Bu Blogda Ara

11 Eylül 2011 Pazar

KİŞİSEL GELİŞİM


Kişisel gelişimin en önemli noktası kişinin kendisini en iyi şekilde tanımasından geçer. Kendinize şu soruları sorun: Kendimi hangi konuda eksik hissediyorum? Hangi durumlarda problem yaşıyorum?

Kendinize seminer planı yapın! Kişisel gelişim seminerlerinin neler olduğunu öğrenin ve bunları bir kağıda yazın. Daha sonra ben şu konularda eksiğim ve eğitim almam gerekir dediğiniz seminerlere katılmaya çalışın. Okuyun! Her ay en az 3 adet kişisel gelişim kitabı okuyun. Çünkü bu kitaplar kendinizle ilgili en yeni araştırmaları ve bilgileri size verecektir.

Amacınız ne? Kendinize hayat amacı belirleyin. Şu anda yaşadığınız hayatı gerçekten yaşamak istiyor musunuz? Eğer yaşamak yaşamak istemiyorsanız neler yapmanız gerektiğini kendinize sorun ve öğrenin. Asıl hedefe kilitlenin! Yaşadığınız küçük başarılara yoğunlaşarak ulaşmak istediğiniz büyük başarıların engellenmesine izin vermeyin. Kolay olanla başlayın! Yapamayacağınız şeyler üzerinde fazla yoğunlaşmayın.

Motivasyon... motivasyon! Kendinizi ve başkalarını motive etmenin yollarını öğrenin ve mutlaka hayatınızın her kademesinde ihtiyaç duydukça bunları uygulayın. İpler elinizde olsun! Her gününüzün ve hatta saatinizin kontrolü sizde olsun. Hatalarınızdan ders alın! Onları, sizi başarıya ulaştıracak hatırlatmalar olarak görün. Kendinize inanın! Elinizi kolunuzu bağlayan inançlar değil, güçlendiren inançlar seçin.

İletişime dikkat! İnsan ilişkileri, hitabet ve beden dili konusunda mutlaka eğitimler alın. Düşleyin! Hayal kurmaktan korkmayın. Çünkü hayal gücü insanın en önemli silahıdır.

KENDİNİZE GÜVENİN , GELİŞİN...


Özgüven şu kavramlarla tanımlanabilir: fikirlerini kabul ettirmek, iyimserlik, istekli olmak, sevgi, gurur, bağımsızlık, güven, eleştirilere açık olmak, duygusal olgunluk ve kapasitesini doğru değerlendirme becerisine sahip olmak.

Özgüven Nedir?

Özgüven; kendimiz ve yeteneklerimiz hakkında pozitif ve gerçekçi bir anlayışa sahip olduğumuz anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, özgüven eksikliği ise; kendinden şüphe duymak, pasiflik, boyun eğme, aşırı uyum gösterme, yalnızlık, eleştirilere karşı hassas olma, güvensizlik, depresyon, aşağılık duygusu ve sevilmediğini hissetme gibi kavramlarla tanımlanabilir.

Özgüven Eksikliği Nasıl Gelişir?

Aşağılık duygusu, umutsuzluk gibi duyguları, genellikle evde, okulda veya işte yaşadığımız kimi olumsuz yaşam deneyimlerinden sonra ortaya çıkar. Örneğin, siz büyüme aşamasındayken, ebeveynleriniz size sağlıklı ve destekleyici bir çevre sağlayamamış olabilir. Size karşı çok eleştirel, talepkar ve/veya aşırı koruyucu olabilirler. Sonuç olarak, kendiniz hakkında olumsuz düşünmeye başlarsınız.

Aileden birini veya yakın bir arkadaşı kaybetmek. Örneğin: anne-babanızın boşanması, evinizden ilk kez ayrılıyor olmak (ailenizden ve arkadaşlarınızdan ayrı olmak), erkek/kız arkadaşınızdan ayrılmak.

Başarısızlık, hayal kırıklığı gibi olumsuz olayları bir deneyim gibi algılamaktansa, bunların üzerinde fazla durmak.

Kendini veya yeteneklerini çok acımasız bir şekilde eleştirmek.

Olayların sonuçlarını, gerçekte olduklarından daha kötü bir şekilde değerlendirmek.

Ailenizin ve arkadaşlarınızın, sizinle ilgili istek ve beklentilerini karşılayabilmek için çok fazla baskı hissetme ve bu durumun sizin kendi kimliğinizi geliştirmenize ve kendinize ait kararlar almanıza mani olması.

Gerçekçi olmayan hedefler belirleme.

Başarısızlık korkusu. Örneğin; bir dersinizden kaldığınızda, kendinizi bir dersten kalmış, iyi bir insan olarak düşünmektense, işe yaramaz ve başarısız biri olarak düşünmek.

Özgüveninizi Nasıl Arttırırsınız?

Kendiniz hakkında olumlu düşünün.

Gerçekçi olan ve beklentilerinizi karşılayan hedefler belirleyin. Makul seviyede hedefler belirleyin ki, böylece başardığınız şeyler, başta ulaşmayı düşündüğünüz hedeflerlere yakın olsun. Bu durum, özgüveninizi ve kendinizle ilgili memnuniyetinizi destekler. Psikolojinin öncülerinden William James şöyle der: " Kendinden memnun olmak = Ne başardığımız / Başarmayı hedeflediğimiz şey "

Bir şey başardığınızda kendinizle gurur duyun ve kendinizi ödüllendirin.

Kötü veya üzücü bir şey olduğunda, olumsuz düşüncelerinizin farkına varın. Tamamen duygularınızla hareket etmek yerine, içinde bulunduğunuz durum hakkında mantıklı olarak düşünün.

Zayıf taraflarınız yerine, güçlü taraflarınıza ağırlık verin. Belirli konularda, diğerlerine göre daha becerikli ve iddialı olduğunuzun ve hayatınızın her alanında mükemmel olmanın imkansız bir şey olduğunun farkına varın.

Yaptığınız ve başardığınız şeyleri sadece şansa bağlamayın. Bunun yerine, kişisel başarılarınız için kendinizle de gurur duyun.

Fikirlerinizi savunun. Diğer bir ifadeyle, başkalarının haklarını ihlal etmeden, kendi duygularınızı, düşüncelerinizi, inançlarınızı, ihtiyaçlarınızı, dürüst ve net bir şekilde ifade etmeyi öğrenin.

Haklarınıza sahip çıkmayı öğrenin ve sizin için makul olmayan isteklere "hayır" deyin. Fikirlerinizi açık ifade edebilme konusunda alacağınız bir eğitim, özgüveninizin gelişmesinde size çok yardımcı olabilir.

Yaşamınızda önemli olduğuna inandığınız sorunların bir listesini çıkartın. Daha sonra bunları iyileştirmenin veya değiştirmenin yollarını yazın. Bütün sorunlarınız tabii ki kolay ve hızlı bir şekilde çözülemez ama hemen harekete geçebileceğiniz bazı alanlar da olacaktır.

Özgüveni İyileştirmek için Hatırlanması Gerekenler

Kötü şeyler yerine iyi şeylere ağırlık verin.

Kendiniz hakkında olumlu düşünün.

Deneyimlerinizden ders çıkartın.

Gerçekçi hedefler belirleyin.

Cesaretli olun.

Öğrenmeye devam edin.

İşe yarar şeyler yapın.

Basitliğe önem verin.

Değişimi hoş karşılayın.

MANTIK MI , İÇGÜDÜLER Mİ ?


Karar verme sürecinde yaşanan en büyük gerilim mantığın yoksa içgüdülerin mi sesini dinlemektir. Üstelik bu gerilim çoğu zaman yanlış karar vermemize neden olur. Oysa hangi durumlarda içgülerin, hangi durumlarda mantığın sesini dinlemenin doğru olduğunu bilirseniz doğru kararı vermek çok daha kolay olur...

İÇGÜDÜLERİNİZE GÜVENMEYİ ÖĞRENMEK DAHA SAĞLAM KARARLAR DEMEK. BAZEN.

Biliyorsunuz işte. İçinizden bir ses seçiminizin doğru olacağını söylüyor. Mantığınızsa sizi başka yöne çekiyor. Sonra gerginleşiyorsunuz çünkü iç sesi mi yoksa mantığınızı mı düşünmeniz gerektiğini bilemiyorsunuz.

İçgüdülerimize güvenmeyi öğrenmek, hayatta doğru seçimleri yapmamıza etki ediyor. Üstelik hafıza üzerine yapılan araştırmalarda içgüdülerin "şanslı bir seçim" yapmaktan çok öte bir durum olduğunu kanıtlıyor. Araştırmalar, karar alırken sadece mantıksal seçimler yerine içgüdülerimize de danışmanın önemli olduğunu savunuyor.

Peki, içgüdü dediğimiz şey nedir?

İçgüdü dediğimiz şey gerçekte beynin "otomatik" olarak hareket etmesi, yani, bilinç dışından (nonconscious) çektiği bilgilerle hareket etme hali. Bilinç dışında hareket etme hali kompleks karar alma süreçlerinde karşımıza çıkıyor. İçgüdülerimiz, geçmiş deneyimlerimiz ve bilgilerimizin derlemesidir. Içgüdülerle hareket etmek bilinçsiz hareket etmek anlamına gelmiyor. Aksine, içgüdüsel hareket etmek bilinç üzerine henüz çıkmamış bilgi ve tecrübelere dayanarak seçim yapmak anlamına geliyor. Her kararı içgüdülerle almak doğru olmasa da içgüdülerimize güvenmeyi öğrenmek hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırıyor.

