Bu Blogda Ara

13 Ekim 2011 Perşembe

MUTLULUK ÇOK MU ZOR ?


Normal yaşam koşulları içinde düşünüldüğünde, yetişkin insanın kendi mutluluğundan sorumlu olmasını beklersiniz.

Aslında iyice incelenip irdelendiğinde mutluluğun kişinin kendine, ilişkilerine, topluma, evrene, yaşamına anlam verişinin bir yansıması olduğunu görürüz.

Anlam verişin yansıması ne demek?… Kendi varoluşunu anlamlı görme veya görmeme ne demek?. Bana göre Shakespeare özetlemiş; “var olmak veya olmamak.”

Dış koşullar ne olursa olsun, kendi varoluşunu anlamlı bir bütün olarak gören insan mutludur. Bu bizi kişisel bütünlük olgusuna getiriyor; doğal olarak. Yani, kişisel bütünlükten yoksun olan kişinin mutlu olması olanaksızdır. Daha büyük ev, daha lüks araba, daha konforlu bir yaşam gibi dış koşulları iyileştirerek daha mutlu olacağını sanan kişi, bunları elde etmek için kişisel bütünlüğünden taviz verdiğinde, kendi varoluşunu anlamlı görme konusunda fakirleşmektedir.

Ve dış koşullar iyileşirken kendine olan saygısını ve mutluluğunu kaybetmektedir.

Evet, mutluluk kişinin anlam verişinin içinde gizlidir; anlam verme sürecinin temelinde de kişinin bütünlüğü yatar.

İnsan kendi kişisel bütünlüğünden sorumludur.

Her insan kişisel bütünlükten ne zaman ve ne kadar yoksun davrandığını sezgisel olarak bilir. Kimi insan için bu sezgi çok önemlidir; kimi insan ise kaale alınmaya değmez.

*Kişisel Bütünlüğüm Denetimim Altında

Denetimimiz altında olan ve denetimimiz altında olmayan şeylerin farkına varmak kişinin olgunlaşmasında önemli bir adımdır. Mutluluk için en önemli kaynak olan kişisel bütünlük kesinlikle kişinin denetimi altındadır.

Yaşamımda denetimim altında olanlardan sorumluluk alırım ve onlarla ilgili olarak elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışırım. En iyisini yapmaya çabalamak, bu çabanın sonucunda alınan sonuç ne olursa olsun, olgun insan için mutluluk kaynağıdır. En iyisini yapmaya çabalamak kişisel bütünlüğün ve bu nedenle de başarının ve mutluluğun kaynağıdır. En iyisini yapmaya çalışırken öğrenmeye açık olurum, öğrendikçe olgunlaşırım, olgunlaştıkça daha gerçekçi olarak yaşamın anlamının benim kişisel bütünlük içinde en iyisini yapma niyetimde gizli olduğunu görürüm.

*Mutluluğun Kaynağını Dışımda Bekleyince

“Evliliğimde her şey istediğim gibi giderse ben mutlu olurum,” diyen kişinin evliliğinde mutlu olması olanaksızdır; çünkü mutluluğunu kendi dışında yer alacak olaylara ve süreçlere bağlıyor. Bu, “Güneşli havada, 24 derece ısıda, nem düşük ve 300 metre yükseklikte mutlu olurum,” demeye benziyor. Bu kişi ancak çok kısıtlı zamanlarda kısa süre mutlu olacaktır. Yerin yüksekliğini seçebilirsin ama havanın güneşli olmasını, ısısını, nemini denetlemen olanaksızdır.

Böyle bir beklenti içinde olan kişi kendini doğadan kopararak sahte bir dünya yaratmaya doğu gider; o dünyada, alış veriş merkezlerinde olduğu gibi ışık, ısı, nem sürekli denetlenir ve kişi bu yapma dünyada mutlu olmaya çalışır.

Birçok evlilikler, eşlerin birbirlerini sürekli denetleme istemi nedeniyle, alış veriş merkezlerindeki gibi yapaysallaşmıştır. Eşlerin kendi özgün kişiliklerini kaybettikleri bu yapay dünyada, yapay kişilikler yapay mutluluklar arayışı içindedir.

“Hayatımda her şey istediğim gibi giderse mutlu olurum,” yaklaşımı mutluluğun kaynağını dışarıda arama tutumunu yansıtır. Olgun ve gerçekçi bir kişinin tutumu değildir. Çünkü yaşamımızda da denetleyebildiğimiz şeylerin sayısı gerçekten çok azdır. “İş yaşamımda her şey yolunda giderse mutlu olurum,” diyen kişi de aynı yolun yolcusudur.

*Mutluluğun Kaynağını İçimde Bulmak

“Evliliğimde her şeyin istediğim gibi gitmesi için elimden gelenin en iyisini yapacağım,” diyen kişinin evliliğinde mutlu olması için bir tek koşul vardır; o da, elinden gelenin en iyisini yapma niyeti içinde olması ve çabalamasıdır. İçinde bulunulan koşullar içinde elden gelenin en iyisini yapmaya niyetlenmek ve gayret etmek kişinin kişisel bütünlüğünden, yani iç dünyasından, kaynaklanır. Bu kişi mutluluğunu kendi dışında yer alacak olaylara ve süreçlere bağlamamış olur; niyetinin saflığı onun mutluluk kaynağıdır.

“İş yaşamımda her şeyin yolunda gitmesi içinde elimden gelenin en iyisini yapacağım,” diyen kişi de, işler nasıl giderse gitsin, niyetinin saflığı içinde, elinden gelenin en iyisini yaptığı sürece, mutludur.

Bazı okurlarım, “İş zarar ettiği halde mi?” diye akıllarından bir soru geçiriyor olabilirler.

Evet, iş zarar ettiği halde bu kişi mutludur. Bir tek koşul var: bu kişinin kişisel bütünlük içinde olması. İşi iyi gidince mutlu olan ve işi kötü gidince mutsuz olan, “niyetinin saflığı içinde elinden gelenin en iyisini yapmaya çabalayarak kişisel bütünlük içinde yaşamanın” gerçek mutluluk olduğunu bilmeyen henüz olgunlaşmamış kişidir.

“Hayatımda her şey istediğim gibi giderse mutlu olurum,” yaklaşımı gerçekçi ve olgun bir yaklaşım değildir. Gerçekçi olmayan her tutum gibi, bu tutum da, kişinin yaşamında önemli sorunlar yaratacaktır.

Yaşamdaki her şeyi denetim altında tutmaya çalışmak olanaksızı olanaklı kılmak çabasıdır; böyle bir çaba kişiyi nevrotik yapar. Nevrotik kişi kaygılar denizinde yüzerken mutlu olması olanaksızdır.

*Bana Göre Mutluluk

Mutluluk konusunu irdelemeye son vermeden önce kendimce birkaç büyük laf etmek istiyorum.

Mutlu olmayı başarmak demek, kişisel bütünlük içinde yaşamayı başarmak demektir.

Kişisel bütünlük içinde yaşamayı başarmak demek, insan olmayı başarmak demektir.

Mutlu olmak konusunu tartışmak, insan olmak konusunu tartışmak anlamına gelir.

İnsanın doğası kendini gerçekleştirme yönünde programlanmıştır ve kendini gerçekleştiren insan ise mutlu olmaya mahkumdur.

HAYALLERİNİZİN PEŞİNDEN GİDİN...

Şu anda en iyisiniz, ama gelecekte daha da iyi olacaksınız.


Bazen izlediğimiz yollar uzun ve zorlu olabilir, fakat unutmayın: böyle yollar, sonunda daima en güzel manzaralar olan yollardır.

Tabii ki önünüze engeller çıkacak: bunlara nasıl tepki verdiğiniz, kim olduğunuzu - içinizdeki sizi- ve kim olacağınızı belirler.

