pasiflik, boyun eğme, aşırı uyum gösterme, yalnızlık, eleştirilere karşı hassas olma, güvensizlik, depresyon, aşağılık duygusu ve sevilmediğini hissetme gibi kavramlarla tanımlanabilir.

Özgüven Eksikliği Nasıl Gelişir?

Aşağılık duygusu, umutsuzluk gibi duyguları, genellikle evde, okulda veya işte yaşadığımız kimi olumsuz yaşam deneyimlerinden sonra ortaya çıkar. Örneğin, siz büyüme aşamasındayken, ebeveynleriniz size sağlıklı ve destekleyici bir çevre sağlayamamış olabilir. Size karşı çok eleştirel, talepkar ve/veya aşırı koruyucu olabilirler. Sonuç olarak, kendiniz hakkında olumsuz düşünmeye başlarsınız.

Aileden birini veya yakın bir arkadaşı kaybetmek. Örneğin: anne-babanızın boşanması, evinizden ilk kez ayrılıyor olmak (ailenizden ve arkadaşlarınızdan ayrı olmak), erkek/kız arkadaşınızdan ayrılmak.

Başarısızlık, hayal kırıklığı gibi olumsuz olayları bir deneyim gibi algılamaktansa, bunların üzerinde fazla durmak.

Kendini veya yeteneklerini çok acımasız bir şekilde eleştirmek.

Olayların sonuçlarını, gerçekte olduklarından daha kötü bir şekilde değerlendirmek.

Ailenizin ve arkadaşlarınızın, sizinle ilgili istek ve beklentilerini karşılayabilmek için çok fazla baskı hissetme ve bu durumun sizin kendi kimliğinizi geliştirmenize ve kendinize ait kararlar almanıza mani olması.

Gerçekçi olmayan hedefler belirleme.

Başarısızlık korkusu. Örneğin; bir dersinizden kaldığınızda, kendinizi bir dersten kalmış, iyi bir insan olarak düşünmektense, işe yaramaz ve başarısız biri olarak düşünmek.

Özgüveninizi Nasıl Arttırırsınız?

Kendiniz hakkında olumlu düşünün.

Gerçekçi olan ve beklentilerinizi karşılayan hedefler belirleyin. Makul seviyede hedefler belirleyin ki, böylece başardığınız şeyler, başta ulaşmayı düşündüğünüz hedeflerlere yakın olsun. Bu durum, özgüveninizi ve kendinizle ilgili memnuniyetinizi destekler. Psikolojinin öncülerinden William James şöyle der: " Kendinden memnun olmak = Ne başardığımız / Başarmayı hedeflediğimiz şey "

Bir şey başardığınızda kendinizle gurur duyun ve kendinizi ödüllendirin.

Kötü veya üzücü bir şey olduğunda, olumsuz düşüncelerinizin farkına varın. Tamamen duygularınızla hareket etmek yerine, içinde bulunduğunuz durum hakkında mantıklı olarak düşünün.

Zayıf taraflarınız yerine, güçlü taraflarınıza ağırlık verin. Belirli konularda, diğerlerine göre daha becerikli ve iddialı olduğunuzun ve hayatınızın her alanında mükemmel olmanın imkansız bir şey olduğunun farkına varın.

Yaptığınız ve başardığınız şeyleri sadece şansa bağlamayın. Bunun yerine, kişisel başarılarınız için kendinizle de gurur duyun.

Fikirlerinizi savunun. Diğer bir ifadeyle, başkalarının haklarını ihlal etmeden, kendi duygularınızı, düşüncelerinizi, inançlarınızı, ihtiyaçlarınızı, dürüst ve net bir şekilde ifade etmeyi öğrenin.

Haklarınıza sahip çıkmayı öğrenin ve sizin için makul olmayan isteklere "hayır" deyin. Fikirlerinizi açık ifade edebilme konusunda alacağınız bir eğitim, özgüveninizin gelişmesinde size çok yardımcı olabilir.