İçgüdülerimiz bizi ne zaman yanıltıyor olabilir?

Cornell University profesörlerinden Tom Gilovich, içgüdülerimizin delil içerisinde ki kusurları yakalamakta pek iyi olmadığını söylüyor.

Içgüdüsel karar alma süreçlerinde hatalı, yetersiz, vb bilgilerle karşılaşıldığında geçmiş deneyimlere başvurur beynimiz ve içgüdülerimiz birşeylerin pek de doğru olmadığının sinyalini verir.

İçgüdüler geçmişten bilgiyi çektiğinden eğer yetersiz bilgi ve dayanak doğrultusunda içgüdülerinizi dinliyorsanız, gelecekteki imkanları kaybedebilirsiniz.

Önyargılarımıza yenik düşebiliriz. İçgüdülerimizi duygularımız hareket ettirir. Bu yüzden bazen gerçekliği olan konuları dahi önyargılarımız yüzünden göz ardı edebiliriz.

Bir konuda uzman olmanız ve içgüdülerinizin kuvvetli olması bazen kendinize olan özgüvenin tavan yapmasına neden olur. Fazla pozitif düşünmenin kurbanı olabilirsiniz.

İçgüdüsel karar alma öğrenilebilir mi?

MIT ve Marine Corps uzmanları öğrenilebilir diyor. Ben de içgüdüsel olarak buna inanıyorum!

Nasıl diye soracak olursanız, uzmanlar birkaç öneride bulunuyor. İşte size 5 öneri:

Iyi dinlemek-Durumsal bilginin elde edilmesine faydası olduğundan düşünce modellerinin iyi şekillenmesine neden olur.

Kararı uygulamadan önce üzerinde tekrar düşünmek-Bu süreç duyguların algılarınızı nasıl etkilediğini gözlemlemenize yardımcı olacaktır.

İnançlarınızı gözden geçirin- Verilere dayalı inançlarınız mı var yoksa kendi kurgularınıza dayalı inançlarla mı hareket ediyorsunuz, düşünün.

Deneyimlerinizi artırın-Modellemeler deneyimlerden elde edilir. Bu yüzden hayat tecrübelerinizi artırmaya ve çeşitlendirmeye bakın.

Duygularınızı tanımlamaya ve anlamaya gayret edin-Duygular önceki deneyimlerimize işaret eder. Hissettiklerinizin ne anlama geldiğini farketmek ve bu hislerin ne kadar güvenilir olduğunu anlamak ileriye dönük içgüdülerimizi daha kuvvetlendirir.

EMPATİ


Karşımızdaki kişilerin duygu ve düşüncelerini anlayabilmek elbette faydalı. Ancak son zamanların sihirli kelimesi olan empatinin dozu da çok önemli. Çünkü empati yapmak, ne vicdan azabını bastırmanın, ne de korkularımızdan kaçmanın aracı değildir.

EMPATİ TEHLİKELİ OLMASIN


Toplum olarak başkalarına yardımcı olmak adına empati kurmayı, acıma ve gizli suçluluk duygularıyla karıştırabiliyoruz


Çok tatlı bir kadındı.

Yardımsever, üretken, anaç... İki çocuğu ve eşiyle mutlu görünen bir hayatı vardı. Maddi durumları iyi olduğu için çalışmıyordu.

Eşinin işleri iyi gidiyor olmalıydı. Hoş, karısına sorunlarını bile anlatmayan, hiçbir detay vermeyen bir adamdı ama olsun. Bir dediğini iki etmiyor, üstelik karısına karışıp kısıtlamıyordu.


Yardım etmeyi çok severdi kadın. Lüks bir arabası, iyi bir ailesi vardı. Ve mahallede yardımcı olabileceği o kadar çok muhtaç insan vardı ki, sahip olduklarının keyfini süremiyordu.


Ne zaman parası olmayan bir çocuk görse, onun eline harçlık sıkıştırmaya çalışır, yardım derneklerine üye olup varlıklı ailelerin çocuklarından kullanılmış kıyafetler toplayıp, ihtiyacı olanlara göndermek üzere organizasyonlarda çalışırdı. Bir de kadın derneklerine meraklıydı. Özellikle de dul kalmış kadınlar kötü yola düşmesinler diye, onların her türlü barınma ihtiyacının karşılanması için özel bir ilgi gösterirdi.


Buraya kadar ne kadar güzel, ne erdemli bir davranış, öyle değil mi? Oysa yaptığımız her davranışın bir de alt duygusu var. Alt duygu, bilinçaltımızda kayıtlı olan çekirdek inanç ile birlikte hareket eder. Ve çekim yasasını aktive eder. Artık kuantum ve çekim yasasını bilmeyen yok. Ama küçük bir hatırlatma yapalım. Hayatımıza çektiğimiz, başımıza getirdiğimiz olaylar, zihnimizle düşündüklerimiz değildir. Alt duygumuz ve çekirdek inancımızla, çoğu zaman farkında bile olamadığımız, bazen de farkında olup engelleyemediğimiz duygularımızla harekete geçiririz.


EMPATİNİN DOZU ÖNEMLİ


Bu tatlı kadının da annesi ve babası çok evhamlı insanlardı. Hayatta her an, her şey bozulabilir, iyi giden olaylar kötüye dönebilir gibi bir korkuları vardı. Hayatları, kendilerini güvende tutabilmek ve sonradan hayal kırıklığına uğramamak için, sevinç ve kahkahalarını kontrol altında tutmakla geçmişti. Annesinin sözleri, kadının kulağında bir yetişkinken bile çınlamaya devam ediyordu: "Aman kızım, çok gülme, sonra ağlarsın!"


Dul kadınlara yardımcı olmak, dünyada alabileceğiniz en güzel sevaplardan biri belki de... Ama yardımcı olurken, karşınızdaki kişiye acımak, hatta "Ben bu kadar mutluyken, insanlar nasıl da acı çekiyor," diyerek suçluluk hissetmek, size zarar verir. Neden mi?


Çekim yasası devreye giriyor. Alt duygunuz, kendinizi cezalandırmaya başlıyor. Üstelik bunu hiç fark etmeden, bilinçaltınızdan yapmaya başlıyorsunuz.


Kimsesiz çocuklara yardımcı olmak, onlara para vermek harika bir şey. Hatta her varlıklı ailenin, fakir bir çocuğu okutması, giydirmesi, çok ciddi bir fayda sağlar. Ama bunu yaparken, o çocuğun haline bakıp korkuyla "Ya benim çocuğum bu hale düşseydi?" derseniz, işte bu tehlikeli.


Empati, toplumumuzda öğretmeye çalıştığımız bir kavram. Ama maalesef biz toplum olarak empatiyi, acıma ve gizli suçluluk duygularıyla karıştırabiliyoruz.


SUÇLULUK, VİCDAN AZABI VE KORKU


Somali’ye yapmak istediğimiz yardımlara bir bakalım. Onlara baktığımızda, açlık sınırına gelmiş çocukları gördüğümüzde, olaylara seyirci kalmak istemiyoruz. Çoğumuz kendi bütçemize göre para yardımında bulunduk. İyi ki de yaptık. Ama o insanlara bakıp, akşam yediğimiz yemek boğazımızda dizilmeye başlıyorsa, birbirimizi uyarırken, yardım etmeye teşvik ederken vicdan azabı yüklüyorsak, orada bir hata yapıyoruz demektir.


Alt duygumuz, sevgi olsun. Ama tertemiz bir sevgi... Onlara baktığımızda üzülebiliriz, ama suçluluk, vicdan azabı, korku duymadan... Bilinçli zihnimiz ve mantığımızla yardımlarımıza karar verelim. Kendini acındıran insanlardan uzak duralım.


Bahsettiğim tatlı kadına ne mi oldu? O şimdi eşinden ayrılıyor. Ve çocukları yardıma muhtaç durumda. Ama bunları da atlatacak, çünkü çok güçlü bir kadın o.


Sadece çekim yasasını aktive eden alt duygu ve çekirdek inançlarını değiştirmekle meşgul. Tüm yaptıklarımızın arkasında tertemiz bir sevgi olması dileğiyle...

30 Nisan 2011 Cumartesi

MOTİVASYON SÜRECİ


İhtiyaçlar insanda yoksunluk hissi yaratırlar ve insan fizyolojik ve psikolojik dengesini (homeostazi) sürdürmek için bu ihtiyaçları tatmin etmek zorundadır. Ancak ihtiyaç kavramı, istek kavramı ile karışabilir. İsteklerimiz her zaman karşılanmasına gerek yoktur ancak yaşamımızdaki dengenin sürmesi için
ihtiyaçlarımızın mutlaka karşılanması gerekmektedir.

İhtiyaçları sınıflandırma her ne kadar insandan insana farklılık gösteren bir yapıya sahipse de genel olarak, birinci derece temel ihtiyaçlar ve ikinci derece tamamlayıcı ihtiyaçlar olarak iki grupta incelenebilir..

Daha da ayrıntılı olarak ise ihtiyaçları şu şekilde sınıflandırabiliriz:

Fizyolojik (yeme , içme , ..)
Güvenlik (sağlık sigortası, ..)
Sosyal (arkadaşlık)
Psikolojik ( başarı, statü , self-esteem )
Daha çeşitli şekillerde de sınıflandırma yapılabilir. (Hayati ihtiyaçlar, hayati olmayan ihtiyaçlar gibi )

GÜDÜLER
İhtiyaçları tatmin etme zorunluluğu , insanın harekete geçmesini gerektirir ; bu ise güdüler sayesinde olur . Harekete geçirilmiş ihtiyaca psikolojide güdü(motive) adı verilir. Güdü olarak adlandırılan bu etmenler içsel ,
yada dışsal olabilir. Güdüler doğuştan olabilecekleri gibi (dürtü , içgüdü), sonradan da kazanılabilirler.Güdü kavramı ilk olarak Woodworth (1918) tarafından , “bir organizmayı çeşitli şekillerde harekete geçiren
enerji birikimi” olarak tanımlanmıştır.

