Bu Blogda Ara

5 Ocak 2017 Perşembe

ASLA VAZGEÇME


KOVULDUĞU APPLE’I BİR NUMARA YAPTI
“Asla yılmayın, vazgeçmeyin, inanın, kalbinizin sesini dinleyin ve yaptığınız işi sevin!” Bu sözler ’ikonik’ bir başarı öyküsüne imza atan Apple’ın kurucusu Steve Jobs’a ait. Okulu yarıda bırakan, garajda kurduğu şirketle bilgisayar devrimine imza atan Steve Jobs her koşulda hayallerinin peşinden gitmeyi bildi...
Adı her ne kadar ’Steve Jobs’ olsa da bir Arap olarak dünyaya geldi. Doğduktan bir hafta sonra ailesi tarafından evlatlık verildi. Okulu yarıda bıraktı, bilgisayarların bugünkü tipografik yapısını oluşturdu. Kendi kurduğu Apple’dan kovuldu, ama sonra...
“Asla yılmayın, vazgeçmeyin, inanın, kalbinizin sesini dinleyin ve yaptığınız işi sevin!”
Steven Paul Jobs, 24 Ocak 1955’te San Fransisco’da doğdu. Biyolojik babası Abdulfettah John Sandali ile biyolojik annesi Joanne Schieble, Steven’ı Paul ve Clara Jobs çiftine evlatlık verdi.
Kaliforniya Cupertino Lisesi’ne devam eden Steve, okul saatleri dışında Palo Alto’da bulunan Hewlett-Packard merkezindeki derslere katıldı. Kısa süre sonra aynı yerde yaz stajına kabul edildi ve Steve Wozniak ile birlikte çalıştı. Tanıştıklarında Wozniak 21, Jobs ise 16 yaşındaydı.
Liseyi bitiren Jobs, Portland’daki Reed College’a kabul edildi, ancak sadece bir dönem sonra okulu bıraktı. Bir süre bazı derslere dışarıdan katılmayı sürdüren Jobs, arkadaşlarının yurt odalarında yerde yatarak, yemek parası için boş kola şişeleri toplayıp geri dönüşüme götürerek ve haftada bir bölgedeki Hare Krishna tapınağında bedava yemek yiyerek geçimini sağladı.
Steve, o günlerde Reed’de aldığı dersler arasında bulunan ‘Kaligrafi’ için ileride şunu diyecekti: “O derse kaçak olarak girmeseydim bugün Mac’teki o farklı font tasarımı olmazdı”.
1974’te California’ya geri dönen Jobs, Wozniak ile birlikte Homebrew Computer Club (Ev Yapımı Bilgisayar Kulübü) toplantılarına katılmaya başladı. O sıralarda aklına koyduğu Hindistan gezisi için para biriktirmek amacıyla bir süre oyun ve donanım üreticisi Atari’de teknisyen olarak çalıştı.
Ruhani aydınlanma için çıktığı Hindistan gezisinde, sonradan ilk Apple çalışanı olacak Daneil Kottke Jobs’a eşlik ediyordu. Ülkesine geleneksel Hint giysileri içinde, başı traşlı ve Budist olarak dönen Jobs, psikadelik uyarıcılar da kullandı, Jobs o günkü maceralarını “hayatımda yaptığım en önemli birkaç şeyden biriydi” diye yorumlayacaktı.
Atari’de eski işine geri dönen Steve, Breakout adlı oyun için bir devre kartı yapmakla görevlendirildi. Atari, kartın daha az yer kaplamasını sağlamak için üzerinden eksiltilecek her bir yonga için 100 dolar ödül açıklamıştı. Devre kartı tasarımı konusunda pek bilgisi olmayan Jobs, arkadaşı Wozniak’la anlaşarak işi ona yaptırması karışılığında alınacak paranın yarısını önerdi.
Wozniak, herkesi şaşırtarak karttaki devre sayısını yüzde 50 oranında azaltmayı başardı. Jobs, daha sonra Wozniak’a Atari’den iş karşılığında 700 dolar aldığını söyleterek 350 dolar ödedi. Halbuki aldığı para 5000 dolardı.
Jobs tasarım ve pazarlama, Wozniak ise teknik birikimlerini Homebrew Computer Club’taki tecrübelerini birleştirerek, Jobs’ın garajında Apple I adını verdikleri ev bilgisayarını toplamaya başladı. Bilgisayar, siparişle satılıyordu.
APPLE’IN KURULUŞU
Jobs ve Wozniak, aralarına Ronald Wayne’i de alarak 1976’da Apple adlı firmayı kurdu. Apple I, ilk kez Personal Computing Festival’da sergilendi.
Apple’ın hızlı yükselişi Apple II ile başladı. Mike Markkula’ı yatırımcı olarak ortakları arasına katan Apple’a 1978’de Mike Scott CEO olarak atandı. Apple II, West Coast Computer fuarında büyük sükse yaptı. Bilgisayar, Apple’ın kitlesel pazarlamayla satılan ilk ürünüydü.
Jobs, 1983’te Pepsi-Cola yöneticisi John Sculley’i CEO olarak transfer etti. Jobs’ın Sculley’i ikna etmek için “Hayatının sonuna kadar şekerli su mu satmak istiyorsun, yoksa benimle gelip dünyayı değiştirmek mi?” diye sorduğu rivayet edilir. 1984’te Super Bowl finalinde gösterilen ‘1984’ adlı reklam filmi bu değişimin ilk işaretlerini veriyordu.
Yeni ortak yapısı yüzünden firmada çoğunluk hissesi bulunmayan Jobs, 24 Ocak 1984’te ilk Macintosh kişisel bilgisayarı tanıttı. Mac’in tasarımına Jef Raskin başlamış, gerisi Jobs tarafından tamamlanmıştı. Macintosh, dünyada grafik arayüz kullanan ilk kişisel bilgisayardı.
Mac satışlarının 1984 sonlarına doğru düşüş yaşaması ve hedeflerin tutturulamaması, Jobs ile CEO Scully’nin arasını açtı. Scully, Mayıs 1985’te Jobs’ı Macintosh bölüm başkanlığından alarak firmadan kovdu.
Aynı günlerde Jobs, NeXT Computer’ı kurdu. Oldukça pahalı olduğu için çok popüler olmayan NeXT iş istasyonları, ileri teknolojisi sayesinde parası olan belirli bir kesim için cazipti. NeXTcube, Jobs tarafından “sadece kişisel değil, kişiler arası bir çalışma istasyonu” olarak tanımlanmıştı. Cihaz magnezyum kasasıyla da Jobs’ın dış tasarıma verdiği önemi gösteriyordu. Firma, IBM ile işbirliğine gitti.
Jobs 1986’da sonradan adı Pixar olarak değişecek olan The Graphics Group’u Lucasfilm’den 10 milyon dolar ödeyerek satın aldı, ilk iş olarak da çalışanların yarısının işine son verdi, ellerindeki hisseleri geri satın aldı. Firma, Disney ile işbirliği içinde Toy Story, A Bug’s Life, Toy Story 2, Monsters, Finding Nemo, Cars, Ratatouille, Wall-E, Up gibi pek çok animeye imza attı.
Jobs aynı yıl, biyolojik anne babasıyla kızkardeşinin kimler olduğunu öğrendi.
APPLE’A DÖNMESİ
Apple, 1996’da NeXT’i, 429 milyon dolara satın aldı. Jobs eskiden kurucu ortak olduğu firmaya, ‘gayrıresmi CEO danışmanı’ olarak dönmüş oldu. Kısa sürede Apple’ın ‘perde gerisindeki CEO’su’ konumuna gelen Jobs, firmanın zarar etmesine yol açtığını düşündüğü Newton, Cyberdog, OpenDoc gibi projelere son verdi. NeXT’e ait NeXTSTEP yazılımı, Mac OS X işletim sisteminin nüvesini oluşturdu.
Jobs’ın dönüşüyle atılıma geçen Apple, iMac serisini başlatarak kişisel bilgisayar algısını bir kez daha değiştirdi, uzun aradan sonra yeniden kara geçmeye başladı. Jobs, 2000’de firmanın ‘resmi’ CEO’su oldu.
Renkli iMac ile Power Mac G3, 5 Ocak 1999’da tanıtıldı. Onu 2000’de Power Mac G4 Cube izledi.
Jobs, müzik piyasasının kökten değiştiren kişisel dijital müzik çalar iPod’u tanıttı. iPod’ları 2002’de Windows uyumlu hale getiren Apple, ertesi yıl bugün bile en büyük müzik ve film satış mağazaları arasında ilk sıralarda bulunan iTunes Müzik Mağazası’nı açtı.
Power Mac G5’in duyurulduğu 2003’te Jobs’a pankras kanseri teşhisi kondu. 2004’te ameliyat olan Jobs’ın pankreasından tümör alındı.
Pixar, 24 Ocak 2006’da Disney tarafından 7.4 milyar dolara satın alındı. Jobs, yüzde 7’lik hisseyle Pixar’daki en büyük kişisel hissedar oldu.
Mobil telefon işine girme kararı alan Apple, farklı ve kullanışlı arayüzüyle akıllı telefon pazarında büyük değişimlere öncülük eden iPhone’u 2007’de tanıttı. iPhone, Pixar yapımı Ratatouille’in gösterime girdiği gün, 29 Ocak 2007’de, ABD’de piyasaya çıktı.
2009 başında sağlık nedenleriyle 6 ay izin alan Jobs, karaciğer nakli ameliyatı geçirdi. Jobs, 2010 başında yine sahneye çıkarak, kişisel bilgisayar dünyasında büyük bir devrim kabul edilen iPad’i tanıttı.
Hastalığı ilerleyen Jobs, Ağustos 2011’de Apple’ın CEO’luk koltuğunu Tim Cook’a devretti. Aynı günlerde Apple firmasının hisse fiyatı bazında piyasa değeri 340 milyar doları geçmişti.