Yaşamınızda önemli olduğuna inandığınız sorunların bir listesini çıkartın. Daha sonra bunları iyileştirmenin veya değiştirmenin yollarını yazın. Bütün sorunlarınız tabii ki kolay ve hızlı bir şekilde çözülemez ama hemen harekete geçebileceğiniz bazı alanlar da olacaktır.

Özgüveni İyileştirmek için Hatırlanması Gerekenler;

Kötü şeyler yerine iyi şeylere ağırlık verin.

Kendiniz hakkında olumlu düşünün.

Deneyimlerinizden ders çıkartın.

Gerçekçi hedefler belirleyin.

Cesaretli olun.

Öğrenmeye devam edin.

İşe yarar şeyler yapın.

Basitliğe önem verin.

Değişimi hoş karşılayın.

17 Ekim 2011 Pazartesi

CARPE DİEM


Kendini doğru tanımak, insanoğlunu, yarattığı bir çok karmaşadan kurtarıveriyor.

Tek tek her insanın ve her toplumun farklı kültürleri var. Sonuçta kültür nedir ki: Gelenekler, kurallar, alışkanlıklar, kanunlar, inançlar, korkular, idealler, doğrular, yanlışlar, iyiler, kötüler, sevinçler, acılar, pişmanlıklar, madde düzeyinde üretilen her şey, sanat, yaşanılanlar, umutlar ve daha bir çok şey. Yâni bir insanın ya da toplumun şimdiki hâline gelmesine sebep olan her şey. Buna da zâten geçmiş diyoruz. Demek ki kültür ve geçmiş aynı şey. "Benim kültürüm" diyerek sahiplendiğiniz şey, sizin geçmişinizdir.


Sizin geçmişiniz, yaratılışın ilk anından itibaren başlar. O andan itibaren yaşanılan her şey kaydolur. İşte bu kayıtların hepsine birden bilinçaltı diyoruz. Bu kayıtların hepsi aynı zamanda geçmişinizdir. Yâni bilinçaltınız ile geçmişiniz ve dolayısıyla da kültürünüz, hepsi aynı şey.


Bedeniniz, bilinçaltınızın dolayısı ile geçmişinizin birebir yansımadır. Beden, kültür, geçmiş, bilinçaltı. Bunların dördü de aynı şeydir. Geçmiş, bitmiş ve tekrarlanmayacak olandır.


Peki insan için gelecek nedir?


İnsanların yaşadığı acılar onların korkularını, yaşadığı hazlar ise arzularını üretir. İşte insan için gelecek, arzularının ve korkularının yönlendirmesinde oluşan hayallerdir.


Hayaller zihinde üretilir ve yaşanılandan kopuktur. O halde gerçek nedir?


Gerçek, yaşanılandır. Yaşanılan ise sâdece şimdide olur.


Hep taze ve hep canlı olan, sizi deneyimlemeye ve anlamaya dâvet eden, sâdece ve sâdece şimdidir.


Geçmiş ve gelecek gerçek değildir.


Geçmiş ve gelecek, zihnimizde oluşan çeşitli görüntülerden başka bir şey değildir. Bu görüntülere ilgi gösterdiğiniz anlarda şimdiden koparsınız. Yâni gerçekten koparsınız. İşte bu, ikiliktir. Bir ve tek olan, şimdidir.


İlginizi geçmiş ve gelecek dâhil tüm varoluştan tamamen çekip özgür bırakmak, ve bununla birlikte içinizde ve dışınızda varolan ve olup biten herşeye tamamen izin vermek, sizi şimdiye getirir; size şimdiyi yaşatır.

 
Anı yaşa

Bugün son günün olsa...


Nasıl yaşardın ?


Sadece 24 saat nefesin kalsa?


Hiç yalansız,


Tamamen riyasız,


Ne yapardın ?


Daha mı çok tebessüm eder ?


Uyumaz yıldızlara mı bakardın ?


Demek çekinmeden sevgini söyler,


Dostlarını arardın ?


Belki gezebildiğin kadar gezer,


Bir o kadar çiçek koklardın.