Motivasyon Teorilerinin temelini teşkil eden güdüye dayanan teorilerden en önemlisi Cannon (1939) tarafından geliştirildi. Bu teori “homeostasi” kavramına dayanmaktadır. İçsel yada dışsal etmenler dolayısıyla meydana gelen dengesizlikler , organizmayı denge durumundan uzaklaştırır. Tekrar denge durumuna dönmek için organizma harekete geçer. Bu organizmanın harekete geçmesini ise güdüler sağlar.

Motive olarak da bilinen güdüyü , davranışı amaca doğru yönelten bir güç olarak tanımlayabiliriz. Burada
amaç ihtiyaçları tatmin etmektir. Hareket ise ihtiyaçları tatmin etmek için yapılan fiillerdir.

MOTİVASYONUN TANIMI

Motivasyon kelimesi Latince “movere” , yani “hareket ettirme, hareketlendirme” kelimesinden gelmektedir. Motivasyon, istekleri, arzuları, ihtiyaçları, dürtüleri ve ilgileri kapsayan genel bir kavramdır. Açlık, susuzluk, gibi fizyolojik kökenli güdülere dürtü adı verilir. İnsanlara özgü başarma isteği gibi yüksek dürtülere de ihtiyaç denir. Motivasyon sürecini anlamada ihtiyaçlar, dürtüler ve özendirici uyarcılar arasındaki ilişkiler ve anlamları önemlidir.

Kişilerin yapabileceklerinin limitini, eğitim ve yetenek seviyeleri, yapabildiklerinin limitini ise moral ve motivasyon seviyeleri belirler. Elimizden gelenin en iyisini yapabilmemiz, motive olmamıza bağlıdır.

Motivasyon, başarı için şarttır ama tek başına yeterli değildir. Hepimiz hayatta daha başarılı olmak isteriz. Başarılı olmak için yapmamız gerekenleri biliriz. Bunları niçin yapmamız gerektiğini biliriz. İstersek nasıl yapabileceğimizi de, yapmakla neler kazanacağımızı, yapmamakla neler kaybettiğimizi de biliriz. Ama,yine de o “yapmamız gerekenleri” yapmayız? Peki bizi durduran nedir? Cevap atalet! Atalet; durağanlık, tembellik, miskinlik, üzerine ölü toprağı serilmiş gibi hareket etmek, hareketsizlik gibi anlamlara gelir. Atalet halinde olmann tersi, hareket halinde olmaktır. Ataletin panzehiri nedir?

Motivasyon

Psikolojik bir olgu olan motivasyonun değişik açılardan ele alınmış olması bir çok tanımının yapılmasına neden olmuştur. Aşağıda bu tanımlardan bazıları verilmiştir.

Zihinsel olarak nereye gideceğinizi, ne yapacağınızı ve nasıl bir yaşam elde edeceğinizi oluşturmak ve kavramaktır. Yani bilinçli bir şekilde karar vermek ve uygulamaktır. Bu mantıkla yola çıkan kişi zihinsel olarak verdiği kararı harekete geçirmek için mücadele etme olayıdır.

Kişilerin belirli bir amacı gerçekleştirmek için kendi arzu ve istekleri ile davranmaları”

Örgütün ve bireylerin ihtiyaçlarının tatminle sonuçlanacak bir iş ortamı oluşturarak bireyin harekete geçmesi için etkilenmesi ve isteklendirilmesi süreci”

“Bireyleri , onların özel bir tavırla hareket etmelerine , davranmalarına teşvik eden ; kendilerinden veya çevrelerinden kaynaklanan çeşitli güdü ve güdüler topluluğu”

“Bir hareketin yönü , şiddeti ve devamlılığı üzerine çabuk ve derhal yapılan etki”

“Davranışın nasıl başladığı, sürdürüldüğü, yönlendirildiği, durdurulduğu ve tüm bunlar sürerken organizmada mevcut olan öznel reaksiyonlar”

“Bir şey yapma isteğidir ve yapılan fiilin bireyin ihtiyaçlarını tatmin etme yeteneği sürdükçe bireyde bulunur.”

“Güdülerin etkisiyle eyleme geçme ve gerçekleştirme sürecidir.”

MOTİVASYON SÜRECİ

Motivasyon başlangıcı motive olmakla başlar. Motivasyon ya da diğer bir deyişle güdüleme gözle görülmeyen varsayımsal bir olgudur ve davranışı anlamada çok önemli bir süreçtir. Buna dayanarak güdüyü davranışı amaca doğru harekete geçiren, yönelten bir iç durum olarak tanımlayabiliriz. Motivasyonun amacı eyleme geçmektir. Düşünceleri yaşama geçirme isteği en az bu düşünceler kadar önemlidir.

Başarılı insanlar çoğu kez amaçlarını belirleyerek motive olurlar. Başarılı olmak isteniyorsa nereye gidildiği ve ne yapmak istenildiği bilinmelidir. İlerlemek isteyen bir kişi ulaşmayı arzuladığı bazı hedefler belirler. Bu hedefler doğrultusunda yeteneklerini geliştirdikçe bu hedeflere doğru ulaşmaya çalışır. Bu nedenle bir plâna gereksinim vardır. Kişinin amacına yönelik plânlar, müteahhit ‘in projesine benzer. Proje olmadan binanın şekli belli olmaz. Yapımında hangi malzemelerin kullanılacağı, kaç kişinin çalışması gerektiği ve işin ne zaman bitireceği belirlenmez.

Bireyde fizyolojik veya psikolojik dengenin bozulması ile eksiklik ortaya çıkar. Bu eksiklik durumu ihtiyaçları yaratır demiştik. İhtiyaçlarda hedefleri belirler ve hedefe yönelik davranışı ortaya yol açar.

Örneğin : Nereye gideceğinizi, zihinsel olarak oluşturuyor, kavrıyorsunuz ve oraya varmak için harekete geçiyorsunuz.

Olmak istediğiniz gibi olmanın yolu nedir? Bunu bulmaktır. İçten motive olan kişi düşüncesini eyleme dönüştürür. Hedeflerini belirler ve o hedeflere ulaşmak için harekete geçer.

Motivasyon sürecinde üç aşamadan söz edilmektedir:

Davranışı tetiklenir ve kişi kendisine bir takım hedefler (Fizyolojik veya psikolojik) koyar. İnsan davranışını tetikleme, insanın içinde onu çeşitli şekillerde davranmasını sağlayan güçler (güdüler) ve bu güdüleri harekete geçiren çevresel faktörlerle ilgilidir.

Hedefe yönelik davranışlarda bulunurlar. Amaç zihinde oluşturulan düşünce ve hedeflere ulaşmaktır. (Fiziksel olarak, çünkü bir kuvvet ve güç harcamak zorundasınız.)

Hedeflere ulaşılır. (Gereksinimlerin Karşılanması Dengenin Bozulması) ama burada olay bitmez çünkü davranışın sürdürülmesi gerekir. İlk iki faktöre bağlı olarak, bireyin davranışını sürdürmesi yada sürdürmemesi ile alakalıdır. Bu üç faktör de çalışan bir insanı analiz etmemiz ve onu anlamamız açısından anahtardırlar.

Motivasyon Teorileri de bu üç faktör üzerinde yoğunlaşır. Burada düşünce ve eylem eşit önemdedir. Başarılı bir insanı düşünün. Hedefine ulaşır ulaşmaz herşeyi bir tarafa atmaz, mutluluğunu arttırmak için, yeni ve daha başarılı hedefler belirler. Bu amaçla kendisini planlar ve çalışmalarını yapar.

Kendini motive eden kişi gelişmeye açıktır. Gelişmenin değişme olduğunu ve değişmenin de bilinmeden bilinmeyene atlayarak riskler içerdiğini kabul ettiğini unutmamak gerekir. Başaramamak demek, gerektiği kadar hazırlıklı olunmadığı anlamın gelmektedir. Bu yüzden eğer başarılı olunmak isteniyorsa yılmamak devam etmek gerekmektedir.

MOTİVASYONUN ŞARTLARI NELERDİR?

1. İnanmak

Karar verirken önce bu kararı vermeden önce onu yapabileceğine kişini inanması gerekir. Kendine olan inancı sağlayabilecek tek kişi, kişinin kendisidir. Çevresindekiler yardım edebilirler ama ancak kişi bunu gerçekleştirebilir. Örneğin amaçlarınız, iyi bir eğitim görmek, iyi birer anne, baba olmak iyi derecede para kazanmak ise bu amaçlara ulaşmak için harekete geçmek gerekmektedir. Eğer harekete geçmenize engel herhangi bir şey varsa onları bulup gidermek ve bunları yaparken de kendinize güvenmek zorundasınızdır.