Adım adım çabalayarak, hedeflerinize ulaşma şansınızı artırın. Yapabileceğiniz en iyi şey, sizden istenen her şeyi yapmaktır.

Unutmayın, kendi mucizelerinizi yaratabilirsiniz.

Kapınızı çalan fırsatların bir nedeni var, değerlendirmeniz için oradalar.

Her zaman kazanmak zorunda değilsiniz, kazanmak için ne yapmanız gerektiğini bilmelisiniz.

Daha güzel bir hayata açılan kapının anahtarını bulmak size bağlı.

Unutmayın, daha fazla zorluk, sizi zorlukları nasıl aşacağınız gerçeğine daha da yakınlaştırır ve bunun ötesini götürür.

Endişelenmeyin.

Zorluklarla karşılaşın.

Hayallerinize uzanın ve onları daha yakına, kalbinizin daha yakınına getirin.

"Keşkelerden" kurtulun ve doğru olanı yapmak için ne gerekiyorsa onlarla yolunuza devam edin.

Önem verdiğiniz tüm kişilerin şükranlarıyla, hayattan istediğinizin peşinden gidin. Ve dileklerinizi gerçekleştirmenin gerçekten nasıl bir şey olduğunu keşfedin.

İNANMAK BAŞARMANIN YARISIDIR !
YETERKİ KENDİMİZE OLAN ÖZGÜVENİMİZ TAM OLSUN.....

9 Ekim 2011 Pazar

İNTERNETİ VERİMLİ KULLANIN

1-Web sitesi : Eğer internet üzerinden işinizi duyurmak istiyorsanız ilk yapmanız gereken bir web sitesine sahip olmak.Web sitesi yaptırmaya karar verdiğiniz an ise eski model kartvizit tabir edilen sitelerden uzak durmanız gerekiyor. Yeni nesil blog-web tarzı olan siteler artık Google sıralamalarında daha değerli ve bu sitelerin yönetim panellerini kullanmanız mümkün. Kısaca web sitenizi bir kerelik değil sürekli güncellenebilen bir formatta yaptırırsanız haftada en az 3 kere de işiniz hakkında içerik girerseniz rakiplerinize büyük oranda fark atabilirsiniz.


2-Sosyal medya : Sosyal medya internette pazarlamaya yeni bir bakış açısı getirdi. Xing, Facebook, Linkedin, Twitter ve Friendfeed gibi sosyal medya sitelerinde hem işinizi tanıtabilir hemde arkadaş çevrenizi genişletebilirsiniz. Unutmayın hemen hemen her sektörün bir şekilde birbirlerine işi düşüyor ve ilk önce tanıdıklarını seçiyor. Sosyal medyanın etkili olmasının nedeni ise sizi görmeseler bile yazışmalarınızdan dolayı bir güven ortamı meydana çıkıyor ve bu size iş olarak yansıyor.

3-İlan siteleri : Sahibinden.com, Gittigidiyor.com ve ilan.mynet.com gibi sitelerde ürün ve hizmetlerinizi tanıtabilir veya buralarda dükkanlar kiralayabilirsiniz. Ayrıca bu sitelerin reklam bölümlerini de etkili bir şekilde kullanabilirsiniz. Çok ziyaret edilen bu sitelerden faydalanmamanız sizin zararına olacaktır.

4-Reklam verin : Bu konuda ülkemizde Google Adwords en etkili yöntemlerden birini sunuyor ve reklamınız size iş olarak geri dönüyor.Ancak adwords uzmanlarından yardım almanız maliyetlerinizi düşürmeye yardımcı olacaktır. Diğer reklam yayıncıları olan Facebook, Adnet ve Reklamstore gibi servisleride kullanmanız mümkün. Birde hedef kitlenize uygun olan sitelerede reklam verebilirsiniz. Bu tarz sitelerde aylık reklam vermek diğer kanallardan daha uyguna gelebilir.

5-Üye mail listeleri : Web sitenizi yaptırırken ziyaret edenlerin maillerini alabileceğiniz ve onlara izinli toplu mail atabileceğiniz sistemleri kurdurmaya dikkat edin. Bir milyon hedefsiz toplu mail atacağınıza 500 kişilik hedef kitlenize mail atmak daha başarılı olacaktır.

6-Rakiplerinizi kontrol edin : Sattığınız hizmet ya da ürünün diğer sitelerdeki fiyatlarını, yaptıkları yenilikleri ve müşterilerine sunduklarını sürekli takip edin ve sizde işinizi bu veriler doğrultusunda geliştirin. Google servislerini de bu konuda mutlaka kullanın. Örneğin Ad planner, Google İnsights, Google Trend gibi ücretsiz kullanabileceğiniz sitelerde araştırmalarınızı yapabilirsiniz.

7-Firma rehberleri : E-sirket.com, firmaadimiz.com, sirketce.com.tr, sirket.gen.tr, webrehberi.net, trsektör.com ve firmalarrehberi gibi sitelerde ilgili kategorilere mutlaka işletmenizi ekleyin ve bütçeniz yettiği kadar kategorilerde ilk sıraları kiralamaya çalışın. Bu tarz siteler sıkça takip ediliyor ve Google sıralamalarıda oldukça iyi.

8-E-ticaret : Eğer ürünleriniz e-ticaret ortamına uygunsa mutlaka edinmeniz gereken bir uygulama olan online satış sitesi kurma kazancınızı arttırmaya yardımcı olacak önemli etkenlerden biri. Hatta bu konuda referansı kuvvetli olan sitelere sisteminizi kurdurmanızı öneririm.

9-Videolar : Youtube, Dailymotion, İzlesene, Vimeo gibi video izleme sitelerinde firmanızla ilgili videoları ücretsiz olarak yayınlayabilirsiniz. Online kataloglarınızı veya hizmetlerinizi anlatan videolar firmanıza artı kazandıracaktır. Bazı firmalar her ürünü için ayrı ayrı videolar yayınlıyor ve bunun geri dönüşümünüde alıyorlar.

10: Fırsat siteleri : Grupanya, Grupfoni, ŞehirFırsatı ve Yakalaco gibi fırsat sitelerinde işletmenizle ilgili ürün ve hizmetlerinize yönelik indirim kampanyaları oluşturarak satışlarınızı arttırmanız ve şirketinizin bilinirliğini arttırmanız mümkün. Bunun için yapmanız gereken sadece fırsat sitelerinden iletişime geçmek.

11-Basın Bültenleri : Şirketiniz hakkında basın bülteni yayınlamak ve işiniz hakkındaki gelişmeleri internet medyasına bildirmek çoğu zaman geri dönüşümü iyi olan bir yöntem. Bu konuda Kurumsalhaberler.com ve Basinbulteni.com gibi siteleri tavsiye edebiliriz. Ayrıca ücretsiz basın bülteni yayınlayan siteleride araştırabilirsiniz. Basın bülteni yayınlamak aynı zamanda bir çok internet mecrasında da haber olmak anlamınada geliyor.

12-İnternette pazarlama: Yazdığımız konularda bir bilginiz yoksa bu konulara hakim olan kişi ve kurumlarla çalışmanızıda şiddetle tavsiye ediyoruz. İnternnette ürün veya hizmet satışlarınızı sürekli raporlamanız ve takip etmeniz gerektiğini unutmayın.

4 Ekim 2011 Salı

HAREKETE GEÇİN

Yenilikçi düşünceleri olanların temel özelliklerini biliyor musunuz? Zamanlarının yüzde 80’ini düşünmeye ayıran yenilikçiler düzeni bozmaktan da çekinmiyorlar. İşte yenilikçi düşüncenin yol haritası...

YENİLİKÇİLİK FARKLI DÜŞÜNCELER ARASINDA BAĞ KURABİLMEKTİR

Inovasyon için yenilikçilik gerekiyor.