Acaba düşmanın kalır mıydı ?


Gönlünü alıp barışmadığın ?


Hadi... Zaman geçiyor.


Dakikalar su gibi akıyor.


Son anların olsa bunlar


Ne yapardın ?


Birikmiş tüm paranla


İhtiyacı olanlara yardım eder,


Harcayabildiğince harcar mıydın ?


Sanırım eleştirmezdin kimseyi,


Vakit iltifatlarına yetmezdi !


Peki neden bugün değil... sonra!


Son günün olması ne katacak sana,


Artık anla !


Dün gitti,


Yarın gelmedi;


Anı yaşa !

ESKİDEN NE GÜZEL CAHİLDİK !


Dışarıda kar...

Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.

Kuzinenin üzerinde demir maşa...

Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.

Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...

Sucuk lükstü.

Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi...

Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,

bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve

fakat alışveriş merkezlerinin restorant katlarında,

boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine

fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...

Dışarıda kar...

İçeride kanaat...

İçeride huzur...

Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.

Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!

Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.

Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.

Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...

Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve

filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası...

Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?

Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,

sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.

Çay da kokardı...

Domates de...

Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

Dışarıda kar...

İçeride huzur...

Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...

Kimin umurunda...

Ne güzel cahildik.

Mutluluğun resmini çiziyorduk...

16 Ekim 2011 Pazar

BEN DE ZENGİN OLACAĞIM


Günümüzde fakirlik ile isyanın birbirine çok yakın olduğunun farkındayız. Fakat düşünmemiz gerekiyor, zenginlik ve isyan birbirinden daha mı uzak? Fakirliği kötülerken, zenginliğin, paranın, ihtişamın insanı nasıl körleştirebildiğini genellikle unutuyoruz.

Biz, ‘bir lokma bir hırka’ya razı olunmalı demiyoruz. Sadece malla-mülkle nefes alabileceğimiz saplantısının büyük bir yanılgı olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Malın mülkün bırakın nefes vermeyi, nefesimizi kesebileceğini görmek gerektiğini düşünüyoruz. Asıl mesele fakir ya da zengin olmak değil, “İNSAN” olmak diyoruz.

Ve kavramı yeniden hatırlatıyoruz: Yardım ve Kanaat... Zenginlerimiz kanaatkâr oldukça yardım edecekler. Fakirlerimiz helal yoldan kazanç peşinde koşarken kanaatkârlıkla isyandan korunacaklar.

Bir yandan çayımızı yudumlayıp, bir yandan sohbet ediyoruz. Her zamanki arkadaş toplantılarından biri. Sohbet, ülke gündemiyle başlamış, sonra kendi tavrımızın ne olacağına gelmişti. Kimse bu konuda net şeyler söyleyemiyor, sohbet uzayıp gidiyordu.

Sohbet, ani bir gürültüyle kesildi. Yan odada oynayan çocuklar bulunduğumuz odaya doluştu. Tabii her zamanki neşe, bağırış çağırışlarıyla. Mecburen ilgimiz çocuklara yöneldi. Onlar bu ilgiden memnun, yanımıza sokuldular.

Arkadaşlardan biri, her halinden afacanlık akan çocuklardan birinin kolunu tutarak sordu:

- Söyle bakalım, sen büyüyünce ne olacaksın?

Yedi-sekiz yaşlarındaki çocuk, kısa bir süre durakladıktan sonra çok bilmiş bir edayla cevap verdi:

- Zengin olacağım!

Herkes şaşırmıştı. Kısa bir duraklamadan sonra arkadaş tekrar sorma ihtiyacı hissetti:

- Nasıl yani? Doktor mu olacaksın, yoksa mühendis mi?

Çocuğun o klasik cevaplardan birini vermeye hiç niyeti yoktu. Tereddütsüz tekrarladı:

- Yoo. Ne doktor olacağım, ne de mühendis. Ben sadece zengin olacağım!