2. Özgüven

Kendine inanmak, huzurlu bir aklın anahtarıdır. Akıl sakinken ve kendinden eminken en iyi şekilde çalışır. Güven eksikliği aslında yararlı hiçbir şey üretmeyen olumsuz düşüncenin ürünüdür. Amaçları gerçekleştirmek için gereken bedeli ödemeye istekli olmak gerekir. Gerçekten arzulanan ve uğruna çalışmaya istekli olunan herşeyi kişi kolaylıkla başarabilir. Hayallerini “Kendi gücüyle gerçekleştireceğine inanan insan şevklidir, inançlıdır ve yaşama sevinci vardır. Kişinin gelecekteki umudu, onun şimdiki gücünün kaynağıdır.

Hayallerinden kendini ayıran cam bölmeyi kaldıracak güç herkeste vardır. Yeter ki insan kendi iç dünyasının muhteşemliği ve onun sınırsız gücü ile tanışsın, onunla merhabalaşsın. Önemli olan yaşamdan ne istenildiğinin keşfedilmesi ve bu yolda ilerlenebilmesidir.

3. Gizli Yetenekleri Ortaya Çıkarma

Amaçları belirlemek ve o amaçlara ulaşmakta ciddiyse kişi kendini sınamalıdır. Kişi kendini tanımaya ve nasıl gittiğini değerlendirmeye zaman ayırmalıdır. Kendini dürüstçe yansıtmak yararlı bir iştir, ama bu iş yapılırken tamamen gerçekçi olmak gerekir aksi halde bu yansıtmanın bir önemi kalmaz.

MUTLU YAŞAM


• Dinlemeyi öğren.

• Yaşlan ama paslanma.

• Özür dilemekten çekinme.

• Aynı hatayı ikinci kez yineleme.

• Mükemmeli ara, kusursuzu değil.

• İnsandaki iyiyi ortaya çıkarmayı bil.

• Senden daha zeki insanları işe al.

• Büyük düşün, küçük zevklerin tadına var.

• Her şeyi bulduğundan daha iyi durumda bırak.

• Sürekli “Ben dürüstüm” diyenlerden kuşkulan.

• İlk kez tanıştığın insanlara önce işlerini sorma.

• Acıyı ve düş kırıklığını, yaşamın bir parçası gibi kabul et.

• Çocuklarını övgüye sahip olabilecekleri biçimde yetiştir.

• Keşke sözcüğü yerine “Bir daha ki sefere” demeyi dene.

• Çocuklarına sık sık onlara ne denli çok güvendiğini söyle.

• Kaybedecek bir şeyleri kalmamış insanlardan kendini koru.

• İnsanların her zaman gerçeği duymak istediklerini sanma.

• Köprüleri atma. Aynı nehri yine geçmek zorunda kalabilirsin.

• Başarılarının sana sağladığı iç huzuru sağlık ve sevgi ile ölç.

• Ailene “en iyisini vermek” yerine, “verebileceğinin en iyisini” ver.

• Duyurduğun ya da duyduğun haberlerin taraflı olduğunu unutma.

• Asıl savaşı kazanmak için küçük bir çarpışmayı yitirmeyi göze al.

• Maddi durumun çok iyi olsa bile, bırak çocukların kendi harçlıklarını kendileri kazanabilsinler.

LİDER ÖZELLİKLERİ


İnsanlar "lider olarak doğarlar, sonradan lider haline gelemezler".Bazı insanlar doğuştan sahip oldukları birtakım üstün kabiliyetler sayesinde diğerlerinden ayrılırlar. Bu durumda, liderlik tarzını açıklamanın tek yolu ise, bu tip insanların sahip oldukları özellikleri ölçmekle sağlanabilir.Nitekim, bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda dört tip etkili liderlik özelliği bulunmuştur.

Kişisel özellikler (uyum sağlama, hırs, üstün olma, özgüven vb.),

Fiziksel özellikler (boy, cinsiyet, ırk, etkileme, kilo, görünüş vb.)

Düşünsel özellikler (zeka, dikkat, deneyim, başkalarına karşı duyarlılık, hitabet vb.)

Sosyal özellikler (iyi iletişim kurma, empati, dışa dönüklük )

LİDERLİK TİPLERİ

1.Otokratik Lider
Otokratik liderler grup üyelerini yönetim dışında tutmaktadır. Yönetim yetkisi tamamıyla liderde bulunmaktadır. Amaçlar, politikalar ve planlar belirlenirken grup üyelerine söz hakkı verilmemektedir. Bu liderler, astlarını etkilemek için emir verme, hatalarını eleştirme gibi taktikler kullanırlar çünkü onların dış unsurlarla motive olduklarını düşünmektedirler.

2.Demokratik ve Katılımcı Lider
Demokratik liderler yönetim yetkisini grup üyeleriyle paylaşma eğilimi göstermektedirler. Amaçlar, politikalar belirlenirken, iş bölümü yapılırken hep grup üyelerinin fikirlerini dikkate almaya çalışmakta, daha az kontrol etme taktikleri kullanmaktadırlar. Kişilerin iç unsurlar ile motive olduklarına inandıklarından başarılı işleri takdir etme davranışı gösterirler.

3.Hümanist Lider
Korumacı rolünü üstlenmiştir. Ödül sistemini ağırlıklı olarak kullanır, duygusal yönlendirmeyle motive etmektedir.

4.Destekleyici Lider
Lider kararını grupla birlikte almaz. Katılım ve ödül sistemi uygulanmaktadır. Örgütsel amaçlar
üyelere danışılarak verilir.

5.Karizmatik Lider
Üyelerini peşinden sürükleyen verimliliği yüksek bir lider tipidir.Kararları kendisi
vermektedir.Kişisel karizmasını kullanmaktadır.

6.Liberal Lider
Lider grup üyelerini tamamen serbest bırakmakta, güçten kaçmaktadır. Lider gruba dışarıdan bilgi ve kaynak sağlama yönünde katkıda bulunmaktadır.

28 Eylül 2010 Salı

YAŞINI SÖYLE SENDROMUNU ÖĞREN


18 yaş: Ülkemiz için 18 yaş sendromu ergenlik dönemiyle birlikte başlıyor. Bu süreçte bedensel gelişimin yanı sıra ruhsal ve psikolojik değişimler de yaşanıyor. Dolayısıyla hem aile için hem de kişi için sancılı bir süreç oluyor. Dünyada 18 yaş sendromu ergenliğin dışında bir anlam daha taşıyor. 18 yaş reşit olmak, üniversite için aileden uzaklaşmak ve artık kendi ayakları üzerinde durma zorunluluğu demek. Bizde çok daha sonraları yaşanan bu endişe özellikle Avrupa toplumlarında 18 yaşında baş gösteriyor.

24 yaş: Üniversite, askerlik derken hem iş hem de eş dönemi başlıyor. Bu yüzden 20´li yaşlar özellikle de 24 yaşında, işe girme endişesi ve bir düzen oturtabilme isteği, bunları başaramama korkusu bir arada yaşanır. Bol sivilceli ve stresli bir sendromdur.

30 yaş: 30 yas sendromu geç kalmışlık hüznü, başaramama kaygısı ve kendini sorgulama, bulunduğu durumu beğenmeme hali olarak tanımlanıyor. Bu sendromu yaşayanlar çoğunlukla ya hâlâ bir iş sahibi olamamış ya da yaptığı işten memnun olmayanlar ve iyi bir işe sahip ama evlenmemis, kendi düzenini kuramamışlar oluyor.

35 yaş: Malum, ömrün yarısı anlamına geliyor. Artık amca-teyze-dayı tanımlamalarını daha çok duymaya başladığınız bir dönem olduğu için, hayatın sonuna yaklaşıldığı için hüzünlü bir ruh halidir 35 yaşına girmek.

40 yaş: Özellikle erkekler için riskli bir yaş sınırı. Çünkü Prof. Dr. Osman Müftüoğlu´na göre bu yaştan sonrası iç sorgulamaların ve hesaplaşmaların yoğunlaştığı, ilişkilerin hoyratlaştığı yeni bir zaman dilimi haline gelebiliyormuş. Tabii bu sendroma erkekler kadar kadınlar da kapılabiliyor. Gençlik yılları hatırlanıp "Nerede kalmıştık?" diyerek hem imajda, hem hal ve tavırda hem de yaşam şeklinde olmadık değişimlere gidilebilir.
Yakın çevresini şaşırtacak cinsten her türlü radikal değişimler olabilir bunlar. Kadınlar için bu yaşlar menopozun başlangıç evreleridir. Onlar da ergenlik dönemindeki psikolojik buhranların yeniden yaşayabiliyor.

50 yaş: Erkekler için fiziksel değişimlerin başladığı yıllar. Orta yaş sendromu olarak da tanımlanan bu süreçte erkeklerde ve kadınlarda kronik ağrılar, yorgunluk, depresyon, sinirlilik, öfke gibi durumlar baş gösterebiliyor. Aslında daha önceki nesillerde bu yaşlar bilgelik yaşlarıydı. Aileyi ayakta tutan bağ olan, çocuklara ve torunlara hayat dersleri verilen çağlardı. Ama günümüzde gerek sosyal yapının değişmesi gerekse hormonal dengelerin bozulması sebebiyle bu dönemler hem kişi için hem de yakın çevresi için sendromlu geçiyor.

70 yaş: Buna daha çok "yaş yetmiş iş bitmiş" sendromu diyorlar. Ama anti-aging akımıyla 70 yaşında dinç insanlarla karşılaşıyoruz. Beden iyice eskimiş olabilir ama mühim olan, ruhun genç kalması. Eğer daha önceki sendromları sorunsuz atlattıysa 70 yaşına ulaşanları bedensel hastalıklarının dışında bir şey kolay kolay yıkamıyor.

26 Eylül 2010 Pazar

HEDEFLERİNİZİ BELİRLEYİN , BAŞARIN...