ETKİLİ YÖNETİM


Şirketlerde pozitif yönetim zamanı
Çalışanların eksik ve zayıf yönlerine değil de halihazırda ‘güçlü’ olan yönlerine odaklanmak ve bu yönleri daha da parlatmak, bir takdir kültürü yaratmak diye özetleyebileceğimiz ‘pozitif psikoloji’yi benimseyen şirketlerin verimliliklerinde ve çalışan bağlılıklarında ciddi artışlar oluyor. Son dönemde pozitif psikolojiyi keşfeden ve yavaş yavaş adım atan şirket sayısı hızla artıyor.
Pozitif psikolojide amaç kişilerin eksik, zayıf yönlerine değil de iyi oldukları, güçlü oldukları özelliklerine odaklanmak ve böylece eleştiri kültürü yaratmadan, negatif duygular yaymadan kişinin hali hazırda güçlü olan yönlerini daha da güçlendirmek, kişiyi iyi hissettirmek. Şirketlerde pozitif psikoloji kültürü hakim olduğunda çalışan bağlılığında da verimlilik de ciddi artışlar oluyor. 
Gallup’un araştırmasına göre güçlü yönleri takdir edilen çalışanların kuruma bağlılıkları ve katkıları, eksik tarafları eleştirilenlerden daha fazla. Güçlü yönlerini öğrenenler yüzde 7,8 daha üretken olurken, her gün güçlü yönlerine odaklanan takımlar yüzde 12.5 daha üretken oluyor ayrıca çalışan sirkülasyonu da yüzde 14.9 azalıyor. Yine Gallup’un araştırmasına göre güçlü yönlerini her gün işte kullananlar 6 kat daha fazla bağlılar.
Corporate Leadership Council’ın 1.500 kişi üzerinde yaptığı araştırmaya göre yöneticiler kendilerine bağlı çalışanların zayıf yönlerine odaklandıklarında çalışanların performansları yüzde 27 düşüyor, güçlü yönlerine odaklandıklarında ise yüzde 36 artıyor.
‘İşten Ayrılış nedenini sormam’
Pozitif psikoloji 1998 yılında Martin Seligman tarafından bulundu. 2003 yılında Michigan Üniversitesi’nde bir grup psikolog ve işletmeci, pozitif psikolojiyi iş hayatı ile nasıl birleştiririz diye çalışmaya başlıyor ve aynı yıl Pozitif Çalışma Akademisi’ni kuruyorlar. Bu akademi de eğitim alan isimlerden biri de şu anda Boyner Grup İK, Kurumsal Sorumluluk ve Sürdürülebilirlik’ten Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak görev yapan İdil Türkmenoğlu. Boyner Grup bugün ‘pozitif yönetim’ uygulayan ender şirketlerden biri. Kendisi de pozitif psikoloji master’ı yapan, aynı zamanda ‘Pozitif Yönetim’ başlıklı bir kitap yazan Türkmenoğlu, pozitif psikolojinin farkını şöyle anlatıyor: “Örneğin performans değerlendirmelerde eksik yönler ortaya çıkar, iletişim yeteneklerin zayıfsa seni bin sene iletişim eğitimine gönderir şirket, kişinin özgüvenini de yıkar, senin parlak taraflarını dikkate almaz, halbuki pozitif psikoloji uygulayanlar diyor ki, tamam idare edecek düzeyde iletişim eğitimi alsın, ortalamaya çekelim ama biz iyi olan özelliklerine odaklanalım.”
Pozitif psikolojide kullanılan dil çok önemli. Bir eğitime “Sayın xx şu tarihte eğitime katılım zorunludur” demekle, “Sevgili xxx şu tarihlerden istediğine katılabilirsin, dört gözle bekliyoruz” demek arasında çok büyük fark olduğunu söyleyen Türkmenoğlu, “Bazen romantik buluyorlar, ama iş sonuçlarına katkısını biliyorum. 2005’ten bu yana mülakatta bir defa bile ‘Niye eski şirketinden ayrıldın’ diye sormadım, ‘bizi niye tercih ediyorsun’ diye soruyorum, aslında aynı soru ama ilkinde karşındakini eziyorsun” diyor. Pozitif psikoloji kullanan şirketlerden bir diğeri de Ford Otosan. Tüm yöneticilere pozitif psikoloji eğitimi verdiklerini söyleyen Ford Otosan İK Direktörü Nursel Ölmez Ateş, “Bir süreç tarif ettik, burada temel konu kişinin olumlu duygularına hitap edebilmek. Temelde, lügatımızdan negatif cümlelerin çıkartmaya odaklandık, bir takdir kültürü yarattık” diyor. 
Yaratıcılığı arttırıyor
Bugüne kadar 10 civarında firmaya pozitif psikoloji eğitimi verdiklerini söyleyen Navitas’ın kurucusu Demet Uyar, “Günümüzde çok önemsenen yaratıcılık, inovasyon gibi kavramlar aslında pozitif duygularla çok bağlantılı. İnsanlar negatif ruh halindeyken kısır döngüde kalıyorlar, yaratıcı düşünemiyorlar. Mutlu olunca beyin de daha aktif ve üretken çalışıyor. Başarılı olmanın yolu mutluluktan geçiyor. Burada da pozitif liderlik kavramı gündeme geliyor. Çoğu liderde bu eksik. Oysaki kişilerin ihtiyaçları, çok küçük dokunuşlar. Bir negatif duyguya karşılık minimum 3 pozitif olayolmalı. Gergin çalışma ortamlarında, yöneticiden işiteceğiniz birkaç takdir sözü sizi tekrar kendinize getiriyor” diyor.
‘BENİMLE KAL’ MÜLAKATI
Pozitif psikolojiyi kullanan şirketlerin ortak özelliklerinden biri de başta yüksek potansiyelliler olmak üzere çalışanlarıyla yaptıkları stay interview’lar yani ‘şirkette kal mülakatları’. Genel olarak ‘çalışanları şirkete ne bağlıyor’ sorusuna cevap aramak ve yola beraber devam etmek istedikleri çalışanlarla ortak bir gelecek tasarlamak. Boyner Grup’ta da benimle kal mülakatları yapılıyor. İdil Türkmenoğlu, bu mülakatları nikah tazelemeye benzetiyor: “Benimle kal mülakatında amaç benimle kalmasını istediğim kişilerle vakit geçirmek. Nikah tazelemek gibi. Amaç ‘sen kıymetlisini’ hatırlatmak, birlikte ne yapalım diye işi paylaşmak. Çok kıymetli bir insanın ‘mutsuzum, gidiyorum’ demesi kadar üzücü bir şey yok, o aşamaya gelmeden hissetmek önemli.”  
Pozitif psikoloji nasıl uygulanır?
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden psikolog Özge Berçin Keleş, işyerinde pozitif psikoloji uygulamalarını şöyle sıralıyor: 
- Performans değerlendirmelerinde geçmiş dönemde yaptıklarını (başarılarını) öne çıkarır, bundan sonra yapabileceklerini de buna göre belirler.
- Tüm çalışanlar iyi bir şey yaptıklarında davranış odaklı takdir alırlar ve başkalarını da takdir etmeyi öğrenirler.
Eğitim gelişim süreçleri planlanırken çalışanın yapamadıkları değil, yapabileceklerine odaklanılır.
- Bir kriz oluştuğunda çalışanlar problemin sorumlusunu bulmaya değil, problemin nasıl çözülebileceğine odaklanırlar
- Kurum içi iletişimde tüm mesajlar olumlu ve pozitif bir dille yazılır. Yasaklar konuşulmaz.