Çocuğun sözleri sanki bir an havada asıldı kaldı. Kimse ne diyeceğini bilemiyordu. Sessizlik... Bütün cesaretimi toplayarak bir soru da ben sordum:

- Niçin zengin olmak istiyorsun bakayım?

Çocuk böyle saçma bir soruyu niçin soruyorsun der gibi baktıktan sonra anlatmaya başladı:

- Zengin olursam her istediğimi alabilirim. Televizyonda gördüklerimi isteyince babam param yok diyor. Ama başka çocuklar alıyorlar. Nasıl aldıklarını sordum, babam zengin diyorlar. Babam da, annem de kendi aralarında hep parasızlıktan şikayet ediyorlar. Zengin olursam onların da istediklerini alacağım. Televizyon da hep zengin insanları gösteriyor. Onlar hep güzel yaşıyorlar. İnsan zengin olunca mutlu oluyor. Mühendis olunca insan mutlu olmuyor ki. Benim babam da mühendis. Onun için ben de zengin olacağım.

Hiçbirimiz çocuğun yanıldığını söyleyemiyorduk. Çünkü günlük yaşantımızla, konuşmalarımızla biz de her gün aynı cevabı vermiyor muyduk? Aslında verilen cevap çocuğun değil, bizlerin cevabı değil miydi? Çocuk, safiyetle dile getirmişti bunu, o kadar.

Her gün yaşamın güzelliklerinden konuşurken dahi, sürekli zengin olma hayalleri kuruyoruz. Toplum hızla bu yöne doğru kayarken, bizler de bu sele kapılıp gidiyoruz. Artık rüyalarımızı, hayallerimizi, güzel insan olmak, helal lokma yemek, yayrarlı evlatlar yetiştirmek süslemiyor. Artık içimizde bir Abdülkadir Geylanî olmanın, bir Mevlâna olmanın, bir Yunus olmanın heyecanı dolaşmıyor. Şimdi sohbetlerimizi, hayallerimizi, rüyalarımızı sadece zengin olmak süslüyor. Hem de çalışarak terleyerek değil, en kısa yoldan zengin olmak.

İnsanlarımızın bir kısmı zengin olduğunda, renkli basında gördüğü insanlar gibi gayri meşru bir hayatı hayal ederken, bir kısmımız da ev, araba almayı, çocuklarımızı yurt dışında okutmayı, rahat rahat yaşamayı hayal ediyor.Ama kendimizi kandırıp kandırmadığımızı kim söyleyebilir?

Sonuçta düşünce dünyaları, hayat tarzları ne olusa olsun, herkesin hayalini zengin olmak süslüyor.

Asıl mesele fakir ya da zengin olmak değil, “İNSAN” olmak

Prof.Dr.Ali Seyyar

HERKESİN BİR HİKAYESİ VAR

Yaşıyorsak, bir hikaye yazıyoruz demektir. Kimimiz bu hikayeyi bilinçli yazar, kimimizse bilinçsiz yaşamın akışında sürüklenir gider. Ve derler ki “yaşamda sürüklenip gidersen hayata etki edemez, istediklerini elde edemezsin”. Oysa çok da doğru değildir bu söylem. Neden mi? Her sürükleniş, sürüklenmeyene bir hikayedir de ondan. Sürüklendiğini düşünen sürüklenenin kendisi midir yoksa gördüğü kişinin aynı hayat tarzını yaşamasını bekleyen diğerleri midir?

Sürüklenen bazen kendi hikayesini yazar ve anlatır, bazen başkası onu gözlemler, yorumlar ve anlatır. Sürüklenenle sürüklenmeyen arasında ki farkı yaratan hikayenin nasıl kurgulandığıdır. En renksiz hikayeleri renkli ve ilham verici yapan yaşanılanların yorumlanış şeklidir. Yaşarken çekilen acılar elde edilen sonuçlardan sonra “yeniden yorumlanır” ve hiç bir zaman tam olarak yaşandığı anki duygularla ifade almaz. Tıpkı her başarının hem bir önce ki hem de bir de sonra ki versiyonu olduğu gibi…Yani başarıdan sonra hayat hikayelerinin yeniden yazılması gibi…

Hayatı ilginç yapan yarattığımız hikayelerdir. Hikayelerin nasıl yorumlandığı davranışlarımızı da etkiler. Örneğin zayıflamak isteyen ama zayıflayamayanlarla, zayıflamayı başaranları tetikleyen nedir dersiniz?