Başarısızlık yapamamak değil, yapamayacağını sanmaktır.
Bizi düşüncelerimiz sınırlamazsa hiçbir yaratık sınırlayamaz.

1. Büyük Düşünmek:

Kaderimizin kanunu şudur: Düşünceler eylemlere yol açarlar. Eylemler alışkanlıkların nedenidir. Alışkanlıklarımız bizim karakterimizi, kişiliğimizi belirler. Karakterimiz ise kaderimizi örgüleyen en önemli nedendir. Yaratıcımız geleceğimizi belirleme gücünü bize vermiştir. Herkes yürüdüğü yolun sonunda var olana ulaşır. Tırmandığınız merdivene bakarak sonunda nereye yükseleceğinizi anlayabilirsiniz. Dolaysıyla büyük sonuca giden yol büyük düşünceden başlar.

Hayat nehri Kızılırmak'tan daha kıvrımlı, Niagara'dan daha akıntılı ve tehlikelidir. Niagara nehri boyunca ilerlerken, bazı akıntı kollarının sizi inanılmaz güzelliklerle dolu vadilere götürdüğünü görürsünüz. Ama bazı kolların ucunda sonu ölüm olan şelaleler vardır. Tehlikenin başına geldiğinizde artık her şey bitmiş olur. Sona gelmeden önce yolunuzu değiştirebilirsiniz. Çoğu zaman geç kalmış olmazsınız. Ama bir gün gelir her şey bitmiş olur. Tedbir almazsanız geleceğiniz öyle bir ölüm bataklığına saplanır ki yeniden dirilmek için ne bir çaba gösterebilirsiniz, ne de göstereceğiniz çaba geleceğinizi kurtarabilmek için yeterli olabilir.

Büyük olduğunu düşündüğümüz insanların çoğu çocukluk yıllarını bizden daha ağır şartlarda geçirdiler. Ağır hastalıklarla boğuştular, yetim kaldılar, çevreleri tarafından terk edildiler. Bazılarının geri zekalı olduğu düşünülüyordu. Açlığı, fakirliği çektiler. Onların isimlerini tarihe altın harflerle yazdıran sırrı biz neden kullanmayalım?

Anthony Robbins küçük düşündüğünde bir otel görevlisiydi. 21 yaşında bir genç olduğunda, aniden büyük düşündü ve on yıl içinde hayatı hayal edebileceği kadar hızlı bir yükselişe geçti. Şimdi milyonlarca insan onu örnek almaya çalışıyor.

"Büyük Düşünmenin Büyüsü" isimli kitabında Dr. David J. Schwartz ilginç bir tespiti aktarıyor. Amerika'da büyük bir şirketin işe alma bölümüne başvuranların durumu çok çarpıcıdır. Şirketin yılda 10 bin dolar ödediği işlere başvuranların sayısı, yılda 50 bin dolar ödenen işlere başvuranların sayısından 50 ile 250 kat fazlaymış. İnsanların çoğu daha ucuz işlere başvuruyorlar. Bunun anlamı açık: Yola yüksekten başlamaya cesaret edemiyoruz.

Siz işe girmeye karar verdiğinizde hangi görevler için başvurursunuz? Çoğu kimse "bir iş olsun da ne olursa olsun" anlayışındadır. Az istediğiniz için kaderiniz size az veriyorsa niçin ona küsüyorsunuz? İnsanların çoğu büyük işlere layık olmadıklarını düşünürler. Kendilerine güvenmezler. İnanılır gibi değil.

Vanlı bir çocuk tanırım. Öğrenim görmek için Ankara'ya geldiği zaman, şehir içi otobüs bileti alacak parası yoktu. Öyle ki eski Ankara terminalinden Demetevler semtindeki arkadaşlarının evine bir gece yarısı iki saat yürüyerek gitmek zorunda kalmıştı. O genç Anadolu'nun tertemiz ruhunu yansıtıyordu. Onun hakkında inanılmaz bir gelecek beklemiyordum. Küçük bir tezgahın başında ticarete başlayan Kayatürk şimdi her ay milyarları yönetiyor. Büyük düşünmeyi öğrenmeseydi, işini bu kadar büyütebilir miydi? Kader herkese istemeyi bildiği kadarını vermiştir. Düşünsenize, niçin kaderin sahibi: "Dua edin cevap vereyim." "Dua etmezseniz ne öneminiz var." Diyor?

“Mutluluk, güzelliklerin içinde doğanların değil, çirkinliklerin bile güzel yanlarını keşfedebilecek kadar güzellik kaşifi olanlarındır.”

2. Coşkunuzu Güçlendirin

Coşkunuzu güçlendirmek için önerdiğimiz yollardan sonuncusu konuşmalarınızda “güçlendirici” kelimeleri kullanmanızdır. Olumlu yük taşıyan güçlendirici kelimeleri her kullanışınızda ruhunuzun güçlendiğini görürsünüz. Dinleyen herkes güçlü kelimelerinizin etkisiyle sizde sihirli bir güç olduğunu sanır.

Güçlendirici kelimeleri kullandıkça manevi gücünüzün, özgüveninizin, coşkunuzun arttığını göreceksiniz. Bu kelimeler, onları her tekrar edişinizde sizi daha güçlü ve etkileyici gösterecek. Dahası mıknatıs gibi bir çekiciliğe sahip olacaksınız.(Güçlendirici kelimelerin altı çizilmiştir)

Başarı için dayanma gücüne, cesarete ve özgüvene ihtiyacımız var. Küçük bir engel karşısında hemen ümitsizliğe kapılan, kendini çaresiz hisseden bir insanın durumu çok acıdır. Oysa büyük kelimeler hayatımızı aniden değiştirebiliyor. Öyle ki en zayıf olduğunuz anda güçlendirici kelimeleri beş dakika tekrar ederseniz tüm duygularınızı değiştirebilirsiniz. Zihniniz, duruşunuz, yüz hatlarınız değişir(Zayıflatıcı kelimelerin altı çizilmiştir)

Büyük ve güçlendirici kelimeler arasından en önemlilerini size aktarmak istiyoruz. Bu kelimeleri ve bunların eş anlamlılarını sık sık kullanın. Kendinizi ve yaptıklarınızı bu kelimelerle tanımlayın. Çılgınca tanımlayın:

Enerji yükü en fazla olan güçlendirici kelimeler:

“Büyük, farklı, şimdi, hızlı, fırsat, harika, bedava, kazançlı, yeni, kolay, heyecan verici, kesin, canlı, güzel, temiz, ilginç, muhteşem”.

Diğer güçlendirici kelimelerden bazı örnekler:

Sır, başarı, zafer, yapmak, cesaret, önem, sevgi, saygı, barış, oyun, gülmek, yardım, vermek, yükselmek, eğlenmek, sevinmek, coşmak, kahramanlık, şeref, dürüstlük, tazelik...

Bu kelimelerin her birinin eş anlamlısı olan onlarca kelime bulabilirsiniz. Büyük kelimeleri diğerlerinden ayırmalı ve onları her fırsatta yüzlerce kez tekrar etmeliyiz.

Eş anlam açısından size bir örnek vermek istiyorum. "Büyük" kelimesinin yaklaşık eş anlamlıları arasında "Heybetli, kocaman, koskoca, çaplı, cesametli, devasa, muazzam, çarpıcı, azametli, ihtişamlı, muhteşem, şahane, haşmetli, görkemli, göz kamaştırıcı, göz alıcı, yüce..." gibi kelimeler yer alır.

Bu kelimeleri kullanarak kendinizi tanımladığınızda neler hissetmeye başladığınızı, gücünüzün nasıl devleştiğini göreceksiniz: İsterseniz bunu hemen şimdi yapın ve nasıl kudretli bir padişaha dönüştüğünüzü görün:

"Kendimi muhteşem hissediyorum. İnanılmaz harikalıkta işler başardım. Ben son derece güçlüyüm. Son derece başarılıyım. Harika bir insanım. Başarmak çok kolay. Ne kadar zevkli işler yapmışım! Şimdi mükemmelleşiyorum. Azamet ve heyecan kuşatıyor beni. Gücün ruhumda dolaştığını görüyorum."

Bu sözleri, bunlara benzer cümleleri kendiniz hakkında yüzlerce kez tekrar edin. Kanatlanıp uçmaya başladığınızı göreceksiniz. "Hayır yalan söylüyorsunuz" diyecek size çevreniz. Ruhunuzun derinlerine fısıldayan şeytandan aynı olumsuz telkinleri işiteceksiniz. İnsanlar kendi yalanlarının kurbanı oldular. Yıllarca kendimize yalanlar söyledik. Güçsüz olduğumuzu, bahtsız ve başarısız olduğumuzu söyledik. Şimdi söylediğimiz bu yalanların esareti altında inliyoruz. Ne olurdu birileri çocukken bize bizi uçuracak yalanları nasıl söyleyeceğimizi öğretseydi.

"Sevinçten coşuyorum" derseniz yalan mı söylemiş olursunuz? Eğer bu sözü söylemeye devam ederseniz idam sehpasında bile sevinçten coşarsınız. Eğer "sıkıntıdan içimi kemiriyorum" demekte ısrar ederseniz padişah koltuğunda ölüm acısı yaşarsınız. Tekrar ediyorum. Kendi yalanlarımızın kurbanıyız. İnandığınız tek doğru vardır. O da mutlak olan doğru değil, kendimize ısrarla söylediğimizdir. Hangi yalanı kendinize ısrarla söylerseniz tüm ruhunuz ona inanacaktır. Alt bilinciniz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmez. Sadece ona en çok söylediğinizi doğru kabul eder. Bizim tek doğrumuz kendimize ısrarla söylemeye devam ettiğimizdir.