MUTLULUĞUN SIRLARI


Mutlu insanların özellikleri:
İnsan mutlu olduğu için mi huzurlu olur yoksa huzur mu mutluluğu getirir? Mutlu olmanın özel bir sırrı olmasa da  kendisini mutlu hisseden insanların ne yaptıklarına dair bilgiler bize bazı ipuçları verebilir. İşte mutlu insanların ortak yönleri...
Kimler daha mutlu sorusuna bir yanıt bulmak sanıldığından çok daha zordur. Mutlu insanlara bakarak bir çıkarımda bulunmak mümkün olmakla birlikte bu kişilerin bu özelliklere sahip oldukları için mi, yoksa mutlu oldukları için mi bu özelliklere sahip oldukları tartışmaya açık bir konudur. Fakat yine de bir çok kişiye göre daha mutlu olan insanların özelliklerine baktığımız zaman bazı şeyler söylemek mümkün gibi görünüyor.
  • Kendisini iyi tanır
  • Kendi istek ve gereksinimlerinin farkındadır. İsteklerine ve gereksinimlerine sahip çıkar. Bunları sahiplenir ve bunları karşılamak için elinden geleni yapar. Karşılanmadığında bunu kendi değerliliği ile ilişkilendirmez. İstek ve gereksinimleri karşılandığında hiçbir suçluluk duymadan tadına varır.
  • Kendisinin olduğu gibi başkalarının da istek ve gereksinimleri olduğunu bilir ve kabullenir. İstek ve gereksinimlerinin diğer insanların istek ve gereksinimleri ile çatılabileceğinin farkındadır. İstek ve gereksinimler çatıştığında bencilce bir inatlaşmaya girmez. Diğer insanları yok saymadan kendi isteklerine sahip çıkar, onları gerçekleştirmeye çalışır
  • Kimsenin istek ve gereksinimini ne daha önde tutar ne de daha geride...
  • Sınırlarını iyi bilir. Neyi yapıp yapamayacağını, zayıf ve güçlü yönlerini, iyi ve kötü yönlerini kabullenir. Bunları ne şişinmek için ne de kendisini aşağılamak için kullanmaz.
  • Zayıf ve kötü yönleri için kendine anlayışlı davranır
  • Kendini ve diğer insanları olduğu gibi kabul eder
  • İlişkilerde hiç bir çatışma yaşanmaması gibi bir beklentisi yoktur
  • Kendisiyle ve dünyayla barışıktır
  • Güçlü ve iyi yönlerini kendini ve çevresindekileri geliştirmek için cömertçe kullanır.
  • Kendisini sever. Bu sevme başkasını aşağılamaktan ya da küçümsemekten beslenmez.
  • Kendine güvenir. Bu güven kendini değerli bir insan olarak görmekle ilgilidir ve içi boş bir güven değildir
  • Kendisinden memnundur
  • Başkalarını (kuşku, haset ya da kıskançlık duymadan) sevebilir
  • Özdeğerlilik duygusunun dışarıdan beslenmeye gereksinimi yoktur
  • Başkaları tarafından sevildiği konusunda hiçbir kuşkusu yoktur. Kendisini sevilmeye layık bir insan olarak görür.
  • Kendi hatalarına gülebilir
  • Kin tutmaz
  • Her türlü iyiliği ve ödülü hak ettiğini düşünür
  • Sıradan başarılardan bile zevk alır
  • Yarışmaktan çekinmez, kaybettiğinde bunun dünyanın sonu olmadığını bilir, kazandığında ise bunun keyfini çıkarabilir
  • Arkadaşları vardır ve sürekli arkadaşlıklar kurabilir
  • İşini sever, işini gerektiği biçimde yaptığını düşünür
  • Doyumlu cinsel yaşamı vardır
  • Diğer insanları küçümseme gereksinimi duymaz
  • Hem kendini hem başkasını affedebilir
  • Kendisine yanlış yapma hakkı tanır
  • Geleceğe umutla bakar
  • Geleceği kurmaya çalışır fakat gelecek için bugünü ıskalamaz
  • Mutlu olmayı sürekli ertelemez
  • Ölümü ve ölümlülüğü kabullenmiştir
  • Kusursuz olmadığını bilir ve kendini kusursuzmuş gibi davranmak zorunda hissetmez
  • Çevresindekileri olduğu gibi kabul eder ve zorlayıcı bir değiştirme çabası içinde olmaz
  • Her çatışmayı ya da anlaşmazlığı mutlaka kazanması gereken bir meydan savaşına dönüştürmez
  • Öfkesini hisseder, fakat öfkesine kapılmaz ve öfkesini denetleyebilir
  • Herkesi sevmek zorunda olmadığını bilir
  • Kendini sevdirmek için sürekli çaba içinde değildir
  • Eğlenebilen, eğlenmeyi bilen bir kişidir
  • İnisiyatif kullanabilir, girişkendir
  • Empati yapabilir
  • İletişim kurma becerilerine sahiptir.

HAYALLERİNİ BEKLETME


Tutku varsa başarı da var
Aslında hiçbir şey irademiz, isteğimiz ya da becerimiz dışında ilerlemiyor. Çok uç ve sıra dışı durumlar hariç. Neyi seçersek onu yaşıyoruz. Neyi seversek en çok onda başarılı oluyoruz. Neyi planlarsak ona doğru yol alıyoruz. Nasıl mı? 
Her birimiz anayola ulaşmaya çalışıyoruz. Ama her birimiz başka patikalardan hayatımıza yön veriyoruz… Yollarımız birbirinden ayrı. Kimi zaman sağa ve sola dönüşler var kendi içinde. Hatta bazen geriye dönmemiz gereken çıkmazlara bile girebiliyoruz.
Seçimlerimiz…
Her biri farklı bir renk hayatımızda. Ardından hızımız giriyor devreye. Hem de seçimizden hemen sonra. Bambaşka zamanlarda varmamızı sağlıyor hedeflediğimiz yere. Ardından adımlarımız! Gideceğimiz yer her gün aynı olsa da, varış anımız mutlaka bir diğer günden farklı oluyor.
Tam da bu nedenlerden dolayı, aslında her gün hangi yoldan nasıl yürümek istediğimize biz karar veriyoruz. Hemen o an mı? Bu konuda biraz düşünmemiz gerekir. Anlık kararlarla bir hayat yaşanabilir mi sizce? Planlarımızın olması gerekmez mi?
Hayal et, planla, elde et, gülümse
Aslında hiçbir şey irademiz, isteğimiz ya da becerimiz dışında ilerlemiyor. Çok uç ve sıra dışı durumlar hariç. Neyi seçersek onu yaşıyoruz. Neyi seversek en çok onda başarılı oluyoruz. Neyi planlarsak ona doğru yol alıyoruz.
Önce rüzgarın varlığını hesaplıyoruz, sonra uçurtmayı gökyüzüne bırakıyoruz. Ya da nefes alabileceğimiz mesafeye kadar koca dağlara tırmanmayı seçiyoruz. Derinlere dalıyoruz okyanuslarda, hayalimiz var. ‘Keşfetmek.’ Daha önce görülmemiş dokunulmamış topraklara yolculuk ediyoruz. Bazen bir keşiş, bazen bir öğretmen, kimi zamansa hiçbir şey bilmeyen bir çocuk olup oradan öylece meraklı gözlerle bakıyoruz. Becerilerimiz, merakımız ve hayallerimiz doğrultusunda kısa, orta, uzun vadede ne yapacağımızı düşünüyoruz ve soruyoruz kendimize.
Hayalim var mı?
En başta bunu düşünmem gerekir. Bir hayalim var mı? Peki bu hayalim gerçekçi mi? Hayalimi gerçekleştirmem için somut neler yapmam gerekir? Cevaplar sende. Bunlar, üniversite sınavında istediğin puan için çalışmak, ya da istediğin işe girebilmek için dil öğrenmek gibi şeyler olabilir…
Hedefim var mı?
Öğretmen olmak istiyorum! Uzaya çıkmak istiyorum! Amerika’da yüksek lisans yapmak istiyorum! Asker olmak istiyorum! Doktor olmak istiyorum! Ya da; ben aslında ne yaparak mutlu olmak  istiyorum?
Plan yaptım mı?
Tüm bunları gerçekleştirecek bir planım var mı?
Cebinden çıkarıp çıkarıp bakabileceğin ve üzerine tikler atabileceğin, inandığın bir plan olmalı. Yok mu? O zaman bir yerden başlamalısın plan yapmaya. Al kağıdı kalemi. Plan için gerekli olan tüm ihtiyaçların zihninde. Planın hayata geçmesi onu ne kadar gündeminde tuttuğuna bağlı. Unutma yazı daima kendini sana hatırlatır!
Kısa, orta ve uzun vadede yapacaklarımı belirledim mi? Sırala! Unutma; sıraladıkça önceliklerin ortaya çıkmış olacak.
Başkaları nasıl başarmış?
Örnek alabileceğim, daha önce benim istediğim yere ulaşmış kimler var? Mutlaka hayatlarını incelemelisin. Varsa kitabı, filmi hemen edin. Mutlaka sana kendi başarısının sırlarından verecektir.
Daha önce kimse yapmamışsa…
Eğer daha önce kimsenin yapmadığı bir şeyi yapacaksan, korkma! Üzerine git. Seni vazgeçirmek isteyenler olacak… Vazgeçme. Çünkü senin bir hayalin ve harika bir planın var. Şansını kendin yarat.
Zaman koy
Kendine mutlaka bir zaman aralığı koymalısın. Hayallerine istediğin zamanda ulaşabilmek için; “bunu şu güne kadar yapacağım’ demelisin. Yapamadığında ne kendini cezalandırmalısın ne de o hayalin üzerine zorlamalısın. Bak bakalım, tüm adımlar hazır olduğunda çalışmalarından ve o işten mutluluk duyuyor musun? Bu hayale karşı tutkulu musun? Neden mi? Çünkü tutku çok önemli. Çünkü ısrarcı olmanın gücü tutkudan gelir.
Bu soruları samimiyetle cevaplayabiliyorsan bence artık kesinlikle o minik patikadasın. Yol senin. Seçim senin. Geri dönüşler olsa da, hayal senin. 