Yani, sürekli bir şeyleri geliştirmeye odaklanan bir yapıda olmak anlamına geliyor.

Yenilikçi kişilikleri diğerlerinden ayıran en temel özellik -Harvard'ın yaptığı araştırmalara göre- yenilikçi kişilerin yenilikçilik yaratabilmek için daha fazla düşünüyor olmaları.

Bu kadar basit olabilir mi?

Evet. Aslında basit duruyor. Ama basit olan hiç birşey pek kolay gelişmiyor. Her nedense...

Yenilikçi olanlar, olmayanlara göre %50 daha fazla yaratıcı düşünceler geliştirmek için çaba sarf ediyorlar.

İşin ilginç yanı, kendini yenilikçi olarak tanımlayanlar zamanlarının %48'lik bir dilimini yenilikçi düşüncelere ayırıyorlar (global olarak yöneticiler ve girişimcilerle yapılan araştırma sonuçlarına göre). Oysa, gerçek anlamda yenilikçi olan kişiler zamanlarının %70-80'lik bir yüzde dilimini yenililiçi ve yaratıcı çözümler geliştirmek için harcıyorlar. Bu kişilerin en güçlü yanı, düşündükleri arasında bir ilişkilendirme yapabiliyor olmaları.

"Zorlu problemleri yaratıcı bir şekilde ve farklı birikim ve deneyimlerden faydalanarak çözerim" önermesine de çok güçlü bir evet cevabı veriyorlar. Yani bu kişiler daha sık inovatif çözümler üretmek için düşünüyor, düşündükleri arasında ilişïlendirme yapabiliyor ve düşündüğünü hayata geçiriyor.

Harvard Medical "neden daha fazla kişi yaratıcı düşünmek için çaba harcamıyor" diye düşünmeye başlıyor.

Görüştükleri kişilerin %60-80'i farklı şekilde düşünmenin "yorucu ve rahatsız edici" olduğunu düşünüyor.

Basit gördüğünüz geliştirmelere, yeniliklere yaklaşımınız "Bunu bende yapardım, ne var ki?" ise, bundan sonra bir kez daha düşünmenizi öneririm. En azından yapılan işin basitliğine saygı göstermeyi denemenizde fayda var. Çünkü en iyi inovasyonlar kullanımı en basit olanlardır aslında. O basitliği ortaya çıkartabilmekse, "sürekli ama sürekli nasıl yenilikçi bir yaklaşım getirebilirim" diyebilmeyi, kendinizi yorgun dahi hissetseniz peşinden gitmeyi, konfor alanınızdan çıkabilmeyi gerektiriyor.

Harvard Medical, yenilikçiliğin 1/3'ü genetik, 2/3'ü ise çevresel faktörlere bağlı oldugunu söylüyor ve yenilikçiliği geliştirebilmek için 3 tio veriyor.

Just do it! Nike'ın sloganından yola çıkarak farklı perspektiften olaylara bakmak için kendimizi zorlamamız gerekiyor. Bunu yapmak kolay değil, ama belli bir tempo tutturduğunuzda bir müddet sonra daha rahat perspektifler arasında bir ilişki bulabiliyor olacaksınız.

Düzeni Bozun. Olaylar, kelimeler, düşünceler, fikirler arasında ilişki yakalayabilmek için rutini bozabilmek gerek zaman zaman. Örneğin, google bir arama motoru. Pazarın neredeyse %90'ı onların. Oysa Twitter bir arama motoru olma özelliği ile başlamadığı halde bugün en fazla "arama motoru" olarak aranılan araçlardan biri haline geldi. Twitter, konuşma ve paylaşma kültürünü yaratarak, kendini önemli bir kaynak arama motoru haline getirdi.

Tekrar Edin. Tekrar etmenin en büyük faydası, bilgiler, düşünceler, perspektifler arasında ki ilişkileri bulabilmek için beyni eğitmek. Bir müddet sonra beyin buna alıştığından zorluk olarak algılamaktansa enerji veren bir disiplin olarak görülmeye başlıyor. Düşünün 10.000 saat kuralı var ya, hani bir konuda uzman olabilmek için o alanda en az 10.000 saat harcamanız gerektiği gerçeği...işte bu da öyle birşey. Bir alanda gelişmek istiyorsanız, o alanda kafa patlatmak durumundasınız.

Yenilikçi düşünenlerle yenilikçiliğe kapalı olanların bir arada çalışabilmesi müthiş bir enerji gerektirir. Çoğu zaman enerjinin yok olması demektir aslında. Bu yüzden de yenilikçi ve yaratıcı kişilere iyi bakın. Onlara gereken özgürlüğü tanıyın. Yaratıcı ve yenilikçi kişilere baktığınızda hiç bir iş yapmadıklarını düşünebilirsiniz. Ama unutmayın, farklı düşünceleri birleştirebilmek için sürekli düşünmeye ihtiyaç var. Bu sürecın sonu tahmininizden hep daha iyi gelişir. Yeterki yenilikçi olanları cesaretlendirmeye devam edin.

İYİ BİR SATIŞCININ SIRLARI

Bir işletmede yenilikçiliğin, büyümenin, rekabet avantajının ve yeni kazançların sürdürülebilir tek kaynağı satıştır.

Bunun için de satış örgütlerinde yeteneklerin, becerilerin, bilginin ve işgücünün başarıyla harmanlanmasında profesyonel satışcılara görev düşmektedir. Ancak, değişimin baş döndürücü hızını yakalayamayan kimi şirketlerde yetişmiş satış gücünün değeri etkin ve saydam değildir. Profesyonel olmayan satış örgütlerinde herkes kendini satış gurusu olarak görür.

Bu kişilerin kullandığı sözler ise genellikle şunlardır:

Ben büyük satışcıyım, bu konuda kendime çok güvenirim, Ürün benim için önemli değil, ben çok yetenekliyim, her koşulda satarım, Ben satışcılığa x şirketinde başladım, çanta elimde Türkiye’yi karış karış gezdim, çok tecrübeliyim, Satışcılık benim için çok basit bir iştir, … yıllık satışcıyım, her türlü satış tekniğini benden iyi kimse bilemez, Bu satışları ben tek başıma gerçekleştirdim, diğerleri ise sadece bana yardımcı oldu.

İşletmenizde kendisini çok yükseklerde gören böyle ‘bencil’ kişiler varsa onları hiç vakit kaybetmeden eğitim programına almalısınız.

Satışcılıkta ‘ben yaptım, ben yaparım’ sözcüklerine yer olmadığını ve bu işin bir takım oyunu olduğunu öğretmelisiniz.

Ancak, öğrenmemekte direniyorlarsa, bırakın, sözde dehalarını başka şirketlerde göstersinler.

Yeni ekonominin profesyonel satışcısı mütevazı ve paylaşımcıdır, yeni satış tekniklerini yakından takip eder, satışın sadece konuşarak ve sohbet edilerek yapılmadığını iyi bilir. Satışlar iyi gitmediğinde ise mazeret bularak astlarını suçlamak yerine çözüm yollarını onlarla birlikte araştırır.

George Washington şöyle der:

“Başarısızlığı haklı çıkartma ve örtbas etme alışkanlığından beynin kurtarılması gerekir.” O halde profesyonel satışcı, hatalarından ders çıkaran objektif bir karaktere sahiptir. Profesyonel satıcıların temel özellikleri şunlardır:

1. İyi Bir Dinleyici Olmak Satışcı, müşterilerin görüş ve düşüncelerini, yorumlarını tam kapasiteyle dinleme ustalığına sahip olmalıdır. Anlatılanlardan çıkarımlar yapmalı ve işine uyarlamalıdır. İyi bir dinleyici olmanın yanı sıra, müşteriyle yapılan görüşmeyi satışa yönlendirmelidir.