Harvard profesörü Ellan Langer’ın araştırmasına bir göz atalım.

84 otel çalışanına “yaptıkları işin (oda temizliği) aktif bir hayat stili yarattığı ve yönetimin de bunu desteklediği” söyleniyor. Bu işi yaparken nasıl aktif kaldıkları da örneklerle anlatılıyor. Ikinci bir gruba hiç bir şey söylenmiyor. 4 hafta sonra birinci gruptakilerin zayıfladığı, tansiyonlarının normale çekildiği, yağ oranlarının dengelendiği görülüyor. Ikinci grupta ise bir değişiklik görülmüyor.

Upenn profesörü Martin Seligman birinci grubun verilen mesajı hayata geçirmiş olmasının kişinin “optimistlik derecesi” ile ilişkili olduğunu söylüyor. Yani, tahmin ettiğiniz gibi bir gruba bilgi verildiği diğer gruba bilgi verilmediği için değil. Zayıflamaya karar verenler ve aksiyon alanların hayata bakış açısı ve kendilerine anllatıkları hikayeler farkı yaratan.

The New York Times’dan Benedict Carey’in ele aldığı “This is Your Life (and how you tell it)” isimli makale’de cömert ve vatandaşlık duygusu gelişmiş kişilerle ciddi bir rahatsızlığı psikoterapi ile yenmiş kişilerin hayat hikayelerini benzer ifadelerle dillendirdiklerine dikkat çekiyor.

Son yıllarda ki araştırmalar, kendinize nasıl hikayeler anlattığınızın önemine daha da vurgu yapıyor. Yazdığımız hikayeler aslında kişiliğimiz hakkında ipuçları da veriyor. Örneğin, başarılı bir iş yaşantınız varken yaşadığınız bir hastalığın herşeyi mahvetmesi, içinde bulunduğunuz dilimde olayları negatif kurgulama eğiliminde olduğunuzu gösterirken, hastalığın size daha yaratıcı bir kimlik verdiğini söylemeniz, hikayelerinizi yorumlama şeklinizin daha olumlu olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla, yaşadıklarınızı nasıl anlatmayı seçtiğiniz de davranışlarınıza etki ediyor.

Davranışlarınızı değiştirmek istiyorsanız, yaşadıklarınızı nasıl yorumladığınızı gözlemleyin.

En önemlisi, hikayelerinizde hep bir acı, çöküş, keşkeler varsa, onları yeniden yorumlayabilmek mümkün mü buna bir bakın. Olaylar arasında farklı ilişkiler kurarak, hikayelerinizi yeniden kurgulayabilirsiniz.

Bu size ne mi sağlar?

Ileriye doğru daha olumlu adımlar atabilmek için geçmişinizle barışmanızı sağlar...

15 Ekim 2011 Cumartesi

GELECEKTEN HEPİMİZ SORUMLUYUZ

Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.


Ne kadar doğru ve anlamlı bir söz. Evet, bizler bir insan olarak beşeri yaşantımızda hem yaptıklarımızdan, hem de yapmadıklarımızdan sorumluyuz. Ne ekersen onu biçersin diyen atalarımız, boşuna söylememiş.