DEĞİŞİM VE GELİŞİM


Tavrınız Neden IQ'dan daha Önemlidir
Yüksek IQ, başarı için tek başına yeterli midir? Öyle olduğunuz düşünüyorsanız sabit zihniyetli olabilirsiniz. Ve bu durum değişimle başa çıkmanızı oldukça güçleştirebilir. Oysa hayat tamamen sürekli değişim ve gelişim üzerine kurulmuştur. İşte değişim karşısındaki tavrımızın gelişimimiz üzerindeki etkileri…
Konu başarı olduğunda bazı insanların akıllı olarak dünyaya geldiği ve geri kalan hepimizi gölgede bıraktığını düşünmek kolaydır. Fakat Stanford Üniversitesinde yapılan yeni araştırmalar bu fikrinizi (ve tavrınızı) değiştirecek.
Psikolog Carol Dweck bütün kariyerini tavır ve performans üzerinde harcadı, ve son çalışması gösteriyor ki takındığınız tavır IQ'nuzdan daha fazla başarının belirleyicisidir. 
Dweck insanların temel tavırlarının iki alt kategoriye ayrıldığını bulmuştur: Sabit Zihniyet ya da Gelişime Açık Beyin Yapısı.
Sabit Anlayışta siz kim olduğunuzu bildiğinizi var sayarsınız ve değişmeyeceğinize inanırsınız. Bu zorluklar ile mücadele ederken sorunlar yaratır çünkü üstesinden gelebileceğinizden daha zor gözüken bir şey sizi umutsuz ve çaresiz hissetmeye götürür.
Gelişime açık kafa yapısına sahip olan insanlar çaba göstererek gelişebileceklerine inanırlar. Onlar düşük IQ'ya sahip olsalar bile sabit zihniyete sahip insanlardan daha üstün performans sergilerler, çünkü onlar kendilerine yeni fırsatlar sunabileceğinden mücadeleleri kucaklarlar. 
Genel görüş akıllı olmak veya güven aşılamak gibi kabiliyetlere sahip olmayı önerecektir. Tabi ki böyledir. Ama sadece gidişat kolayken. Hayatta belirleyici faktör aksilikler ve zorluklarla nasıl başa çıktığınızdır. Gelişime açık kafa yapısına sahip insanlar aksilikleri kolları açık karşılarlar. 
Dweck'e göre, hayatta başarı, başarısızlıklarla nasıl götürdüğünüz ile alakalıdır. O gelişime açık kafa yapısına sahip insanların başarısızlığa yaklaşımını şöyle açıklıyor, "Hata bir bilgidir-biz onu hata olarak etiketleriz. Fakat o daha çok, 'Bu şekilde olmadı, ama ben bir problem çözücüyüm bu yüzden başka bir yolunu deneyeceğim."'
Grafiğin hangi tarafında olursanız olun bazı değişiklikler yapıp gelişime açık beyin yapısına ulaşabilirsiniz. Takip eden stratejiler beyin yapınız üzerinde ince bir ayarlama yaparak beyninizin gelişime ne kadar açık olduğu konusunda emin olmanızı sağlayacak.
Çaresiz Kalmayın. Hepimizin çaresizlikte dibe vurduğu anlara vardır. Burada sınavımız bu duygu haline nasıl bir tepki vereceğimiz ile alakalıdır. Ya ondan bir şeyler öğrenip ilerleriz veya bizi aşağı çekmesine izin veririz. Çaresizlik durumunda kendilerini bıraksalar asla oldukları kişiler olmayacak sayısız başarılı insan vardır: Walt Disney "hayal gücünden yoksun olduğu ve hiç iyi bir fikri olmadığı" için Kansas City Star'dan kovulmuştur. Oprah Winfrey hikayelerine "çok fazla duygusallık kattığı için" Baltimor'daki TV yönetmenliği işinden kovulmuştur. Henry Ford'un Ford'daki başarısından önce iki tane başarısız araba firması vardır ve Steven Spielberg USC Sinematik Sanatlar Okulun tarafından defalarca reddedilmişti. Bu insanlardan herhangi birinin sabit anlayışta olduğunu bir hayal edin ne olurdu? Onlar reddedilmelere yenik düşüp umutlarını kaybederlerdi. Gelişime açık bir beyin yapısına sahip olan insanlar çaresiz hissetmezler çünkü onlar başarılı olmak için başarısız olup tekrar sıçramaya istekli olmaları gerektiğini bilirler. 
Tutkulu Olun. Güçlü insanlar acımasızca tutkularının peşinde koşarlar. Her zaman bir yerlerde senden daha yetenekli birileri çıkacaktır ama sen bu yetenek eksikliğini tutkuların ile telafi edebilirsin. Güçlü insanların tutkusu onların mükemmelliği amansız takip etmeye iten şeydir. Warren Buffet en doğru tutkularınızı 5/25 tekniği olarak adlandırdığı teknikle bulmanızı öneriyor: En çok önemsediğin 25 şeyi bir yere not al sonra en alttan başlayarak 20 tanesinin üstüne çizik at. Geriye kalan 5 tanesi senin gerçek tutkularındır. Kalan hepsi sadece dikkat dağıtır. 
Harekete Geç. Açık görüşlü insanların korkularının üstesinden gelmesi bizden daha cesur olduklarından değil, sadece korku ve endişenin şok edici duygular olduğunu ve bu şokun üstesinden gelmenin en iyi yolunun harekete geçmek olduğunu bilmelerindendir. Gelişime açık insanlar güçlüdürler ve güçlü insanlar ilerleme kaydetmek için gerçekten mükemmel bir zaman olmadığını bilirler. O halde neden böyle bir zamanı beklesinler. Harekete geçmek hata yapma yönündeki bütün endişeni pozitif enerjiye dönüştürür. 
Daha fazla yol kat et. Güçlü insanlar en kötü günlerinde bile her şeylerini verirler. Her zaman daha fazla yol almak için kendilerini zorlarlar. Bruce Lee'nin çıraklarından bir tanesi her gün onunla 3 mil yol koşardı. Bir gün tam 3 mil tabelasına ulaşacakken Bruce, "Hadi 2 mil daha koşalım." Öğrencisi yorgundur ve "İki mil daha koşarsam ölürüm." Bruce'un cevabı? "O zaman koş" Öğrencisi beş mili bitirdiğinde baya sinirlenmişti. Bitkin ve sinirli bir halde Bruce'un karşısına çıkar ve Bruce'un yorumunu bekler, Bruce'un yorumu "Bırakırsan ölmekten bir farkın kalmaz. Sürekli olarak fiziksel ya da başka ne şekilde olursa olsun yapabildiğin şeylere sınır koyarsan bu geri kalan tüm hayatını etkileyecektir. Bu işine, ahlakına, bütün benliğine etki edecektir. Sınırlar yoktur. Yokuşlar vardır ama orada kalmamalısın. Onların ötesine gitmelisin. Bunu yapmak seni öldürecekse öldürür. İnsanın sürekli olarak seviyesini aşması gerekir."
Her gün biraz daha iyisini yapmazsan, o halde büyük olasılıkla her gün daha kötü duruma gidersin-ve bu nasıl bir hayat olur ki?"
Sonuçları Bekle. Gelişmiş anlayışa sahip insanlar zaman zaman başarısızlığa uğrayabileceklerini bilirler fakat onlar asla bunun sonuç beklemelerinden geri kalmalarına sebep olmasına izin vermezler. Sonuç beklentisi motive kalmanızı sağlar ve güçlenme döngüsünü besler. Bütün hepsinden sonra hala başaramayacağını düşünüyorsan o zaman neden rahatsız olasın?
Esnek ol. Herkes beklenmedik sıkıntılar ile karşılaşır. Gelişime açık anlayışa sahip insanlar sıkıntıları kendilerini başarmaktan geri tutan bir şey olmanın tam aksine gelişimin anlamı olarak görürler ve ona kucak açarlar. Beklenmedik bir durum güçlü bir insanı zorladığında onlar sonuç alana kadar beklerler. 
Bir şeyler istediğiniz şekilde gitmediğinde şikayet etmeyin. Yakınmak sabit zihniyetin açık bir işaretidir. Gelişime açık insanlar her şeyde bir fırsat arar bu yüzden yakınmanın onların yanında yeri yoktur. 
Sonuç Olarak
Yukarıdaki grafiğin sağ tarafında kalmak için her gün küçük şeylere nasıl tepki verdiğinizi takip edebilirsiniz.

DÜNYANIN EN ZENGİNİ NASIL YAŞIYOR ?