Çünkü satış ziyaret ve toplantılarının temel amacı sonuca ulaştırmaktır. Yoksa futbol takımlarının ligdeki durumu, trafiğin her geçen gün artan karmaşıklığı ya da hangi siyasi partinin iktidara geleceğini tartışmak değildir.

Bunlara da tabii ki yer verilebilir ama sözü gereğinden fazla uzatmak ve dolaştırmak her iki taraf içinde zaman kaybından başka bir şey değildir.

1990′lı yılların başlarında ilaç sektöründeyken bir satış temsilcisi ile birlikte bayi ziyaretine katılmıştım. Temsilci her uğradığımız bayide çay içmekten ve futboldan söz etmekten bir türlü ziyaretin asıl amacına değinmiyordu.

Sabah saatlerinde uğradığımız yerlerde kahvaltı, öğle saatlerinde ise yemekler ısmarlanıyor ama ben bayilerin görüşlerini bir türlü dinleme fırsatı bulamıyordum.

Tüm gün yapılan ziyaretlerin sonunda yorgun bir şekilde eve dönerken satış temsilcisine merakla şunu sordum: “Bugün nasıl geçti, neler öğrendik, yarın ofise dönünce ne yapacağız?”

Temsilcinin cevabı gülerek şu şekilde oldu:

“Çok başarılı geçti, tüm bayiler sorunlarını anlattı, şimdi sıra bunları çözmeye geldi.” Burada temsilcinin neyi ve hangi sorunu öğrendiğini ya da çözeceğini aradan geçen yıllara rağmen bir türlü anlayamadım. Çünkü satışcı, bayilerin anlattığı hiçbir şeyi dinlememiş, not almamış ve sadece kendisi konuşmuştu. Ertesi gün ofise geldiğinde ise satış müdürüne birkaç satırlık rapor hazırlayarak konuyu kapatmıştı. Oysa profesyonel bir satışcı öncelikle iyi bir dinleyici, sonra sorun çözücü olmalıdır. Bu gerçekleşmediği takdirde ziyaretin amacı, kendi kendini eğlendirmek ve sohbet etmekten öteye geçmeyecektir. Günümüzde satış sürecinde müşterilerin anlattıklarını dinlemeyen satış personeline çok rastlanır.

Bunlar kimi zaman (yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi) bayi ziyareti yapan bir satış sorumlusu olabileceği gibi, kimi zaman da bir mağazanın reyonunda görevli kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Örneğin, alışveriş merkezlerinin içinde çok başarılı büyük mağazalar bulunmaktadır. Bunların birçoğunda müşteri sorunlarına yönelik özel departmanlar bile kurulmaktadır. Ancak aralarında cilalı imaja sahip yerler de az değildir. Sadece ışıl ışıl parlayan mekânlar açmak ve sonrasında hep müşteriden bir şeyler beklemek günümüz satış anlayışına aykırıdır. Bir televizyon reklamında da dediği gibi, “İmaj hiçbir şeydir, susuzluk her şey, susuzluğunu gider.

” Tıpkı bu reklamdaki söylem gibi, tüketiciler çeşitli ihtiyaçlarını gidermek için satın alma eyleminde bulunur. Bir mağazanın konumu ve ürün teşhir yöntemleri, satış başarısı için tek başına yeterli değildir. Bugünün tüketicileri sadece imaj peşinde koşmamaktadır, satış esnasında gösterilen saygının satış sonrasında da sürdürülmesini beklemektedir. Bu beklentileri iyi bilen profesyonel satışcılar müşterilerinin sözlerine büyük değer verirler.

2. Başarıları Paylaşmak Pazarın önde gelen şirketlerinin satış yöneticileri, başarıları sadece kendilerine mal etmez, arkadaşları ile paylaşırlar.

Çünkü başarı ortak bir çabanın ürünüdür. Bir satranç oyunu düşünün, her taşın bir anlamı ve gücü vardır, tek bir taş ile oyunu kazanmak mümkün müdür? Tabii ki hayır, her taş birkaç hamle sonra uygulanacak strateji için koordineli hareket etmektedir.

Satış da, tıpkı bir satranç oyunu gibi, aynı amaca hizmet eden kişilerin birlikte bulunduğu ve sonunda zafer kazanılması (satışın sonuçlanması) gereken bir süreçtir. Rakiplerinin daima bir adım önünde olmak isteyen işletmelerde satışcı olarak çalışmak hem zevkli hem de heyecanlı bir iştir.

Ancak, stratejik yaklaşım ve birlikteliğin ne demek olduğunu iyi kavrayamayan örgütlerde ise çalışmak son derece can sıkıcıdır. Çünkü burada başarılar paylaşılmaz, herkes kendi yerini sağlamlaştırmanın peşindedir. Departmanlar birbirine karşı savaş halindedir. Çalışanlar arasında kurulan dostluklar yapay ve sahtedir.

Yüksek motivasyona sahip, çok çalışkan bir personel bile kısa sürede mutsuz, işten zevk almayan ve sürekli dedikodu yapan birisi haline dönüşebilir. Tüm bunlar işletmede ciddi bir yönetim sorunu olduğunu göstermektedir.

Satış tepe yönetimi çatışmaların sona erdirilmesi ve örgütün yeni baştan inşası için derhal önlemler almalıdır. Başarıların paylaşıldığı bir model geliştirilmelidir. Bunun için de, çalışanlar arasında birlik ruhu yaratılmalı, teşvik edilmeli ve desteklenmelidir.

3. Olumlu Düşünmek Profesyonel satışcı pozitif düşünceye sahip olmalı, enerjisini ekibine, müşterilerine ve üstlerine yansıtmalıdır. Satış sürecinde olumlu düşünce kavramı, toplantı ve müşteri ziyaretlerinde büyük yararlar sağlamaktadır. Örneğin, dağıtım kanallarına yönelik yapılan bayi toplantıları satış teşkilatının hedeflerinin anlatıldığı ve birlik ruhunun inşa edildiği yerlerdir.

Bu toplantılarda, bayilerden neler istendiği ve şirketin buna karşılık neler yaptığı, satışların gelecekte ulaşması muhtemel noktalar anlatılır. Burada satış yöneticisi toplantıyı başından sonuna kadar olumlu bir çerçevede yürütmelidir. Böylece bayilerin sorunlarına eğilmeli, çözümler getirilmeli ve toplantının sonunda herkeste başarıya odaklanma ve inanç oluşturulmalıdır. Ancak, satış teşkilatlarında gereğinden fazla olumlu düşünme eğilimi, çoğu zaman beklentilerin gerçekleşmemesine ve hayal kırıklığına da yol açmaktadır. Bu nedenle satış yöneticisi işletmenin sahip olduğu kaynaklar ile maksimum çaba gösterilmesi sonucunda ortaya çıkacak değerleri tahmin etmeli ve teşkilatı bu çerçevede motive ederek yönetmelidir.

4. Güven Vermek Profesyonel satışcı dürüst kişiliği ile müşterilerine güven vermeli ve onları asla kandırmamalıdır. Her gün gazete ve televizyonlarda tüketicilerin aldatıldığı birçok satış vakasına yer verilmektedir. Bu bazen bir mağazadan alınan üründe, bazen de evlere satış yapan firmaların faaliyetlerinde görülmektedir.

Tüketicileri aldatan bazı (kapıdan satış yapan) firmaların başvurduğu teknikler şunlardır:

Okuma yazma bilmeyen kişilere imzalatılan yüksek tutarlı senetlerle, kalitesiz ve ucuz ürün teslim etmek,’Ürün müşterinin adresine teslim edilecektir taahhütüne’ rağmen teslimatı gerçekleştirmemek, Ünlü markaların isimlerini birebir taklit etmek ve satın alma düzeyinin düşük olduğu semtlerde satmak, Sağlığa zararlı koşullarda üretilen ürünleri tüketicilere satmak. Yaşanan tüm bu olumsuz olaylar, her kesimden tüketicinin bilinçlenmesine ve bütçesi ölçüsünde markalı ürünlere yönelmesine neden olmaktadır. Bugün marka, ürün kalitesinin sembolü durumundadır. Buna rağmen halen birçok marka taklit edilmektedir.