Kendinize kırk gün deli olduğunuzu söylerseniz gerçekten deli olursunuz. Kırk gün akıllı olduğunuzu söylerseniz gerçekten akıllı olursunuz. Ona ne olmak istediğinizi söyleyin. Beyniniz olmak istediğiniz gibi olmakta zorluk çekmeyecektir. Her renge girebiliriz, her farklılığı ustalıkla başarabiliriz.

Kullandığımız aktif kelimeler çevremizin kullandığı kelimelerden inanılmaz derecede etkilenir. Çoğumuz içinde yaşadığımız çevrenin kopyacısı oluruz. Trabzon’da “da”, Eskişehir’de “gali”, Diyarbakır’da “lo” seslerinden kurtulamadığımız gibi, çevremizdeki insanların kullandığı kelimelerden de kurtulamayız. İki kelimeden ibaret olan isminizin anlamının bile karakterinizi değiştirebildiğini bildiğiniz halde kullandığınız kelimeleri ayıklamayı ihmal eder misiniz?

Şurası gerçek: Sanatla ilgilenen insanlarla sanat konusunda, bilimle ilgilenenlerle bilimsel alanda konuşursunuz. Konuştuğunuz alan, üzerinde düşündüğünüz alana dönüşür. Öfkeli insanların yanında öfke kelimelerini duydukça onları kullanır hale gelirsiniz. Bu kelimeler kendilerine bağlanan anlamları bilincinize çağırır. Bu çağırma işlemi tekrar ettikçe, artık otomatikleşir ve öfkeyi bizzat yaşayan ve yaşatan insanlar oluruz.

Sözünü ettiğimiz gerçekten emin olmak istiyorsanız farklı kültürlerden insanların konuşmaları ve duyguları arasındaki ilişkileri inceleyebilirsiniz. Ortak dili kullananlar arasındaki duygu ve tutum benzerliğini fark edeceksiniz.

“Beyninize ne yapmak istediğinizi söylemezseniz,
nasıl yapabileceğinizi sizin için kendiliğinden araştırıp size söyleyemeyecektir.”

3. Hedef Belirlemek

Başarı aynı yönde sonuna kadar gitmektir. “Nereye gideceğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana çekilir.” Hangi yönde nereye kadar gidiyoruz? Tam olarak ne istediğinizi bilirseniz, çevrenizdeki güçler size nasıl yardımcı olacaklarını bilirler. Zihninize ne yapmak istediğinizi söylerseniz onu yapmak için çalışır.

“Nereye gideceğini bilmeyen gemiye hiç bir rüzgar fayda vermez.” sözü hedefsizliğin gerçek sonucunu ortaya koyuyor. Ne yapmak istediğinizi bilmiyorsunuz, ama çevrenizde binlerce fırsat rüzgarı uçuşmaya devam ediyor. Hedefiniz yoksa fırsatları nasıl kullanacağınızı, yelkenlerinizi ne şekilde ayarlayacağınızı bilemezsiniz.

Kendilerini başarısızlığa mahkum edenler hedefi, zihinde dolaşıp duran hayallerle karıştırırlar. İsteklerin, dileklerin hedef olduğunu sanırlar. Sonuçta hedefsizliklerini değil de talihsizliklerini suçlarlar. Onlara, isteseler neler yapabileceklerini söyleseniz, inandıramazsınız. Büyük işler başaranların, bunu sadece hedeflerine borçlu oldukları konusunda ikna olmazlar.

Her başarı, sahibinin bizzat kendisinin ürettiği bir şaheserdir. Başkasının ürettiği eseri satın alabilirsiniz, ancak kendi başarınızı satın alamazsınız. Uzun bir yolculuğa çıktığımızda mutlaka dikkate almamız gereken bir gerçek var: Öncesinde acı tattırmayan sonrasında zevk tattıramaz. Hamuruna alın teri damlamayan bir bina gösteremezsiniz. Ağlamamışsanız gülemeyeceksiniz. Uykularınız hiç kaçmamışsa, huzurlu uykulara kavuşamayacaksınız. Denizlerin derinlerindeki inciye ulaşmak istiyorsanız, derinliklerde dolaşmayı ve ahtapotla yüzleşmeyi göze almalısınız. Merak etmeyin, başaranlara zarar vermeyen acılar size de zarar vermeyecektir. Hedef belirleyebilmek için uykusuz kalmanız gerekiyorsa bunu göze alın.

Hedef sahibi olduğunuzda tüm duruşunuz ona hizmet edecektir. Geçen tüm saniyelerinizde zihniniz hedef üzerinde düşünecek, konuşmalarınızı, ilginizi ve öğreniminizi hedefiniz belirleyecektir. Böylece dikilen bir ağacın beslenerek büyümesi gibi, hedeflerle dolu bir zihinde yaşatılan arzular içten içe inşa olmaya ve yeşermeye devam edecektir. Hedefsiz insan kökleri kesilmiş ağaç gibidir, yeşermez. Kökleriniz canlı mı?
Her gece uyumadan önce, sulanmak isteyen büyük bir hedef kendisini size hatırlatıyor mu?

Hedef üzerinde çalışırken dikkat etmemiz gereken belli kurallar vardır. Bu kuralları sistemli şekilde uygulayabildiğimiz ölçüde hedefimiz elimize verilecektir.

“Hiç kimse bir şeyi elde edebileceğine inanmadığı sürece onu elde etmeye hazır değildir. Ne kadar hazır olduğunuzu ne kadar arzuladığınız belirler.”

4. Arzu Geliştirme

Başarmak üretmektir. Üretmiyorsanız başarılı olamazsınız. Her başarının içinde, var olmanın ayrı bir hikayesi yer alır. Tüm başarıların ortak bir özelliği, içlerinde güçlü arzu barındırmalarıdır. Başarı büyükse ona yol açan arzu da büyüktür. Ne kadar başarılıysanız o kadar arzulusunuz. Kainatı yaratan arzu en büyük arzuydu. Küçük arzuyla bir mektup, büyük arzuyla bir kitap yazarsınız.

Bugününüz geçmişteki arzularınızın eseridir, geleceğinizi de bugünkü arzularınız belirleyecek.Kaderinizi başka hiçbir şey değil arzularınız yani dualarınız belirler. Yaptıklarınız, yapmadıklarınız; yapacaklarınız ve yapmayacaklarınız yani her şeyiniz, yani tüm kendiniz arzularınıza bağlı. Üreteceğiniz her şey ne istediğinize, nasıl ve ne kadar istediğinize veya istemediğinize bağlıdır.

Herkeste var olan sıradan arzulardan söz etmiyorum. İstemekten, dilemekten, basitçe ümit etmekten söz etmiyorum. Üzgünüm: Sözünü ettiğim arzuyu ifade edecek başka bir kelime de bulamıyorum. Burada herkesin bildiği arzudan değil, çok az insanın bildiği arzudan söz ediyorum.

Kainattaki tüm güç ilişkileri arzu kanuna dayanır. Arzu, manevi gücün doğduğu kaynaktır. Ne kadar çok arzuya sahip olursanız o kadar güçlü olursunuz. Yani arzu ne kadar şiddetli ise sonuç o kadar güçlüdür. Bir Batılı düşünür şöyle der: "Duygularınızın şiddetini bilseydim gelecekte atacağınız adımların büyüklüğünü söyleyebilirdim." Arzu duygudur ve tüm duygular arzu duygusunda birleşirler. Arzu, yerine göre sevgi olur, yerine göre nefret olur. Tüm duygular arzulamakla arzulamamak arasındaki çizgi üzerinde dizilirler.

Edison çok istemeseydi elektriği bulmak uğrunda yüzlerce defa bıkmadan deney yapabilir miydi? Kolomb çok istemeseydi aylar süren Amerika yolculuğuna dayanabilir miydi? Gemisinde defalarca isyanlar çıktı. Tayfalarının çoğu öldü. Yıldırıcı okyanus dalgalarıyla boğuştu. Çok arzulamasaydı o zorluklara dayanmaya devam edebilir miydi? O insanların arzuları çok güçlüydü. Ne kadar güçlü olacağınızı ne kadar şiddetli istediğiniz belirler.

Zor sanılan başarı aslında ummadığımız derecede kolaydır. Başaranlarla başarmayanlar arasında harcadıkları çabalar açısından neredeyse hiç fark yoktur. Oysa onların dağlar ile taşlar kadar birbirlerinden farklı olduklarını sanırız. Bir cümleyi yazmakla, yazmamak arasındaki fark çok küçüktür. Bir sigarayı içmekle içmemek arasındaki fark çok küçüktür. Ama bu iki küçük eylemin sonuçları arasında korkunç farklar olduğunu görüyoruz. Cümleyi yazarsanız kitap yazarsınız. Sigarayı içerseniz ömrünüzü kısaltırsınız. Bu küçük fark bize büyük bir fırsat veriyor. Bu sayede biz de tüm başarılı insanlar gibi başarıyı yakalayabiliriz. Baş döndürücü bir başarıya imza atabilmek için baş döndürücü işler yapmak zorunda değiliz. Büyük iş yapmak çok iş yapmaktan ziyade farklı iş yapmaktır.