Bill Gates’i Geride Bırakıp Dünyanın En Zengin İnsanı
Olan İspanyol’un İnanılmaz Hikayesi

Dünyanın en zenginlerinin yer aldığı listede 2016 yılında Bill Gates ilk sıradaki yerini kaptırdı. Liste başında yer alan 79 yaşındaki tekstil imparatorunun ise inanılmaz bir hikayesi var. İşte o hikayeden çarpıcı bölümler…
 
ABD merkezli ekonomi dergisi Forbes’in yayımladığı milyarderler listesinde uzun bir aradan sonra zirve el değiştirdi.Dünyanın en zenginleri listesinde uzun zamandır bir numarada bulunan Microsoft kurucusu Bill Gates ikinci sıraya düşerken, Zara markasını da bünyesinde bulunduran İspanyol tekstil devi Inditex’in patronu Amancio Ortega oldu. Listede 2005 yılında 23’üncü, 2013 yılında 3’üncü olan Ortega 2016 yılı itibariyle 1’inci sıraya yükseldi.
 Forbes dergisi 79 yaşındaki İspanyol iş adamının varlığını 79 milyar dolar olarak gösterirken, ikinci sıradaki Bill Gates’in 78 milyar 100 milyon dolarlık serveti olduğunu açıklandı. Ortega’nın “dünyanın en zengin adamı” olduğu haberinin ardından sahibi olduğu Inditex şirketinin hisseleri tarihinin en yüksek seviyesine çıktı. Haliyle bu durum onun daha da zenginleşmesini sağladı, nihayetinde para parayı çekiyor.
1. Amancio Ortega, 28 Mart 1936 tarihinde Busdongo de Arbás, León, İspanya’da doğdu ve çocukluğu León’da geçti, 14 yaşında iken okulu bırakıp demiryolu işçisi olan babasının peşinden La Coruña, İspanya’ya taşındılar.
2. Tekstil sektörü ile tanışması burada oldu, bugün halen Coruna’da aynı yerinde çalışmaya devam eden Gala tekstil firmasında işi öğrendi.
3. Kısa bir süre sonra da 1972 yılında adını, isminin baş harflerinin tersinden okunmasından alan GOA konfeksiyon şirketini kurdu.
4. 1975 yılına gelindiğinde ilk eşi Rosalia Mera ile birlikte ilk Zara mağazasını açtı, aslında adını Zorba koymak istiyordu ancak bu isim çoktan alınmıştı. Ortega Zara’nın isim hikayesini şöyle anlatıyor: Artık bir marka yaratmak istediğimi biliyordum. Markanın adını Zorba koymak istedim, çünkü Anthony Queen’in ‘Zorba The Greek’ filmini çok beğenmiştim. Fakat isim için başvurduğumda bu ismin alındığını öğrendim ve çok üzüldüm. Onun yerine Zara’yı seçtim.”
5. Ortega halen bünyesinde Zara, Massimo Dutti, Oysho, Zara Home, Kiddy’s Class, Tempe, Stradivarius, Pull and Bear/Often ve Bershka gibi dünya çapında markalar barındıran Inditex Şirketler Grubu’nun çoğunluk hissesine sahip. Bu grubun dünya genelinde 6 bin mağazası ve 92.000’den fazla çalışanı vardır.
6. Amancio Ortega, yaşamında oldukça sıradan bir hayat sürüyor, kravat takmayı reddediyor ve genellikle kot ve tişört giyiyor.
7. Ortega işine son derece bağlı bir patron, şirketlerindeki üretim ve tasarım sürecinde oldukça aktif rol aldığı bilinmekte. Zaten “İşim benim değil ben işimin malıyım” diyerek bunu çok güzel özetliyor.
8. Ortega basında yer almayı kesinlikle sevmiyor, sadece bir kere Business week dergisine kapak olmuş, kapakta yer alan fotoğrafı da neredeyse medyadaki tek fotoğrafı. Çalışanlarının anlattığına göre öğlen yemeklerini kafeteryada çalışanlarla yiyor. Dünyanın tekstil ürününü üretmesine rağmen basit giyiniyor, mavi blazer ceket ve gri pantolon onun klasiği. Ünlü olmakla ilgili olarak da hiçbir derdi olmadığı anlaşılıyor. Ortega, “Neden basından bu kadar saklanıyorsunuz” sorusuna, “Sokakta sadece ailem ve birlikte çalıştığım insanlar tarafından tanınmak istiyorum” diye cevap veriyor.
9. Ortega’ya göre Zara’nın bu kadar başarılı olmasının sırrı ucuz fiyat politikası ve sürekli değişen kreasyon. Sık kreasyon değiştirmek onun için son derece önemli aynı zamanda müşterinin isteklerini en iyi anlayan kesimin satış pazarlama departmanı değil, sahada müşteriyle birebir ilişki halinde olan tezgahtarın olduğunu savunuyor Ortega. Belki de bu kadar büyük olmasının sebebi ayrıntılara bu kadar dikkat etmesidir.
10. Ortega’nın ne kadar sıradan bir hayat sürdüğünü oturduğu evden anlamak da mümkün, ikinci eşi Flora ile birlikte La Coruna’da bir apartman dairesinde yaşıyorlar.
11. Biz bu yazıyı hazırlarken, henüz güncellenmemiş olsa bile Bill Gates servetini 79 milyar doların üzerine çıkararak yine birinci sıraya yerleşti.
12. Sanırız Ortega buna çok sevinmiştir, zira bu kadar sade bir hayat yaşayan, göz önünde olmayı sevmeyen bir insanın dünyanın en zengin adamı olmasına sevinmesi pek olası gibi durmuyor.

LİDER DOĞULUR MU, SONRADAN OLUNUR MU , ?


Liderlikte 4 altın kural

Pozisyonunuz ne olursa olsun, liderlik özellikleriniz kariyerinizde büyük önem taşır. Akıllı şirketler ve çalışanlar, iş hayatında başarılı kalabilmek için liderlik özelliklerini geliştirmenin ne kadar önemli olduğunun farkındalar.
Geleceğiniz için hazırlanın:
Kariyer yolculuğunuz esnasında, birçok liderlik yeteneği öğreneceksiniz, aşağıdaki tavsiyeler de kariyerine hızlı bir başlangıç yapmanızı sağlayacak.
• İstekli olduğunuzu gösterin: Kişisel enerji bulaşıcı bir şeydir. Yapılan iş ne olursa olsun, o işe karşı istekli olduğunuzu gösterin. Diğer insanlar bunu gördüğünde onlar da işlerinde istekli olmaya başlayacaklar.
• İyimserlik yaratın: İşyerinde negatiflik, yıkıcı etkiler yaratabilir. Mesela patronunuz, bir projedeki yanlışlığı değil, sizden gelecek çözüm önerisini duymak ister.
• Yeniliklere açık olun: Yeniliklere karşı koyarsanız, iş hayatınızda başarılı olamazsınız. Mesela yeni bir projeye gönüllü olun ve değişim için diğer çalışma arkadaşlarınıza öncü olun.
• Takım Çalışmasına Yatkın olun: Günümüzde şirketler az kaynakla çok iş yapmak zorunda kaldıkları için takım çalışmalarına çok önem vermeye başladılar. Tek başınıza çalışmakta ısrar edip, başkalarını kontrol ederseniz, kariyer yolculuğunuzda zorluk çekersiniz.
Bir Liderin Görevleri Nelerdir?
Bir projede liderlik yapmanız gerektiğinde, kendinize yeni özellikler eklemelisiniz…
• Mümkün olduğunca çalışanlarınıza yetkiler verin. Projelerinizi, doğru kişilere verdiğinizden emin olun.
• Kendinizi işinize adamak, liderlik görevinizin en önemli kısmıdır. 8 saat çalışmak, bir işe kendinizi adadığınızı göstermez. İşinize ve kendinizi geliştirmeye bir gün içerisinde minimum 12 saat ayırın.
• Sizin özelliklerinizi tamamlayan çalışanları işe alın. Size benzeyen elemanlar aldığınızda, başarılarınızı kısıtlamış olursunuz. Becerilerinizden farklı becerilere sahip olan elemanları işe alırsanız, hedefinize daha kolay ulaşırsınız.
• Bu işi yapan arkadaşlarınızdan öneri alın. Bir projede ilk defa liderlik yaptığınızda, her şeyi bilemezsin. Bu işte en başarılı olan arkadaşlarınıza, bu işte nasıl başarılı olduklarını sorun.
• Çalışanlarınız yanında olun. Onlara ne kadar güvendiğinizi gösterin.