Nefsimizle yüzleşelim ve kendimize soralım, ben bu ülke için ne yaptım? Eğer bu soruya, işte ben yıllarımı verdim çalıştım emekli oldum, diye cevap veriyorsak, bu ülke için hiç bir şey yapmamış, yalnız kendimiz için çalışmışız demektir. Bu ülkenin özgürlüğü, insan hakları adına ne yaptık? Bu ülke için evlat yetiştirirken, hangi beklentiler içindeydik? Bu ülkenin birliğini, beraberliğini sağlamak, bizleri yönetecek doğru insanları seçebilmek adına, nasıl bir hizmetimiz, katkımız oldu? Toplumu bilinçlendirme adına neler yaptık. Daha da açıkçası kendimizi gerektiği gibi yetiştirebildik mi? Dünyadan ne kadar haberimiz var? Dünya bizleri nasıl tanıyor, amaçları nelerdir? Düşmanlarımızı tanıyıp, önlemler alabildik mi? Yoksa onları koynumuzda yetiştirip büyüttükte, haberimiz bile mi yok?

Evet, hepimiz sorumluyuz, hiçbir şey yapmadığımızdan, mirasyediler gibi, yaptıklarımızla övünüp, yapamadıklarımızdan sorumluyuz. Birileri bizlerin özgür iradesini almış. Ne yapacağımızı söyleyenler, ne düşünmemiz gerektiğini, neyin doğru, neyin yanlış olduğuna da kara vermişler. Bir rol biçmişler bizlere, adeta o rolü oynayan figüranılar gibiyiz.


Toplum değiştirilmiş, genleriyle oynanmış. Birlikten beraberlikten söz edenler, bölünmüş kamplara, düşman görür olmuş karşısındakini. Kardeşin kardeşe düşmesini, seyretmişiz film seyreder gibi. Onlar, bizler diye ayırmışız bu vatan evlatlarını.

Vatan, dikenli bir gül gibidir. Onun kıymetini bilmek için, ona âşık olmak gerek. Gülün dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var diye sevinmesini öğrenmeliyiz.

Gelin bizlerin üzerinde dolaşan, karabulutları dağıtalım. Dostça, kardeşçe yaşayalım bir yumruk olarak. Sevindirmeyelim düşmanlarımızı. Toplumun karamsarlığına ışık tutalım, su serpelim gönüllerine. Yıkmayalım demokrasimizin duvarlarını, düşman yapmayalım vatan evlatlarını birbirine. Bir söz vardır, (Bir bugün, iki yarına bedeldir…) derler. Gelin pişman olmak istemiyorsak, bugünkü işimizi yarına bırakmayalım. Bu ülkede dostça, kardeşçe, huzur içinde yaşamak istiyorsak, tek bir yumruk olalım.

Bir nehir olup, bir şelale gibi, sadece kendimize doğru akmamız gereken bir zaman dilimindeyiz.

Bir an önce kucaklaşmalı, kendimizle barışmalı, el ele, kol kola girmeliyiz. Yüreklerimizle bu yolu hep birlikte yürümeliyiz.

Şimdi zaman “KOL KOLA, YÜREK YÜREĞE, DAYANIŞMA ZAMANIDIR”

13 Ekim 2011 Perşembe

MUTLULUK ÇOK MU ZOR ?


Normal yaşam koşulları içinde düşünüldüğünde, yetişkin insanın kendi mutluluğundan sorumlu olmasını beklersiniz.

Aslında iyice incelenip irdelendiğinde mutluluğun kişinin kendine, ilişkilerine, topluma, evrene, yaşamına anlam verişinin bir yansıması olduğunu görürüz.

Anlam verişin yansıması ne demek?… Kendi varoluşunu anlamlı görme veya görmeme ne demek?. Bana göre Shakespeare özetlemiş; “var olmak veya olmamak.”

Dış koşullar ne olursa olsun, kendi varoluşunu anlamlı bir bütün olarak gören insan mutludur. Bu bizi kişisel bütünlük olgusuna getiriyor; doğal olarak. Yani, kişisel bütünlükten yoksun olan kişinin mutlu olması olanaksızdır. Daha büyük ev, daha lüks araba, daha konforlu bir yaşam gibi dış koşulları iyileştirerek daha mutlu olacağını sanan kişi, bunları elde etmek için kişisel bütünlüğünden taviz verdiğinde, kendi varoluşunu anlamlı görme konusunda fakirleşmektedir.