Bizi şurası yanıltıyor: İş yapmanın iki boyutu vardır: Biri miktar, diğeri içerik. Hiçbir milyarder iş adamı fakir köylü dede kadar yorucu çalışmaz. Çok çalıştığı halde fakir, az çalıştığı halde zengin olan insanların sırrını, ne kadar yaptıklarında değil ne yaptıklarında arayın. Başarı çok çalışmayı gerektirir belki ama farklı çalışmayı gerektirir.

Okyanusun yapısını bir damla suyun yapısından farklı görüyoruz. Oysa okyanus su damlalarının birikmesinin sonucudur. Bir damla suyu çok küçümsüyoruz. Oysa yumuşacık su ısrarla damladığında taşları deliyor; biriktiğinde gemileri yüzdürüyor; sel olduğunda şehirleri yerle bir ediyor. Mağaralardaki heyecan verici salkıt ve dikitler damlayan su zerreciklerinin birikiminin sonucudur. Tüm büyükler küçüklerin birleşmesiyle oluşmuştur.

Bütün çabalarınızı arzu ile ateşlersiniz. Arzu damlaları biriktikçe arzu okyanusunu oluşturur. Sistem şöyle işler: Ne kadar arzularsanız o kadar enerjiyi, o kadar gücü, o kadar emeği amacınız uğrunda feda etmeye hazır olursunuz. Hatta en üst düzeyde, her şeyinizi en çok istediğiniz hedefe feda edersiniz. Hedefinizi öylesine arzularsınız ki ona adanırsınız. Anthony Robbins bunu yapmıştı. Fakirlikten kurtulmaya ve başarılı olmaya adanmıştı. Şiddetli istek, basit bir ümit, basit bir dilek değildir. O kadar büyür ki yerine hiçbir şey geçemez. Onu öylesine arzularsınız ki onu elde etmeye çalışırken açlık hissetmezsiniz, aklınıza eğlence gelmez, uykularınız kaçar. Rüyalarınızda onu görürsünüz.

Endülüs Medeniyetinin ilk kahramanı Tarık Bin Ziyad, ordularıyla İspanya topraklarına ayak basmıştı. Karaya ayak bastıktan sonra okyanustaki tüm gemileri yaktı. Askerler tepelerden geriye baktıklarında yükselen dumanları gördüler. Ya mağlup olup öleceklerdi ya da galip geleceklerdi. Kendilerini geri götürecek gemileri yoktu artık; başka bir alternatifleri yoktu. Sonunda kazanan onlar oldular. Başarmak isteyen tüm gemilerini yakmalı ve girdiği yolu geriye dönüşü imkansız hale getirmelidir. O zaman alev alev yanan bir arzu doğar. Yakıcı arzularınız yoksa diğer gemileri yok edemezsiniz.

Eğer bir arzunuzu rüyalarınızda görmeye başlamışsanız kaderiniz yazılmıştır. Rüyalarınız gerçek olacaktır. Bu gerçeği defalarca yaşadım; pek çok insanın hayat hikayesinde gördüm. Elias Howe dikiş makinesinin eksik parçasını rüyasında keşfetmişti. Orhan Gencebay'ın nasıl 1000 besteyi hayatına sığdırdığına inanamazsınız. Onu 1998 yılının Aralık ayında Kanal 7'de Ahmet Hakan'ın sunduğu "İskele-Sancak" programında dinledim. Gencebay iki parçasını rüyasında bestelediğini söyledi. O doğru söylüyordu; çünkü beste yapmak onun en büyük arzusu haline gelmişti.

“Üzerinden koşarak geçtiğiniz vadide, güzel kokularını gizleyen çiçekler dikkatinizi ekmeyecektir.”

“Kanatlarınızı iyi bildiğiniz belli bir yönde çırpmıyorsanız, içine vücudunuzu terk ettiğiniz hayat rüzgarı sizi mutlu olacağınız bir vadiye taşıyamayacaktır.”

5. Yöntem Belirlemek

Nasıl yapılabileceğini bilseydiniz okuduğunuz kitabı yazabilirdiniz. "Nasıl?" sorusuna cevap verseydiniz
mevcut arzularınız sizi çoktan kendilerine kavuşturmuş olurdu. Yöntemini keşfetmediğiniz iş, alsa yapamayacağınız iştir.

Yöntem belirlerken üç farklı alan üzerinde çalışacaksınız: Yeterli bilgi toplamak, hedefi kesinleştirmek ve hedefi planlamak. Yeterince bilginiz yoksa nasıl yapacağınızı bilmeyeceksiniz. Hedefiniz kesin değilse tam olarak onu yapamayacaksınız. Belirsiz hedefler arasında dolaşıp duracaksınız. Hedefinizi planlamamışsanız merdiveni adım adım çıkamazsınız. Gittiğiniz yolu kontrol edemezsiniz. Bir adımı ihmal etmek tüm adımların boşa çıkmasına neden olur. Binanızın direkleri ne kadar güçlü olursa olsun, temel zayıfsa binanız çökmeye mahkumdur.

Şu sorulara cevap arayın: Niçin berber dükkanında çalışan çıraklar bir süre sonra kendi berber dükkanlarını açıyorlar? Niçin lokantacıların hemen hepsi daha önce başka bir lokantada çırak olarak çalışmışlardı? Niçin tüm ustalar yanlarında çalıştıkları ustaların mesleklerini seçtiler? Çünkü çıraklar nasıl yapacaklarını ustalardan görerek, onları izleyerek öğrendiler.

Şimdi farklı fırsatlarımız var. Artık nasıl yapılacağını öğrenmenin çıraklıktan başka yolları vardır. Ben bu kitabı yazabilmek için bir yazarın yanında on yıl boyunca çıraklık yapmak zorunda kalmadım. Evimde elektrikli aletler bozulduğunda onları tamir etmeyi bana özel bir kurs öğretmedi. Hatta çok iyi kullandığıma inandığım bilgisayarı başkalarının sözlü anlatımından veya uygulamalarından öğrenmedim.

Tam olarak gerçekleştirmek istediğiniz hedef üzerinde bilgi toplamayı alışkanlık haline getirmelisiniz. Hedefinizi ne kadar arzuluyorsanız, onunla ilgili bilgileri de o kadar zevkle öğreneceksiniz. Öğrenmeyi zevkli kılan öğrendiklerinizin arzularınızla ilişkili olmasıdır. İstemediğiniz konularda öğrenmeye çabalamak canınızı sıkacaktır. Size sevmediğiniz konuları yettiği kadar, ama hedefinizle ilgili konuları amansız bir çabayla öğrenmenizi öneriyorum.

Bir kitapta neyi öğrenmek istiyorsanız onu öğreneceksiniz. Elinizdeki kitapta yazarın dikkatinizi çekmek için kelimeler üzerinde ne gibi oyunlar oynadığını araştırmamışsanız bunu öğrenmeyeceksiniz.

Kesin hedefin gerçekleşme ihtimali bulanık hedefe göre en az yüz defa daha fazladır. Kesin olmayan hedef, uğrundaki binlerce saatlik emeği boşa çıkarır. Çoğumuzun başaramama nedeni hedefsizliğimiz değil, ama hedefimizin bulanıklığıdır. Kesinlik: Tam olarak neyi, tam olarak nasıl, tam olarak nerede, tam olarak ne zaman ve tam olarak ne kadar yapmak istiyorsunuz? İçlerinde bu sorulara cevap bulmadığınız hedefler uğrunda boşuna ömrünüzü tüketir misiniz?

Bir insan zengin olmak ister. Basitçe "zengin veya milyarder olmak istiyorum" der. Zihninizde rasgele dolaşan bir hedefin çocukça bir hayalden hiç farkı yoktur. İnsanın, nasıl yapılabileceğini araştırmadığı bir hedefi istemeye devam etmesi, onu hedeflemesi anlamına gelmez.

“Başarısızlık yapamamak değil, yapamayacağını sanmaktır.
Bizi düşüncelerimiz sınırlamazsa hiçbir yaratık sınırlayamaz.”

6. Cesur Olmak

İnsanlar kendilerini uydurma korkuların esaretine terk ettiklerini kabul etmek istemiyorlar.Kendimize güvenimizi kendi ellerimizle kaybediyoruz. İnanılmaz derecede utangaç kişilikler geliştiriyoruz. Yapılan bir araştırma Amerikan toplumunun %40'ının açık veya gizli utangaç olduğunu ortaya koymuştur. Biz ne yazık ki onlardan çok daha utangaç yaşıyoruz.

Eğer cesaretli olduğunuzu düşünüyorsanız şu sorulara cevap vermeye çalışın: Hemen şimdi elinize telefonu alıp cumhurbaşkanına telefon edebilir misiniz? Ona "Sayın cumhurbaşkanı, millete daha fazla saygı istiyoruz." diyebilir misiniz? Diyebilirseniz bunu hemen deneyin. Kendisinin ev telefonu, 1989 yılına kadar benim ajandamda vardı. Ama bir defa cesaret ederek ona telefon edemedim. Kalabalık bir gurupla 1987 yılında onu evinde ziyaret ettik. Sohbet sırasında telefonu çaldı, ahizeyi kaldırdı, birkaç defa "Gözlerinden öperim" dedi, ahizeyi kapattı ve bize şöyle dedi: "Bir vatandaş... Benim sesimi özlemiş, duymak için aramış." Sıradan bir vatandaşın gösterdiği cesareti anlayabiliyor musunuz?