DÜNYANIN EN ZENGİN 4 TÜRK İŞADAMI


Dünyanın En Zenginleri Listesine Giren 4 Türk İş Adamı ve Yaşam Öyküleri
Uluslararası Forbes dergisi 2016 yılının en zenginleri listesini bugün açıkladı. Açıklanan verilerde ilgi çekici ayrıntı ise dört Türk iş adamının yer almasıydı. Dünyanın en zenginleri listesine girmeye hak kazanan dört Türk iş adamı ve başarı öykülerini sizin için derledim.
Bugün tarihimizin en gurur verici gelişmelerinden birini yaşıyoruz. Bu tablonun temel nedeni ise dünyanın en zenginleri listesine ilk kez dört Türk iş adamının dahil olması. Bu yazımda sizlere dünyanın en zenginleri listesine girmeyi başaran dört Türk iş adamını ve onların başarılarla dolu hayatlarını tanıtacağım. Ancak öncesinde bilmeyenler için dünyaca ünlü Forbes dergisini kısaca tanıtmakta yarar olacağını düşünüyorum.
1917 yılında İskoçyalı B. C. Forbes tarafından kurulan iş dergisi, her geçen gün hızla büyüdü. Merkezi, New York 5. Cadde üzerinde bulunan Forbes dergisi, kendini dünya iş liderlerinin merkezi olarak tanımlamakta. Bünyesinde; ForbesLife, Forbes Asia, American Heritage, American Legacy ve American Heritage of Invention&Technology gibi dergileri de barındıran kuruluş, İngilizcenin dışında yedi başka yerel dilde daha yayımlanıyor. Kısacası Forbes küresel ekonominin nabzını tutarken, yeryüzündeki tüm zenginlerin vazgeçilmezi haline geliyor. Uluslararası öneme sahip olan Forbes’in hazırladığı ve global iş dünyasının dikkatle takip ettiği “En zenginler listesi” kamuoyuyla paylaşıldı. Hepimizin büyük bir dikkatle okuduğu verilerde ise dört Türk iş adamımızı görmek adeta göğsümüzü kabarttı. Yakından tanıdığımız ve saygın kişilikleriyle iş dünyasına damgasını vuran; Murat Ülker, Hüsnü Özyeğin, Ferit Şahenk ve Rahmi Koç Forbes’in en zenginleri listesine girmeye hak kazanan dört Türk iş adamı oldular. Türkiye’nin ekonomik gelişiminde büyük pay sahibi olan ve globalleşen dünyanın en zenginleri arasında bulunan dört Türk iş adamımızı gelin, yakından tanıyalım ve onların başarı öykülerini örnek alalım:
Murat Ülker
Forbes dergisinin açıkladığı verilere göre, Türkiye’nin en zengini bir kez daha Murat Ülker oldu. Hepimizin çok iyi bildiği üzere, geçen yıl Forbes’in açıkladığı listede Türkiye’nin en zengini 4,4 milyar dolar servetiyle Murat Ülker olmuştu. Ülker’in bu yılki serveti ise 3 milyar dolar olarak açıklandı. Böylelikle Ülker’in servetinde bir miktar erime açıkça göze çarpsa dahi, Türkiye’nin en zengini olduğu gerçeği değişmiyor.
1959 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Murat Ülker, dönemin şartlarına bakıldığı zaman oldukça eğitimli ve kültürlü bir ailenin en küçük çocuğu olarak hayata başlamıştı. Lise eğitimini İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamlayan Ülker, eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu’nun sınıf arkadaşıydı. Başarılı bir lise eğitiminin ardından Ülker, Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nde lisans eğitimini tamamladı. Ülker’in iş hayatına atılması ise aslına bakarsanız, aile şirketinin devamı olarak kabul edilebilir. Çünkü Murat Ülker’in babası ve amcası 1940 yılında şekerlemecilik sektörüne adım atmışlar, 1944 yılına gelindiğinde bisküvi üretime geçilmesiyle devam etmişti. Daha sonraları Yıldız Holding‘e dönüşen şirket, ülke çapında geniş bir pazara sahip olmuştu. Ülker, iş hayatına atılmadan önce yurt dışında önemli kuruluşlarda eğitimler aldı. AIB College of Business ve ZDS gibi okullarda eğitim gören Ülker, Continental Bakingşirketinde stajını tamamlamasının ardından 1982 yılında iş hayatına atıldı. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, Ülker’in dünyanın çeşitli ülkelerinde 3 yıl boyunca gıda alanında deneyim kazanmış ve incelemelerde bulunmuş olması oldu.
Kontrol Koordinatörü olarak başladığı iş hayatında, İşletmelerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı ve ardından Genel Müdürlük pozisyonlarına kadar yükseldi. İş hayatında hep yenilikçi fikirler ve başarılı stratejiler geliştirmeyi başaran Ülker, 2000 yılına gelindiğinde Yıldız Holding İcra Kurulu Başkanı, 2008 yılında ise Yönetim Kurulu Başkanlığı pozisyonuna yükseldi. Ayrıca Murat Ülker’in hayatıyla ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz. Murat Ülker’in Türkiye’nin en zengin ve en başarılı iş adamı olmasındaki diğer bir faktör ise özel hayatına ayırdığı zamandan geçiyor. Ülker tam bir spor ve deniz tutkunu olarak biliniyor. Sporseverlerin yakından bildiği üzere, Murat Ülker 1993 yılında Ülkerspor Basketbol Kulübü‘nü kurmuş, 2006 yılında ise Fenerbahçe ile birleştirme kararı almıştı.
Hüsnü Özyeğin
Forbes dergisi tarafından Türkiye’nin en zengin ikinci iş adamı olmayı başaran Hüsnü Özyeğin, eğitime ve finans sektörüne yaptığı başarılı atılımlarla Türk ekonomisine damga vurmayı başardı. Forbes verilerine göre, 2,5 milyar dolarlık servetiyle Türkiye’nin en zengin ikinci iş adamı olan Özyeğin, en zenginler listesine ilk kez 2005 yılında girmiş, 2009 yılında ise 2,9 milyar dolarlık ile Türkiye’nin en zengini olmuştu.
1944 yılında İzmir’de hayata gözlerini açan Özyeğin, iş hayatına henüz çok küçük yaşlarda atılmıştı. İzmir’in tarihini en iyi yansıtan semtlerden olan Kemeraltı’nda dedesinin iş yerinde iş dünyasına ilk adımını atan Özyeğin, o yıllarda çığırtkanlık yapıyordu. Henüz küçücük yaşlarda çığırtkanlık yapan bir çocuğun büyüyünce dünyanın en zenginleri listesine girebileceğini kim bilebilirdi ki… Babası doktor olan Özyeğin, ailesinin teşvikiyle eğitim hayatına oldukça önem verdi. Lise öğrenimi için İstanbul’a giden Özyeğin, Robert Koleji’nden 1963 yılında başarıyla mezun oldu. Henüz o yıllarda kıvrak zekasıyla akranlarından ayrılan Özyeğin, hayatının dönüm noktasına gelmişti. Lisans eğitimi için radikal bir karar alan Özyeğin, ABD’ye gitti ve orada Oregon Eyalet Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümü’nü okudu. Eğitime her daim özen gösteren Özyeğin, kendini daha da geliştirebilmek adına 1969 yılında Harvard Üniversite’si İşletme Fakültesi’nde İşletme Yüksek Lisans derecesi aldı.
Böylesine başarılı bir eğitim hayatı geçiren Özyeğin, birçok zorlukla mücadele etti. ABD’de yarı burslu olarak eğitim görmek için giden Özyeğin’in cüzdanında yalnızca 100 dolar bulunuyordu. Şimdilerde dünyanın en zenginleri listesinde yer alarak hepimizi gururlandıran Özyeğin, o yıllarda balıkçı lokantasında garson olarak çalışıyor, gazete ve çikolata satarak harçlığını kazanıyordu. Hayata karşı her zaman dik duran Özyeğin, bunun mükafatını elbette görecekti. Özyeğin hiç beklemediği bir anda Robert Koleji’nden sınıf arkadaşı olan Mehmet Emin Karamehmet’ten iş teklifi aldı. Bu teklifi değerlendiren Özyeğin, Türkiye’ye döndü ve 1974 yılında Pamukbank Yönetim Kurulu’nda göreve başladı. Başarılı stratejileri ve çalışkanlığı sayesinde kısa süre içerisinde Pamukbank Genel Müdürü olan Özyeğin, 1984 yılında Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü oldu. 1987 yılına kadar yürüttüğü görevinden ayrılan Özyeğin, kendi bankası olan Finansbank’ı kurdu. 2006 yılına gelindiğinde Finansbank’ı Yunanistan’ın en büyük bankasına satma kararı alan Özyeğin, bankacılık sektöründe iş hayatına devam etti. 1994 yılında Amsterdam merkezli yüzde 100 Türk sermayeli Hollanda bankası olan Credit Europe Bank’ı açan Özyeğin, uluslararası çevrelerin tüm dikkatini üzerine toplamayı başarmıştı. Ayrıca 1989 yılından itibaren Fiba Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten Özyeğin, 1999 yılında Fiba Grubu olarak dünyaca ünlü Marks&Spencer mağazasının İngiltere’den franchising haklarını satın aldı ve Marka Mağazacılık A.Ş.’ni kurdu.