Ve dış koşullar iyileşirken kendine olan saygısını ve mutluluğunu kaybetmektedir.

Evet, mutluluk kişinin anlam verişinin içinde gizlidir; anlam verme sürecinin temelinde de kişinin bütünlüğü yatar.

İnsan kendi kişisel bütünlüğünden sorumludur.

Her insan kişisel bütünlükten ne zaman ve ne kadar yoksun davrandığını sezgisel olarak bilir. Kimi insan için bu sezgi çok önemlidir; kimi insan ise kaale alınmaya değmez.

*Kişisel Bütünlüğüm Denetimim Altında

Denetimimiz altında olan ve denetimimiz altında olmayan şeylerin farkına varmak kişinin olgunlaşmasında önemli bir adımdır. Mutluluk için en önemli kaynak olan kişisel bütünlük kesinlikle kişinin denetimi altındadır.

Yaşamımda denetimim altında olanlardan sorumluluk alırım ve onlarla ilgili olarak elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışırım. En iyisini yapmaya çabalamak, bu çabanın sonucunda alınan sonuç ne olursa olsun, olgun insan için mutluluk kaynağıdır. En iyisini yapmaya çabalamak kişisel bütünlüğün ve bu nedenle de başarının ve mutluluğun kaynağıdır. En iyisini yapmaya çalışırken öğrenmeye açık olurum, öğrendikçe olgunlaşırım, olgunlaştıkça daha gerçekçi olarak yaşamın anlamının benim kişisel bütünlük içinde en iyisini yapma niyetimde gizli olduğunu görürüm.

*Mutluluğun Kaynağını Dışımda Bekleyince

“Evliliğimde her şey istediğim gibi giderse ben mutlu olurum,” diyen kişinin evliliğinde mutlu olması olanaksızdır; çünkü mutluluğunu kendi dışında yer alacak olaylara ve süreçlere bağlıyor. Bu, “Güneşli havada, 24 derece ısıda, nem düşük ve 300 metre yükseklikte mutlu olurum,” demeye benziyor. Bu kişi ancak çok kısıtlı zamanlarda kısa süre mutlu olacaktır. Yerin yüksekliğini seçebilirsin ama havanın güneşli olmasını, ısısını, nemini denetlemen olanaksızdır.

Böyle bir beklenti içinde olan kişi kendini doğadan kopararak sahte bir dünya yaratmaya doğu gider; o dünyada, alış veriş merkezlerinde olduğu gibi ışık, ısı, nem sürekli denetlenir ve kişi bu yapma dünyada mutlu olmaya çalışır.

Birçok evlilikler, eşlerin birbirlerini sürekli denetleme istemi nedeniyle, alış veriş merkezlerindeki gibi yapaysallaşmıştır. Eşlerin kendi özgün kişiliklerini kaybettikleri bu yapay dünyada, yapay kişilikler yapay mutluluklar arayışı içindedir.

“Hayatımda her şey istediğim gibi giderse mutlu olurum,” yaklaşımı mutluluğun kaynağını dışarıda arama tutumunu yansıtır. Olgun ve gerçekçi bir kişinin tutumu değildir. Çünkü yaşamımızda da denetleyebildiğimiz şeylerin sayısı gerçekten çok azdır. “İş yaşamımda her şey yolunda giderse mutlu olurum,” diyen kişi de aynı yolun yolcusudur.

*Mutluluğun Kaynağını İçimde Bulmak

“Evliliğimde her şeyin istediğim gibi gitmesi için elimden gelenin en iyisini yapacağım,” diyen kişinin evliliğinde mutlu olması için bir tek koşul vardır; o da, elinden gelenin en iyisini yapma niyeti içinde olması ve çabalamasıdır. İçinde bulunulan koşullar içinde elden gelenin en iyisini yapmaya niyetlenmek ve gayret etmek kişinin kişisel bütünlüğünden, yani iç dünyasından, kaynaklanır. Bu kişi mutluluğunu kendi dışında yer alacak olaylara ve süreçlere bağlamamış olur; niyetinin saflığı onun mutluluk kaynağıdır.