Örneğin, ünlü Fransız Lacoste firması tüm dünyada taklitleriyle savaşmaktadır. Taklit üretim yapan firmalar hem haksız kazanç elde etmekte hem de tüketicileri aldatmaktadır. Bugün dünyanın her yerinde müşterilere güven veren firmalar olduğu gibi, onları kandırmaya çalışan fırsatçılar da vardır.

Bir işletme, kalıcı olmak için, kendine özgü satış teknikleri geliştirmeli, taklitçilikten uzak durmalı ve müşterilerine güven vermelidir. Satış sürecinde güven olgusu sadece ürünlerin kalitesinde ve fiyatında değil, yaşanan tüm satış ilişkilerinde geçerli olmalıdır. Buna, satış yöneticilerinin kişilikleri de dahildir. Satışcılar tutamayacağı sözler vererek hem kendilerini hem de şirketlerini zor durumda bırakmamalıdır.

Geçmişte böyle bir satış yöneticisiyle bir toplantıda karşılaşmıştım. İnanılmaz vaatlerde bulunarak herkesi çok şaşırtmıştı. Ancak, toplantıdan sonra verdiği sözlerin hiçbirini tutamadığı için, telefonlara cevap vermek yerine kaçmayı tercih etmişti. Böylece insanların kendisine duyduğu güveni bir anda yok etmişti. Sonuç olarak satış, karşılıklı güven temeline dayanan, uzun süreli bir ilişkidir.

5. Ürünü İyi Tanımak Yeni ekonomik yapıda ürün teknolojilerindeki gelişme ve karmaşıklaşma eğilimi giderek artmaktadır. İşletmeyi ve ürünlerini eskisinden çok daha belirsiz ortamlar beklemektedir. Yaşanan bu süreç içinde satışcılar ürünlerinin teknik özelliklerini, üstün ve zayıf yönlerini çok iyi bilmek zorundadır. Bir satışcının saha ziyaretleri yapmaması nasıl sakıncalıysa, sadece sahaya odaklanarak, işletme merkezinde verilen teknik eğitimleri almaması da sakıncalıdır.

Müşterilerin ya da satış noktalarının sorularına yanlış ve eksik cevap verilmesi hem satışcıya hem de ürünlerine olan güveni olumsuz etkiler. Bu nedenle, bir işletmede tüm bölümler, ürünleri görevleri ile orantılı derecede tanımalıdır. Örneğin, muhasebe departmanında çalışan bir personele, yakın çevresinden çok basit bir soru geldiğinde, “Ben bilmiyorum, müşteri hizmetlerini arayın ya da satın almak istiyorsan satış departmanının telefonunu vereyim, nerede mağazamız var sana söylesin,” diyorsa bu çok kötü bir imaj yaratacaktır.

Elbette her departman öncelikle kendi uzmanlık alanında bilgi donanımına sahip olmalıdır ama işletmenin ana faaliyet konusu ve ürünlerini de iyi bilmek zorundadır.

Bu zorunluluk satış departmanları için çok daha hayati önem taşır. Müşteriler satışcıların bilgi eksikliğini genellikle affetmez.

Şunu kesinlikle unutmayın:

Vereceğiniz her doğru ve ikna edici cevap, size yeni müşteriler kazandıracaktır. Bir mağazaya girdiğinizde, beğendiğiniz ürünle ilgili sorduğunuz sorulara satış temsilcisinin verdiği cevapları düşünün. Bilgisi yetersizse ya ürünü almaktan vazgeçersiniz ya da o mağazaya bir daha girmek istemezsiniz.

Yaşanmış bir örnek şöyledir:

Geçmişte çalıştığını işyerinin yakınında, öğlen yemekleri için sipariş verdiğimiz bir kafe bulunuyordu. Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle, kafenin işletmecisi ve çalışan personeli değişmişti. Bu değişimle birlikte, siparişleri alan tecrübeli elemanın yerine, deneyimsiz bir başka kişi işe alınmıştı.

Telefonla sorulan her soruya, “Bir saniye, içeriye bir sorayım, kalmış mı,” diye cevap veren personel, uzun süre telefonda beklettikten sonra, “Özür dilerim, ne istemiştiniz, siparişinizi bir daha alabilir miyim?” diye yanıtlar vermekteydi. Bu yaklaşımı, satışa sundukları ürünleri tanımadığını ve bilmediğini gösteriyordu.

Birkaç hafta süren bu sıkıcı diyalogların ardından, başka bir yerden sipariş vermek zorunda kalmıştık. Aslında ben müşteri olarak satın almak istediğim ürünün içinde kullanılan malzemelerin ölçülerini sormuyordum, sadece basit bir şekilde sipariş vermeye çalışıyordum.

Satışını yaptığı ürünün rafta olup olmadığını bile bilmeyen bir satışcı hayal edebiliyor musunuz?

Maalesef ülkemizde bu hayaller gerçek olmakta ve birçok işletmenin ticari hayatı sona ermektedir. İster bakkal dükkânı isterse de milyar dolarlık bir işletmenin sahibi olun, eğer satışcılarınız ürünleri tanımıyorsa işiniz çok zordur.

Yönetici ya da patron olmanız fark etmez, yukarıda verilen örnekteki gibi bir yer işletiyorsanız, en azından bir gün müşteri gibi sipariş verin, telefonun ucundaki eleman sizi kızdırıyor ve satın almaktan vazgeçiriyorsa, nerede yanlış yapıldığını bulun ve hemen düzeltmeye koyulun.

Elemanlarınızın bilgi ve deneyim eksikliğini gidermeye çalışın. Daha ilginç bir örnek vermek gerekirse, diyelim ki televizyonda reklamını gördüğünüz bir otomobili incelemek için satış noktasına gidiyorsunuz ve satış temsilcisine arabayı soruyorsunuz, temsilci size, “Bilmiyorum, bir gidip bakayım, içerde var mı,” diyor.

Ya da arabayı gördünüz ama sorduğunuz hiçbir soruya doğru cevap verilemiyor. Bence orayı hemen terk edin ve başka bir satış noktasına gidin. Gerçekten de ürün bilgisinin yetersizliği tüketicilerin satın alma sürecinde kuşku ve tedirginlik yaratmaktadır. Satışcıların bu eksikliklerini mutlaka gidermesi gerekmektedir.

Satışcının ürün bilgisine sahip olmasının faydaları şunlardır:

Ürünün iyi tanınması satış isteğini ve arzusunu artırır, Ürünün sahiplenmesini sağlar, Müşteri itirazlarına daha kolay cevap verilmesine yardımcı olur, Satışcının özgüvenini artırır ve cesaret verir, Müşterinin güvenini kazanma konusunda son derece etkilidir.

Sonuç olarak müşterilere ürün veya hizmetlerle ilgili yeterli ve doğru bilgi verilmesi hâlinde, satış ihtimali güçlenir. Profesyonel satışcı bu nedenle eğitimleri gereksiz ve zaman kaybı olarak görmez, bilgiye büyük değer verir. Bu düşüncede olmayan kişilerin ise satışcılık yerine başka bir meslek tercih etmeleri hem kendileri hem de işletmeleri için daha faydalı olacaktır.