2005 yılına gelindiğinde ise Özyeğin turizm ve eğitim alanlarına önemli yatırımlarda bulunacaktı. İstanbul’da bulunan Swissotel The Bosphorus’u yaklaşık 100 milyon dolar gibi rekor bir fiyata satın alan Özyeğin, turizm sektörüne güçlü bir giriş yaptı. Ayrıca yine aynı yıl Özyeğin, iş adamlarına örnek olacak bir girişimde bulanarak eğitime verdiği önemi gösterdi. 2005 yılında yapımına başlanan Özyeğin Üniversitesi, 2007 yılında hayata geçirildi. Kısacası İzmir Kemeraltı’nda çığırtkan olarak başlayan iş hayatı Özyeğin’i bugün dünyanın en zenginleri listesine taşıdı.
Ferit Şahenk
Forbes dergisi tarafından dünyanın en zenginleri listesine giren Ferit Şahenk, 2,4 milyar dolarlık servetiyle Türkiye’nin en zengin üçüncü iş adamı olmayı başardı. Medya ve gıda sektörüne yaptığı yatırımlarla adından sıkça söz ettiren Şahenk’in hayatını yakından inceleyelim:
Ayhan ve Deniz çiftinin tek erkek çocuğu olan Ferit Şahenk 1964 yılında Niğde’de dünyaya geldi. Bir kız kardeşi olan Şahenk’i diğer zengin iş adamlarından ayıran özelliği ise aile desteğiyle henüz lise yıllarında yurt dışında eğitimler görmeye başlamasıydı. İlk ve orta okulu Türkiye’de tamamlamasının ardından Şahenk, lise eğitimi için dünyanın köklü eğitim sistemlerinden birine sahip olan İsviçre’ye gitmişti. Liseyi başarıyla tamamlayan Şahenk, üniversite eğitimi için ise yine yurt dışını seçmeye karar vermişti. 1987 yılında Lisans eğitimi için ABD’ye giden Şahenk, Boston College’de Pazarlama ve İnsan Kaynakları bölümünü okudu. ABD’deki eğitim hayatına her geçen gün daha da ısınan Şahenk, eğitim hayatını Harvard Üniversitesi’nde Owner/President yönetici programıyla sonlandırdı. 1988 yılına gelindiğinde ise Şahenk, staj için Manufacturers Hannover’i seçmişti. Staj eğitiminin sonlandırmasının ardından Türkiye’ye dönüş kararı alan Şahenk, babası tarafından oldukça önemli şirketlerin yönetim kurullarında görevlendirildi. 1991 yılı ise Şahenk için yeni bir dönemin başlangıcıydı. Garanti Menkul Kıymetler Şirketi’ni kuran Şahenk, kısa sürede oldukça başarılı işlere imza attı ve Türkiye’deki en büyük menkul kıymetler şirketi konumuna tırmandı. 1994 yılında ise şirket, Doğuş Grubunu’nun yatırım bankası haline gelmiş ve yeni kurulan bu bankanın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı’na Şahenk getirilmişti.
Hepimizin çok iyi bildiği üzere başarılı insanların hayatlarında birçok zorluk ve kırılma noktaları vardır. Ferit Şahenk için kırılma noktası ise 2001 yılıydı. Babası Ayhan Şahenk’in vefatı üzerine henüz 37 yaşındayken Türkiye’nin en büyük kuruluşlarından biri olan Doğuş Holding’in başına gelen Şahenk’i oldukça zor günler bekliyordu. 2001 yılında aniden patlak veren kriz döneminde Şahenk, 7 sektörde tam 60 şirket yönetiyordu. Kriz yıllarında Türkiye’de birçok büyük şirket iflas bayrağını çekerken Şahenk, başarılı bir girişimcilik hamlesi yaptı ve Osmanlı Bankası, Körfezbank ve Garanti Bankası’nı tek bir çatı altında “Garanti Bankası” adıyla birleştirdi. Şahenk’in vermiş olduğu bu radikal karar, başarılarla dolu iş hayatının önünü açtı. İlerleyen yıllarda medya sektörüne dev yatırımlar gerçekleştiren Şahenk, Kral Tv, NTV Spor, Star TV, Virgin Radio, Capital Radyo, Radyo Eksen gibi kuruluşları çatısı altında toplamayı başardı. Bunların yanı sıra Şahenk, televizyon dünyasının parlayan yıldızı Acun Ilıcalı’nın sahibi olduğu TV8 kanalına ortak oldu. Şahenk’in CNBC-E’yi satarak Ilıcalı ile kurduğu ortaklığın haberine buradan ulaşabilirsiniz. Şahenk ayrıca gıda sektöründe de önemli yatırımlarda bulundu. Nusr-et, Kitchenette ve Kahve Dünyası bunlardan bazıları olarak önümüze çıkıyor.
Rahmi Koç
Forbes dergisi tarafından Türkiye’nin en zengin dördüncü iş adamı olarak gösterilen Rahmi Koç, 2,2 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zenginleri listesinde boy gösteriyor. Türkiye’nin en önemli iş adamlarından biri olan Koç, renkli kişiliğiyle her kesimden kişinin büyük ilgi ve saygısını kazanarak, unutulmazlar arasında yer aldı.
1930 yılında Ankara’da Türkiye’nin en önemli iş adamlarından biri olan Vehbi Koç’un oğlu olarak hayata ilk adımı atan Rahmi Koç, ilköğrenimini Ankara’da tamamladı. Başarılarla dolu eğitim hayatının ilk adımı için ortaokulda Robert Koleji’ni seçen Koç, lise öğrenimi de burada tamamladı. Üniversite yıllarına gelindiğinde ise babasının desteğiyle yurt dışını seçen Koç, ABD’de Hopkins Üniversitesi’nde Endüstriyel Sevk ve İdare Bölümünü okudu. Lisans eğitiminin ardından Türkiye’ye dönme kararı alan Koç, iş hayatına atılmadan önce 1958 yılında İstanbul’da Harp Akademileri’nde yedek subay olarak askerliğini yaptı. Askerliğini tamamlamasının ardından ise Koç, Koç Şirketler Topluluğu’nda iş hayatına ilk adımını atarak, Ankara’da bulunan Otokoç Şirket’inde çalışmaya başladı. 1964 yılına kadar Koç Şirketler Grubu’nun çeşitli kademelerinde büyük bir titizlikle çalışan Koç, o yıl Koç Holding’in şirket merkezini İstanbul’a taşıma kararına büyük bir destek verdi ve kendisi de İstanbul’a taşındı.
İstanbul macerası, Rahmi Koç’un başarılarla dolu iş hayatının dönüm noktası olacak ve birçok şirketin bulunduğu o büyük rekabet pazarına adım atacaktı. 1970 yılına gelindiğinde yedi kişiden oluşan İcra Komitesi’nin Başkanı olan Koç, beş yılın ardından İdare Meclisi Başkan Yardımcılığı pozisyonunda çalışmaya başladı. Koç o yıllarda başarılı stratejileriyle babasının da ilgisini çekiyordu. 1980 yılında dört kişiden oluşan Üst Düzey Yöneticiler Kurulu pozisyonuna seçilen Koç, yurt dışında edindiği tüm bilgileri eksiksiz bir şekilde hayata geçiriyor ve şirketi büyük İstanbul pazarında her geçen gün ileriye taşıyordu. 1984 yılına gelindiğinde ise Vehbi Koç’un İdare Meclisi Başkanlığı’nı kendisine devretmesinin ardından Rahmi Koç, yıllarca hayalini kurduğu ve her kademesinde alın teri döktüğü Koç Holding’in Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçilmişti. Başkanlığı döneminde Koç Holding’i en iyi şekilde temsil eden ve başarılarına başarı ekleyen Rahmi Koç, 1994 yılına gelindiğinde ICC toplantısında ICC Başkanı olarak seçilerek tüm dünyanın ilgisini çekti. 2001 yılında ise Koç, İtalya ile Türkiye arasındaki başarılı ticari anlaşmalara imza atmasından dolayı İtalyan Cumhuriyeti Yüksek Liyakat Nişanı’na layık görüldü. Başarılı iş hayatını 2003 yılında sonlandırma kararı alan Rahmi Koç, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı oğlu Mustafa Koç’a devretti. Ancak Koç, ülke ekonomisinden hiçbir zaman uzaklaşmadı ve gelişmeleri hep yakından takip etti. Geçtiğimiz aylarda Türkiye ekonomisini yorumlayan Koç, önemli mesajlar vermişti.
Rahmi Koç yalnızca iş dünyasında değil, aynı zamanda renkli kişiliğiyle de Türkiye’nin en önemli isimlerinden biri olmayı başardı. 2004 yılında Nazenin IV yelkenlisiyle denize açılan Koç, yaklaşık iki yıl boyunca dünyanın çeşitli sularında geziler gerçekleştirdi. Tam 28 bin 250 deniz mili yol yapan Koç, 5 kıtaya ulaştı. Yolculuğunun ardından ise basın açıklaması gerçekleştiren Koç, dünyayı başka türlü görmeye başladığını ve Türkiye’nin fevkalade bir ülke olduğunu dile getirmişti.
Forbes dergisi tarafından dünyanın en zenginleri listesine girmeyi başaran dört Türk iş adamını ve başarılarla dolu yaşam öykülerini birlikte inceledik. Hayat karşısında dimdik durmayı başaran ve eğitime verdikleri önemle ufkumuzu açan iş adamlarımıza, yaptıkları yatırımlar ve bizi global arenada en iyi şekilde temsil ettikleri için sonsuz teşekkür ediyorum.