“İş yaşamımda her şeyin yolunda gitmesi içinde elimden gelenin en iyisini yapacağım,” diyen kişi de, işler nasıl giderse gitsin, niyetinin saflığı içinde, elinden gelenin en iyisini yaptığı sürece, mutludur.

Bazı okurlarım, “İş zarar ettiği halde mi?” diye akıllarından bir soru geçiriyor olabilirler.

Evet, iş zarar ettiği halde bu kişi mutludur. Bir tek koşul var: bu kişinin kişisel bütünlük içinde olması. İşi iyi gidince mutlu olan ve işi kötü gidince mutsuz olan, “niyetinin saflığı içinde elinden gelenin en iyisini yapmaya çabalayarak kişisel bütünlük içinde yaşamanın” gerçek mutluluk olduğunu bilmeyen henüz olgunlaşmamış kişidir.

“Hayatımda her şey istediğim gibi giderse mutlu olurum,” yaklaşımı gerçekçi ve olgun bir yaklaşım değildir. Gerçekçi olmayan her tutum gibi, bu tutum da, kişinin yaşamında önemli sorunlar yaratacaktır.

Yaşamdaki her şeyi denetim altında tutmaya çalışmak olanaksızı olanaklı kılmak çabasıdır; böyle bir çaba kişiyi nevrotik yapar. Nevrotik kişi kaygılar denizinde yüzerken mutlu olması olanaksızdır.

*Bana Göre Mutluluk

Mutluluk konusunu irdelemeye son vermeden önce kendimce birkaç büyük laf etmek istiyorum.

Mutlu olmayı başarmak demek, kişisel bütünlük içinde yaşamayı başarmak demektir.

Kişisel bütünlük içinde yaşamayı başarmak demek, insan olmayı başarmak demektir.

Mutlu olmak konusunu tartışmak, insan olmak konusunu tartışmak anlamına gelir.

İnsanın doğası kendini gerçekleştirme yönünde programlanmıştır ve kendini gerçekleştiren insan ise mutlu olmaya mahkumdur.

HAYALLERİNİZİN PEŞİNDEN GİDİN...

Şu anda en iyisiniz, ama gelecekte daha da iyi olacaksınız.


Bazen izlediğimiz yollar uzun ve zorlu olabilir, fakat unutmayın: böyle yollar, sonunda daima en güzel manzaralar olan yollardır.

Tabii ki önünüze engeller çıkacak: bunlara nasıl tepki verdiğiniz, kim olduğunuzu - içinizdeki sizi- ve kim olacağınızı belirler.

Adım adım çabalayarak, hedeflerinize ulaşma şansınızı artırın. Yapabileceğiniz en iyi şey, sizden istenen her şeyi yapmaktır.

Unutmayın, kendi mucizelerinizi yaratabilirsiniz.

Kapınızı çalan fırsatların bir nedeni var, değerlendirmeniz için oradalar.

Her zaman kazanmak zorunda değilsiniz, kazanmak için ne yapmanız gerektiğini bilmelisiniz.

Daha güzel bir hayata açılan kapının anahtarını bulmak size bağlı.

Unutmayın, daha fazla zorluk, sizi zorlukları nasıl aşacağınız gerçeğine daha da yakınlaştırır ve bunun ötesini götürür.

Endişelenmeyin.

Zorluklarla karşılaşın.

Hayallerinize uzanın ve onları daha yakına, kalbinizin daha yakınına getirin.

"Keşkelerden" kurtulun ve doğru olanı yapmak için ne gerekiyorsa onlarla yolunuza devam edin.

Önem verdiğiniz tüm kişilerin şükranlarıyla, hayattan istediğinizin peşinden gidin. Ve dileklerinizi gerçekleştirmenin gerçekten nasıl bir şey olduğunu keşfedin.

İNANMAK BAŞARMANIN YARISIDIR !
YETERKİ KENDİMİZE OLAN ÖZGÜVENİMİZ TAM OLSUN.....