Amerikanın New York, Washington D.C., Bostan gibi şehirlerinde dolaştım. Sokaklarda en çok duyduğum iki söz hala kulaklarımda çınlıyor: "Özür dilerim-excuse me" ve "merhaba-hi." Otobüste birisi yanınıza oturmak durumunda kaldığında önce mutlaka "merhaba" diyor. Durakta bekliyorsanız, yanınıza gelen "merhaba" diyor. Asansörde iseniz, çıktığınız bir başka katta asansöre binen herhangi birisi size "merhaba" diyor. Yolda yürürken bir şekilde göz göze geldiğiniz herkes size sıcak bir tebessümle "hi" diyor. İnsanların kendilerine bu denli güvenmelerinin beni çok etkilediğini söylemeliyim. Bu cesarete ihtiyacımız var.

İzmir'in Ödemiş ilçesinde yaşayan son derece saygın bir eski milletvekili tanırım: Mehmet Özkan. Her gün akşama kadar yüzlerce insanın kişisel sorununu çözmeye çalışırdı. Bir gün bana bir mektup gösterdi. Anadolu'nun bir köyünden ilkokul eğitimi almış köylü bir vatandaş yazmıştı mektubu ve ona milletin derdini dile getirdiği için teşekkür ediyor, daha fazla hizmet için teşvik ediyordu. "İşte bana gelen en büyük mektup bu oldu." Dedi. Söylenmeye sıra geldiğinde en iyisini biz biliyoruz: Ama niçin bu köylü amcanın cesaretiyle söylemiyoruz? Söylenmek korkuyu, söylemek cesareti arttırır.

19 uncu Yasama Döneminde T.B.M.M. Adalet komisyonu başkanına Avusturyalı bir diş hekiminden İngilizce bir mektup gelmişti. Mektupta başkandan -özür dilerim- "Türkiye'deki homoseksüellerin haklarını düzenleyen bir kanunu ne zaman çıkarmayı düşündükleri soruluyordu. Bu konuda daha sonra Meclis Araştırma Servisinde yapılan incelemenin nedeni belki de bu mektuptu. Cesaretiniz varsa izlerinizi uzaklara taşırsınız.

Var olmamız cesaretimize bağlı. Cesaretiniz varsa herkes sizin var olduğunuzu bilir. Sizi insanların dünyasına sadece cesaretiniz taşır. Cesaretiniz yoksa kendi iç dünyanıza hapis olmaya mahkumsunuz.

Katıldığınız bir toplantıda aklınızda kimlerin kalacağına dikkat edin: Kürsüde konuşanlar. Sonra da kalabalık arasında ayağa kalkıp yüksek sesle soru soranlar. Üzerinden koşarak geçtiğiniz vadide, kokularını gizleyen çiçekler dikkatinizi çekmeyecektir. Korku içinizdeki güzellikleri karadelikler gibi yutar, yok eder.

Cesaret gösterebilenler risk üstlenmeye hazır olanlardır. Şurası kesin: Risk ve sorumluluk üstlenmeyen hiç kimse başarılı olamamıştır. Alışkın olduğunuz hayat size risksiz gelebilir. Aslında rahatlık içerisinde daha büyük riskler vardır. Çoğu insan sineğin ısırmasından kaçarken akreplere yem olur. Bizde "yağmurdan kaçarken doluya tutulmak" sözüyle kast edilen budur. Değişmekten korkuyorsanız riskten kaçıyorsunuz. Değişmezseniz gelişmezsiniz. Yanlış yapma riskini göze alamazsanız doğru yapma cesaretini gösteremezsiniz.

Kabul edelim: Gerektiği gibi bir cesarete sahip değiliz. Kolaylıkla kendimizi kürsüye taşıyamıyoruz. İnanmıyorsanız kendinizi test edin: Bir televizyonda veya radyoda canlı yayına telefonla katılmayı deneyin. Şiddetli heyecan duyduğunuzu göreceksiniz. Çoğu insan yaşayacağı sinir gerginliği nedeniyle telefon edemez. Cumhurbaşkanına telefon etmeyi deneyin. Katıldığınız bir seminerde ayağa kalkıp soru sormayı deneyin. Kalabalık bir insan topluluğu karşısına geçip mesaj vermeye kalkışın. İçinizdeki kalıpların sizi nasıl engellediğini göreceksiniz. Cesaretli insanlara her zaman hayran kaldım. Cesurların cesaretine ben sahip olsaydım, cesaretin önemini hayatımda çok daha erken kavrasaydım, elinizdeki bu kitabı yıllar önce okuyacaktınız.

“Boynunuzu vurmak için kılıç kaldırılmasından yarım saat sonra kendinizi savunmak ne ise, şimdi yapılması gereken işi yarım saat ertelemek odur.”

7. Hemen Yapmak

Bir işi, karşınıza çıktığı anda yapmaya başlamak, onun %90’ını yapmış olmaktır.Çünkü hemen yapmaya başlamadığınız iş uzun süre ertelendiğinde en az on kat büyümüş olacaktır.

Hemen yapan, bulunduğu an içinde yapılabilecek olan bir iş arar. Bu sayede güçlü birer gözlemci olur. Ankara'da bir ay boyunca Hızlı ve Etkin Okuma seminerlerine katılan öğrenci arkadaşlara, bulundukları salonun duvarlarında kaç tane tablo asılı olduğunu sordum. Altı tane tablodan kimi üçünü, kimi dördünü fark edebilmişti. Bir ay boyunca oturduğumuz salonun duvarlarındaki resimleri fark edememek ne demektir? Kaderimiz harika fırsatları her gün çevremizde uçuşturuyor. Onlardan hiç olmazsa birini keşfedebilmek dikkatli olmamız sayesinde mümkün. Dikkatli olan insan yapacak hiçbir işi kalmadığında, Barış Manço gibi duvarlarındaki tabloların tozlarını alır, resimlerin yerlerini değiştirir. Zihnimiz kuşların bedenleri gibi hareketli olmalıdır.

Bir Batılı ne güzel söylemiş “Değişmek istiyorsan niçin hemen şimdi başlamıyorsun?” Sevgili bir dostuma geleceğiyle ilgili projelerini sordum. Büyük düşünceleri, planları vardı; yazmayı düşündüğü kitabın harika bir konusu vardı. Ne zaman başlayacağını sordum, dört yıl sonra, yani mastır çalışmasını bitirdikten sonra başlayacağını söyledi. “Niçin hemen şimdi başlamıyorsun?” dedim. Hiç bir haklı gerekçesi yoktu. Rahat olmayı mı bekliyordu? Mastır bittikten sonra doktora çıkacaktı karşısına. Doktora bittikten sonra kaderi yeni bir iş çıkaracaktı. “Kitabını niçin hemen şimdi yazmaya başlamıyorsun?” Üniversiteyi bitirirsen askerlikle, o bitince iş arayışıyla, ardından evlilikle, ardından çocuklarla meşgul olacaksın. Hemen yapmayanın müsait bir zaman bulması imkansızdır.

İniş çıkışlarla dolu bir hayatta yaşadığımızı biliyoruz. Boğuştuğumuz sorunların biteceği bir günü bekleyerek ömrümüzü tüketirsek hiçbir sorunu çözemeyiz. Çok ilginç: Acılarımızdan kurtulacağımız günü bekliyoruz, ama beklemekle hiçbir şeyin değişmeyeceğini de biliyoruz.

Canınıza kast eden bir tehlike geldiğinde sinir sisteminiz hemen harekete geçer ve anında vücudunuzu savunur. Eliniz yanlışlıkta ateşe temas etse, ayağınıza diken batsa otonom sinir sisteminiz hemen tedbirini alacaktır. Vücudunuz üşüdüğünde hemen titremeye ve ısı üreterek sisteminizi korumaya çalışır. Aşırı sıcakta dışarıya verdiği ter sıvısıyla ısıyı dışarıya vermeye çalışır. Tabiattaki tüm sistemler bir görevi tam yapılması gerektiği anda yaparken biz niçin erteliyoruz?

Geciken iş maddi kayıplara uğramanıza neden olur. Şu örneğe bakın: Evimin su faturasını ödemeyi geciktirdim. Son ödeme gününe gelmiştim ki önemli bir başka işim çıktı, ödeyemedim. Bazen da son gün geldiğini unutursunuz. Nasıl olsa cezalı konuma girmiştim. Ne zaman olsa öderim dedim. Aylar geçti, borcumu unuttum.

Bir akşam evime geldiğimde su sayacım sökülmüştü. Yeniden bağlanması için Ulus semtindeki ASKİ Genel Müdürlüğüne gidip borcumu ödemem gerekiyordu. Borcun kendisini, onun beş katına ulaşan ceza faizini ve bu arada açma-kapama parasını ödemek zorunda kaldım. On liralık borç 50 liraya çıkmıştı. Eğer ertelemeseydim yaptığım büyük masraflardan kurtulacaktım. Uğradığım zarar bir yana, susuz kalmıştım. Ertelenenin yükü artmıyor mu?

Mutfağımdaki musluklar bozulmuştu. Sadece iki tane conta alıp yeniden takmam gerekiyordu. En fazla yarım saatimi alacak bu işi geciktirdim. Bir yıl içinde bu ihmalim yüzünden yaptığım hesaplamaya göre 20 ton suyu gereksiz yere kaybettim. Bu hikayeler sizin başınızdan da geçmedi mi?

İşlerini, gündemlerine girer girmez yapanlar ömürlerini kazanırlar. Ertelenen iş daha uzun zaman işgal eder. Yarım saatte bitirebileceğiniz işi ertelediğinizde ona yarım gününüzü vermeye mahkum olursunuz. Ödenmeyen borcun faizle büyümesi gibi, yapılmayan iş de büyür, altında ezilirsiniz. Zamanında yapıldığında ise kazanılan kocaman bir ömürdür.