EĞİTİMDE FİNLANDİYA


EĞİTİM DÜNYASININ ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUĞU: FİNLANDİYA
Finlandiya, olağanüstü başarılı eğitim sistemiyle, dünyanın yakından izlediği bir ülke. Yıllardır uluslararası akademik başarı değerlendirmelerinde en tepelerde yer alan bu küçük ve mütevazı ülke, nasıl oluyor da bu kadar başarı sağlıyor?
Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen Finlandiya-Türkiye Eğitimde İşbirliği konferansında, Finlandiya eğitim sisteminin başarısının “sırrı” konuşuldu.
Panel için Finlandiya’dan gelen matematik öğretmeni Ms. Maarit Rossi, dünyanın en iyi 10 öğretmeninden biri seçilmiş. Diğer panelist de eğitimbilimci Topi Litamen’di.
Finlandiya başarısını neye bağlıyor?
Panelistlerin gözünden ülkelerinin başarısında öne çıkan temel noktalar şöyle özetlenebilir:
  1. Toplum, eğitime değer veriyor. Aileler eğitimden, okuldan olumlu şekilde söz ediyorlar ve öğretmenlere güveniyorlar. Bu da çocukların öğrenmeye değer vermesinde önemli bir etkiye sahip.
  1. Müfredat, zaman içinde sadeleştirilmiş ve hafifletilmiş. Eskiden daha doluyken, “düşünmeye yer açabilmek” için daha rahat bir müfredat getirilmiş.
  1. Finlandiya’da özel okul yok. Sağlık hizmetleri ücretsiz, okula ulaşım ücretsiz, eğitim ilkokuldan yüksek öğrenime kadar ücretsiz, okullarda yemek ücretsiz.
  1. Erken dönemde eğitim oyun odaklı. Eğitim, oyun yoluyla öğrenme ilkesine dayanıyor. Bu yaklaşım, temelini bilimsel araştırmalardan alıyor. Ayrıca, öğrencilere çok az ödev veriliyor.
  1. Çocuklar ilkokula 7 yaşında başlıyor. 7 yaşından önce okul öncesi eğitim programlarına devam ediyorlar. Zorunlu eğitim 9 yıl.
  1. Bizdeki gibi ulusal bir sınavları yok. Bu konuda dünyadan farklı yönde ilerlediklerini söylüyorlar.
  1. İyi okul-kötü okul diye bir ayrım yok. İyi öğrenci-kötü öğrenci diye bir ayrım yok. Amaç, bireyselleştirilmiş bir öğrenme programına göre herkesin en iyi şekilde öğrenebilmesi.
  1. Müfettiş yok. “Müfettiş ve sınav ağırlıklı bir sistemde, çocuklar sınav için çalışıyor, bu da eğitimin amacına aykırı” diyorlar.
  1. Öğretmen seçimi süreci çok sıkı. Çok iyi eğitimli olmayan kişi öğretmen olamıyor. Bu da öğretmenliği en saygın mesleklerden biri kılıyor. Finlandiya’da yapılan bir ankette, doktorluktan sonra en saygın ikinci meslek öğretmenlik çıkmış. Politikacılar listenin sonunda yer almış.
  1. 1978’de alınan bir kararla, ilkokul 1. sınıftan  12. sınıfa kadar tüm öğretmenlerin “tezli” master derecesi alması zorunlu. Kendi branşlarıyla ilgili tez hazırlıyorlar. Yani fen öğretmeni fen alanında, tarih öğretmeni tarih alanında,  ilkokul öğretmeni eğitim alanında master derecesine sahip olmak zorunda.
  1. Öğretmen eğitiminde temel amaç, öğretmen adaylarına araştırmayı öğretmek. Bu şekilde, öğretmenlerin mesleği icra ederken beklenmedik problemleri çözebilme becerisi geliştirilmeye çalışılıyor.
  1. Öğretmenler sınıf içinde yeni şeyler denemeye, risk almaya teşvik ediliyor. Kendilerini özgür hissettikleri bir ortamda, bu tarz denemelerle öğrencilerden geri bildirim almaları ve buna göre öğretme stillerini iyileştirmeleri hedefleniyor.
  1. Ailelerin eğitime ne kadar dahil olacakları kararı okula ait, bu konuda okullar özgür. Bazı okullar ailelerle daha yakın işbirliği halinde. Örneğin veliler sınıfa gelip kendi mesleklerini öğrencilere tanıtıyorlar. Bazı okullarda veliler o kadar müdahil değil. Ama genel olarak veliler okula ve öğretmenlere güveniyor ve eğitime değer veriyor.
  1. Dünyanın model aldığı bir eğitim sistemi olmasına rağmen, Finlandiya eğitim reformu yapmayı planlıyor. Reformdaki temel hedefleri arasında; hayat boyu öğrenme ve iletişim konularına daha fazla odaklanmak, öğretmen merkezli eğitimden öğrenci merkezli eğitime geçmek, disiplinlerarası bir öğretim yaklaşımı benimsemek, teknolojiyi daha iyi entegre etmek, konulara göre ayrılmış bir müfredat yerine daha geniş temalara odaklı bir müfredat uygulamak, bilgiden çok beceriye odaklanmak yer alıyor.  
Neden hala değişmek istiyorsunuz sorusuna, dünyanın en iyi 10 matematik öğretmeninden biri seçilen Rossi, şöyle cevap verdi:
“Dünya değişiyor. Eski sistemler en iyi sonuçları veremez. Dünyanın en iyisiyiz deyip öylece oturamayız. İyi bir sistemimiz var ama, geliştirmeye çalışmazsak, hızla geride kalabiliriz.”
Finlandiya ve biz, elma ve armut gibi miyiz?
Öncelikle, Finlandiya’daki eğitim sisteminin başarısı, genel olarak her yönüyle başarılı bir ekosistemin bir ürünü. Türkiye’yi bir deve, eğitim sistemimizi de devenin boynu olarak düşünürsek, devenin boynunun neden eğri olduğu anlaşılmaz bir durum değil.
İkincisi,  Finlandiya eğitime değer veren bir kültür ve çocukların etraftan aldığı ortak mesaj bu. Bizim ülkemizde çocuklar, kimsenin eğitimden memnun olmadığı mesajına her gün yüksek dozlarda maruz kalıyorlar.  Bu da başta öğrenciler olmak üzere herkes için motivasyonu düşürücü bir durum.
Üçüncüsü, öğretmene verilen değerin sadece sözde kalmayıp öğretmen seçim sürecine, rahat çalışma koşullarına ve maaşlara yansıması. Türkiye olarak bu konuda nerede durduğumuzu anlamak için basit bir test yapalım: Kaç kişi bu ülkede çocuğunun ileride öğretmen olmasını istiyor? Siz ister miydiniz?
Dördüncüsü, “biz artık olduk” anlayışından uzak, gelişim odaklı bir zihniyet.
Finlandiya ile Türkiye’yi karşılaştırma elmayla armudu karşılaştırmak gibi olur. Birçok yönden çok büyük farklılıklarımız var.
Bir Finlandiya’ya bakıp bir de kendimize baktığımızda cesaretimiz kırılmıyor değil. Eğitim sistemimizde pek çok sorun var: İllallah dedirten bir sınav sistemi, ezbere dayalı öğretim, öğretmen odaklı eğitim anlayışı, ortalamaya hitap eden ve bireysel yetenekleri değerlendirmekten uzak toptancı bir yaklaşım, düşük öğretmen kalitesi… Düzeltilmesi gereken daha pek çok şey var.
Finlandiya örneğinden esinlenip atabileceğimiz pek çok adım var, ancak somut ve önemli tanesine odaklanarak yazıyı bitireceğim:
Kimler öğretmen oluyor?
Öğretmenlik bir aşk evliliği olmalı
Çocuklarımızı ve geleceğimizi kimlerin eline teslim ediyoruz?
Bu soru çok önemli. Öğretmenliğe giriş, ülkemizde bir aşk evliliğinden ziyade bir mantık evliliği: Genellikle “başka bölüme puanı yetmeyen” ya da “ailesi çok istedi diye” öğretmenliği seçen adayların yoğun olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Eğitim fakültelerine giriş, Finlandiya’da olduğu gibi daha zor ve seçici kılınırsa, örneğin master diploması bizde de zorunlu olursa, eğitim kalitesi de olumlu etkilenecektir. Bütün sorunlarımız belki bu şekilde çözülmez, ama zaten gelişim de adım adım ilerleyen bir süreçtir. Bu adımın öğretmenlerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirecek politikalarla da desteklenmesi gerekir.
Lao Tzu’nun dediği gibi,  “binlerce kilometrelik yolculuk, atılacak tek bir adımla başlar.” 
Yazar: Dr. Bahar Eriş