SATIŞ TEKNİKLERİ


Her geçen gün artan rekabet ve gittikçe daha da bilinçlenen tüketiciler, işletmelerin mal ve hizmetlerini satmasını zorlaştırmaktadır. Günümüzde işletme sayısının artması ve üretilen mal ve hizmetlerin çeşitlenmesiyle birlikte “Ne üretirsem satarım.” yaklaşımının yerini, ürün ve hizmetleri müşterinin ayağına götürme yaklaşımı almıştır. Bu da müşterilere ulaşmak için profesyonel satış tekniklerinin kullanılmasını gerektirmektedir. Yani satışta başarı için tam donanımlı satışçılar çalıştırmak ve satış stratejilerini çok iyi planlamak gerekmektedir.

Satışta başarı, başarılı bir satış görüşmesi ile başlar. Satış görüşmesinde alıcılara talep ve istekleri doğrultusunda bir değer sunulmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde çoğu zaman satış gerçekleşmeden görüşme sona erer.

Bu nedenle satış görüşmesinden önce şu sorular cevaplanmış olmalıdır:

Kiminle niçin, ne konuda ve nasıl görüşeceğim?

Nelerle karşılaşabilirim?

Bunlara hazırlıklı mıyım?

Satış görüşmelerinden sonuç alarak ayrılmak için, karar verme yetkisine sahip kişilerle bir araya gelinmelidir. Böylece satış süreci kısalacak ve daha hızlı sonuç alınacaktır.

Satış görüşmesi öncesi mutlaka bir ön çalışma yapılmalı; stoklar, kâr marjı, fiyatlar gibi önemli tüm bilgiler gözden geçirilmelidir. Bu gibi konularda müşteri adayının karşısında tereddüt etmek, yapılan işe hâkim olunmadığı imajını yaratacaktır.

Ayrıca toplantı yeri, saati ve kimlerle görüşüleceği gibi bilgiler de görüşmeye gitmeden önce yeniden gözden geçirilmelidir.

Müşteriler ürünü satın almadan önce satıcıya güvenmek ve sempati duymak isterler. Yani üründen önce satıcıyı satın alırlar. Bu nedenle satıcının öncelikle müşteri adayına kendini sevdirmesi gerekir.

Bir satıcı mutlaka iyi bir dinleyici olmalıdır. Özellikle satış görüşmesinde dinlemek konuşmaktan daha önemlidir çünkü insanlar konuşurken karşı tarafa ipuçları verir. Satışta başarının yolu karşı tarafın ne istediğini öğrenmek ve bunu elde etmesinde ona yardımcı olabilmekten geçer.

Profesyonel satışçılar görüşme esnasındaki konuşma ve hareketleriyle müşteri adaylarında satın alma isteği yaratmalıdırlar. Bu da karşı tarafa ne istediğini göstermekle olur. Karşı tarafta istek yaratıldığı takdirde, satılan ürünü elde etmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır.

Müşteri adayına işletmenin ve ürünün diğerlerinden farklı ve avantajlı olan yönlerinin çok iyi anlatılması gerekir. Günümüzün bilinçli tüketicisi ihtiyaç ve beklentilerini tam anlamıyla karşılayacak ürünleri satın almayı tercih etmektedir. Bu nedenle ürünlerin hangi ihtiyaçlara karşılık geldiği iyi bilinmeli ve görüşmede bu yönler ön plana çıkarılmalıdır.

Görüşme esnasında müşteri adayının ihtiyaç ve isteklerine odaklanmak gerekir. Karşı taraf “Bunun bana ne yararı var?” sorusuna cevap alabilmelidir. Bu da görüşmeyi müşteri adayının kişisel ihtiyaç ve isteklerini karşılayacak biçimde kişiselleştirmekle olur.

Görüşmede kullanılan en önemli tekniklerden biri kanıtlama yoluyla ikna etme yöntemidir. Bu yöntemde en çok kullanılan memnun müşterilerin sözlerini aktarmaktır. Üçüncü tarafların onaylayıcı ifadeleri, işletme ve ürünler hakkında güven oluşturmak açısından son derece etkilidir.

Satışta önemli olan, karşı tarafa kazançlı çıktığını hissettirmektir. Bu nedenle satış gerçekleştiğinde yalnız satıcı tarafın değil, her iki tarafın da kazançlı çıkması sağlanmalıdır. Bunun için de alıcının da kazanacağı alternatifler araştırılmalı ve sunulmalıdır. Aksi halde güven kaybı oluşacak ve gelecekteki ilişkiler zedelenecektir.

Müşteri adaylarına önyargılı davranmamak gerekir. Alıcının satın alma potansiyeli düşük olsa bile tüm müşterilere aynı ilginin gösterilmesi gerekir. Bugün satın alma potansiyeli düşük olan bir müşteri gelecekte büyük bir müşteri haline gelebilecektir.

Her sektörün kendisine göre bir sipariş kabul ve kredilendirme sistemi vardır. Önemli olan bu formalitelerde müşteriye yardımcı olarak ve yol göstererek işi kolaylaştırmaktır. Böylece müşterilerin vazgeçme kararını alması da engellenecektir.

Her satış yeni bir satış için başlangıç olmalıdır. Müşteri işletmenin diğer ürünlerini de satın almak isteyebileceği gibi, referans olacağı kişiler de gelecekte müşteri portföyüne dahil olabilecektir.

Görüşme esnasında müşterilerden gelen talepler pazarlama departmanına aktarılarak işletmenin pazarlama stratejilerine destek verilmelidir.

Görüşme esnasında satış yapılamadığı halde daha sonra satış yapabilme ihtimali varsa, karşı tarafın mutlaka ısrarla aranması gerekir. Satışların yüzde 80’i, beşinci arayışta ya da daha sonra gerçekleşir. Arama sıklığıyla ilgili olarak yapılan çalışmalara göre; Amerika’daki satış elemanlarının % 50’si, müşteri adayını bir kez arayıp bırakmaktadır. % 18’i iki defadan fazla aramamaktadır. % 7’si 3 kez, % 5’i 4 kez arayıp vazgeçmektedir. Yalnızca % 20’si, vazgeçmeden önce müşteri adayını beş ya da daha fazla kez aramaktadır.

İYİ BİR SATICI NASIL OLUNUR ?


1- Olumlu olun.

Başarılı satış elemanları, olumlu kişilerdir. Kendileri, temsil ettikleri firmalar, sattıkları ürün ya da hizmetler, ikna etmeye çalıştıkları müşteri adayları ve yaşadıkları ülke hakkında olumlu düşünce ve yaklaşımlara sahiptirler. Her şeye olumlu bakarlar.

Coşku, bulaşıcıdır. Yaşam ve yaptığınız iş hakkında heyecan duyduğunuzda, ikna gücünüz artar; çünkü, diğer insanları da heyecanlandırırsınız.

2- Adayınızı seçin.

Başarılı satış elemanları, ikna güçlerini, satın almak için yeterli kaynağı bulunan ve sattıkları şeyi almak için sağlam nedenleri olan kişilere yönlendirirler.

Profesyonel satış elemanları, uzun vadede kârlılık sağlayabilecek müşteri adayları bulurlar. Çapraz satış olanaklarını analiz ederler. Mevcut bir müşteriye çapraz satış yapmak için 3 telefon görüşmesi gerekirken, yeni bir müşteriye satış yapmak için 7 görüşme gerektiğini bilirler.

Kısacası, ikna gücü yüksek bir kişi, tüm gayretini, satın almak için kaynakları, motivasyonu ve yetkisi olan; ayrıca, yeniden kârlı satış yapma potansiyeli sunan kişiye yoğunlaştırır.

3- Hazırlık yapın.

Ortalama bir satış elemanı, randevu alabilmek için deliler gibi uğraşır. Karar verecek kişi görüşmeyi kabul ettikten sonra da zayıf bir sunumla satış fırsatını kaybeder.

Meşgul insanlara, 40 dakika boyunca özellikler ve faydalar hakkında konuşup durarak satış yapamazsınız. Genellikle, böylesine kopuk sunumların ardından, ne satış elemanı, ne de müşteri adayı, biraz önce ne anlatıldığını özetleyebilir.

Profesyonel satış elemanları, her zaman ev ödevlerini yaparlar. Ne kadar iyi hazırlanırlarsa, sunum yaparken o kadar ikna edici olacaklarını bilirler.

Müşteri adayı hakkında bilmeleri gereken her şeyi araştırıp öğrenirler. Ne göstereceklerini ve söyleyeceklerini planlarlar. Ve hiç durmadan pratik yaparlar.

4- Zamanınızı iyi kullanın.

Amatör satış elemanları, bir rakip tarafından bozguna uğratıldıklarında sinirli bir biçimde şikayet ederler. Şu müşteri nasıl olur da o fahiş fiyatlı, kalitesiz malı alır? Aptal olmalıdır!

Müşteri, aptal değildir. Yalnızca, şikayet eden taraf, daha rekabetçi bir satış elemanı tarafından geçilmiştir.

Unutmayın: İnsanlar, satın almazlar; onlara satış yapılır. Aslında, hiçbir şey satın alınmaz. Her şeyin satılması gerekir. Güçlü bir sunum yapmazsanız, müşteri adayınızı satın almaya ikna edemezsiniz.

İkna gücü yüksek kişiler, tüm tiyatroya oynayan sahne sanatçıları gibidirler. Sunumlarını yaparken oyuncudurlar. Seyretmesi ve dinlemesi çok eğlenceli ve bilgilendirici insanlardır.

İşte başarılı olmak için, “eylem sürenizin” her saniyesini çok iyi kullanmalısınız.

5- Anlayın.

İkna gücü yüksek kişiler, müşteri adayına odaklanır ve her birinin yaşamdaki motivasyon kaynağını araştırırlar. Söz konusu motivasyon kaynağını bir kez bulduklarında, bu doğrultuda hareket ederler.

İkna gücünüzü artırmak için, müşteri adaylarınızın gözlerini okumayı ve satın alma ya da almama konusundaki motivasyonlarını keşfetmeyi öğrenin.

6- İyice araştırın.

Ortalama satış elemanları, fazla konuşurlar. Aklınıza gelebilecek her konuda 30 dakikalık bir konuşma yapabilirler.

Bu yüzden sessizlik, satış elemanlarının çoğu için bir tehdit oluşturur. Müşteri adayı, nefes almak üzere bir an durduğunda, amatör satışçı, yalnızca sessizliği bozmuş olmak için, bir satış palavrasıyla ortaya atlayacaktır.

Oysa, yetenekli bir doktorun, hastanın sorunlarını teşhis etmek için soru sorması gibi, ikna gücü yüksek kişiler de müşteri adayının ihtiyaç ve ilgi alanlarını anlamak için sorulardan yararlanırlar.

Konuya nüfuz eden sorular sormada ustalaşırlar ve müşteri adaylarını satış sürecinin içine çekecek sorular sorarlar.

7- Kişiselleştirin.

Satışta en güçlü sözcük “siz”dir.

“Siz” üzerindeki vurgu, yönlendirici satış ile yönlendirici olmayan satış arasındaki farkı ortaya koyar.Yönlendirici satış, bencildir. Satış elemanının ne istediğine ve neye ihtiyaç duyduğuna odaklanır.

Yönlendirici olmayan satış, müşteri merkezlidir. Müşteri adayının ihtiyaç ve isteklerine odaklanır.

Sunduğunuz iş önerisini inceleyen bir kişi, yalnızca tek bir şeyi bilmek ister: Bunun bana ne yararı var?

İkna gücünüzü artırmak istiyorsanız, sunumunuzun her bölümünü, müşteri adayınızın kişisel ihtiyaç ve isteklerini karşılayacak biçimde kişiselleştirin.

8- Memnun edin.

İkna gücü yüksek kişiler, satışı, müşterilerini memnun ederek kapatmaya çalışırlar. Müşteri adayları, sattığınız şeye sahip olma konusunda heyecan duymaya başladıklarında, müşteriniz olurlar.

Profesyonel satış elemanları, müşteri adaylarını satın almaya zorlayamayacaklarını bilirler. Önlerindeki en büyük engel, adayların satın almayı istemelerini sağlamaktır. Bu yüzden, satın alma arzusu yaratmak için pek çok yöntemden yararlanarak adayları memnun etmeye çalışırlar.

9- Kanıtlayın.

Satış becerisine sahip kişiler, arkasında duramayacakları sözler söylemezler.

Ve söyledikleri her şeyin, müşteri tarafından görünürdeki değeriyle kabul edilmesini beklemezler. Öne sürdükleri her iddiayı kanıtlamaya; bu iddiaları somut veriler, test sonuçları ve performans kayıtları ile desteklemeye her zaman hazırdırlar.

Kanıtlama yoluyla ikna etmenin en güzel yollarından biri, ürün ya da hizmetlerinizden memnun olan kişilerin kanıt niteliğindeki sözlerini kullanmaktır. Üçüncü tarafların onaylayıcı ifadeleri, iddialarınız ve ürünleriniz hakkında güven oluşturmanız açısından son derece etkilidir.

Gerçekler ve destekleyici beyanlar, ikna edicidir. Bunları kullanmayı öğrenin ve ikna gücü yüksek bir kişi olun.

10- Israrcı olun.

İyi müşteri adaylarını satış yapıncaya kadar arayın. Satışların % 80i, beşinci arayışta ya da daha sonra gerçekleşir. Öte yandan, çalışmalar şunları göstermiştir:

Amerikadaki satış elemanlarının % 50si, müşteri adayını bir kez arayıp bırakmaktadır.

% 18i, müşteri adayını iki kez arayıp pes etmektedir.

% 7si, üç kez arayıp vazgeçmektedir.

% 5i, pes etmeden önce müşteri adayını dört kez aramaktadır.

Yalnızca % 20si, vazgeçmeden önce müşteri adayını beş ya da daha fazla kez aramaktadır.

Amerikadaki satışların % 80ini yapanlar, işte bu % 20lik kesimdir.

Satış yapmak için, dinamik bir kişiliğe sahip olmanız gerekmez. Satmak için, kişilere baskı uygulamak ya da onlardan daha fazla konuşarak üstünlük sağlamak zorunda değilsiniz.

Yapabileceğiniz en etkili şey, ikna gücünüzü artırmak amacıyla sunulan bu 10 yönteme kendi satış becerinizi katmaktır.

2 Ekim 2011 Pazar

SATIŞ PAZARLAMA


Pazarlama uzmanları, sık sık bir "marka imgesi" ya da "şirket imgesi" oluşturmanın öneminden bahsederler.

Marka imgesi, bir markanın simgelediği zihinsel modeldir. İmgelem, bir şeyi zihnimizde resmettiğimiz ve onun nasıl göründüğünü, nasıl bir his verdiğini, tadının nasıl olduğunu, vb. hayal ettiğimiz zaman oluşur.

Araştırmalar, görsel olarak aktarılan bir bilginin sözel veya yazılı olarak aktarılan bilgiden çok daha fazla akılda kaldığını ortaya koyuyor. Örneğin, size "mor renkli bir inek" desek veya bir kağıda "mor renkli bir inek" yazıp size göstersek bu bilgiyi unutma olasılığınız yüksek. Öte yandan size mor renkli bir inek resmini gösterirsek görsel olarak gelen bu bilgiyi akılda tutma süreniz çok daha uzun olacaktır.

Pazarlama açısından bunun anlamı, mümkün olan her fırsatta tüketicilere marka adımızı, logomuzu ve logomuzun sunabileceği yararları hayal etme olanağı sağlamamız gerektiğidir; çünkü yarattıkları imgelem, marka adının daha iyi hatırlanmasını, marka tanınırlığının artmasını, logoların daha kolay tanınmasını ve taleplerin daha kolay hatırlanmasını sağlar.

Hayal, öğrenme ve bellek üzerindeki etkisinin yanı sıra ürünleri daha çok arzulanır kılmak için de kullanılabilir.

Örneğin Didim'i anlatan bir reklam tasarladığınızı düşünün. Çam ağaçları altında turkuvaz renkli denizi seyreden şezlonga uzanmış mutluluk içinde gülümseyen bir adam olsun. Yanında da kumdan kale yapan bir çocuk. Böyle bir reklam görseli sizi mutlu olacağınız bir anın hayalini kurmaya, Didim'de tatilin ne kadar keyifli olacğını düşünmeye itecektir.

Bir tüketici, ihtiyaç duyduğu ya da istediği bir şey söz konusu değilse satın almaz. Hayal kurmaya teşvik etmek onda istek yaratabilir.

CANLANDIRMA

İnsanlar, onlara bir resim verdiğinizde nesneleri daha iyi hatırlayabiliyorlar; çünkü resim, hayal edebilecekleri somut bir şey sunuyor. Bir şey, bir sözcük olarak sunulsa bile, soyut değil de somutsa daha iyi hatırlanabiliyor. Örneğin tüketiciler, "Kale" olarak ifade edilen bir kilit markasını, "Güven" diye anılan diğer bir markaya göre daha çok hatırlıyor; çünkü zihinlerinde bir kaleyi somut ve net bir şekilde canlandırabiliyorlar. Oysa "Güven" imgesi çağrıştırmaları ise daha zor; çünkü çok genel ve havada kalan bir sözcük.

Bir zamanlar televizyonlarda yayınlanan Petrol Ofisi'nin reklamına dikkat ediyor musunuz? Şirket -20 derecede bile donmayan dizel yakıtı tüketiciye nasıl anlatıyordu.

Kar ve fırtınada yol almakta olan bir minibüs aniden durmuş ve bütün yolcular aşağıya inmek zorunda kalmıştır. Şoför yakıt donduğu için çaresizdir. Bu sırada bir köylü yaklaşır ve elindeki kibriti göstererek depoyu ısıtmayı ve böylelikle yakıtı çözmeyi önerir. Şoför ve yolcular teklif karşısında korkmuşlardır ki gökyüzünden streç kıyafetiyle PO-Man iner ve aracın deposunu yeni ürünle doldurur, mesajını verir ve hızla uzaklaşır.

Kime sorduysam bu reklamı izlerken kendi araçlarının da böyle bir durumla karşılaşabileceğini hayal ettiklerini söyledi.

İmgelem, kafamızdaki filmlerden başka bir şey değildir. Filmlerin bir şeyi anlama, hatırlama, sevme ve bekleme konusunda ne kadar etkili olabileceğini bilirsiniz. Fark edemediğiniz şey, tüketicilerin kendi ürettikleri iç filmlerin gücüdür.

OKUYARAK ZENGİN OLUNMAZ

Küçükken annem bizlere "Okuyun adam olun, mesleğinizi elinize alın. Okumayacaksanız da sizi bir ustanın yanına vereyim" derdi.


Ben annemin sözünü tuttum, okudum. Ağabeyim ise somyacı Ömer Usta'nın yanına yerleşti. Sonunda ne oldu biliyor musunuz, ağabeyim çalışma disiplini kazandı, üretmeyi öğrendi, para alışverişini öğrendi. Kendi işyeri, personeli var aylık kazancı benimkinin en az beş katı. Gördüğü itibar da cabası.

Bazen keşke ben de annemin sözünü tutmasaydım da iş hayatına lisedeyken atılsaydım diye düşünürüm. Lisedeyken mobilya dekorasyon bölümünde okumuştum halbuki. Çok başarılı bir mobilya ustası olabilirdim.

Ülkemizde yaşanan ciddi bir paradoks var. Herkes çocuğunun refah içinde yaşamasını ister. Bunun yolunun da okumaktan geçtiğini zanneder. Halbuki okuyarak zenginleşemezsiniz, şansınız yaver giderse iyi bir maaş alırsınız ancak. Oysa zenginleşmenin refahın yolu üretmek veya ticaret yapmaktır.

Türkiye ekonomisinin yüzde 90'ı küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşur. Bu işletmelerin sahiplerinin de neredeyse yüzde 90'ı yüksek öğrenim görmemiştir. Hatta hatırı sayılır kısmı ilkokul mezunudur. İlginç değil mi?

Ellison örneği

Amerikan üniversitelerinin bir adeti var. Her yıl, her üniversite kendi alanında çok sivrilmiş bir önemli ismi mezuniyet konuşması yapmak üzere davet ediyor. Aşağıda, bu yıl, Yale Üniversitesi mezuniyet törenine davet edilen Oracle bilgisayar şirketinin kurucusu ve genel müdürü Larry Ellison'un şaşırtıcı, hatta şok edici konuşması var. İşte size o konuşmadan bir kaç bukle:

"Yale Üniversitesi mezunları, daha önce böyle bir giriş görmediğiniz için özür dilerim ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen, etrafınıza iyi bir bakın. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın. Sonra sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın. Ve şimdi şunu aklınıza koyun: Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak. Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz? Siz de başaramayacaksınız.

Aslında bugün şöyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut ışığı göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar.

Sinirlendiniz. Bu anlaşılabilir bir şey. Ben, Lawrence 'Larry' Ellison üniversite terk, kim oluyorum ve bu yetkiyi nerden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yükseköğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle şeyler söyleyebiliyorum? Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim: Çünkü ben, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz.

Çünkü Bill Gates, o da üniversite terk ve dünyanın -şimdilik- en zengin adamı. Siz değilsiniz. Çünkü Paul Allen, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz. Başka örnekler de var. Mesela Michael Dell, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hala yoksunuz.

Eveeet, şimdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey. Belki de şu an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır. Hayır, 2000 mezunları size değil. Siz kaybettiniz. Sizi, yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terketmiş birinin imzası olacağını söyleyerek. Öğütlerim size değil daha alt sınıfta okuyanlara. Size söylüyorum: Hemen ayrılın. Daha güçlü söyleyemem: Burayı hemen terkedin. Her şeye yeniden başlayın. Size söyleyebileceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi sizi aşağı çekiyor..."
Ahmet Veli Olgundeniz

26 Eylül 2011 Pazartesi

KARAR VER VE UYGULA


YÖNETİCİNİZ KARAR MI ALIYOR? NİYET Mİ EDİYOR ?

Bir yöneticinin iş yerinde aldığı kararlar onun özel hayatında aldığı kararlara benzemez. İş yerinde alınan kararlarla özel hayatta alınan kararlar arasında iki temel fark vardır:

• Kişisel kararlarımız bizi - bazı durumlarda yakın çevremizi - bağlar. İş yerinde üst düzey yöneticinin aldığı kararlar ise bütün çalışanları bağlar.

• Kişisel kararlarımızın doğrultusunda yapılması gerekeni kendimiz yaparız oysa şirkette kararı veren neredeyse hiçbir zaman uygulamayı üstlenmez. Kararı başkaları uygular.

İş yerinde karar ve uygulama arasındaki uçurumun temel nedeni yani kararların etkili olmaması, yöneticinin karar alırken gerekli koşulları yerine getirmemesinden kaynaklanır.

Özel hayatımızın aksine iş yerinde alınan kararların mutlaka belirli şartları taşıması gerekir.

Peki bir kurumda üst düzey yöneticinin alacağı kararın esasları nelerdir? Karar alırken olmazsa olmaz özellikler nelerdir?

1. Yöneticinin öncelikle karar alınacak konunun, bir istisna mı olduğu yoksa kendini tekrar eden jenerik bir sorun mu olduğunu anlaması gerekir.

Bir sorun ortaya çıktığı zaman, hemen her şirkette, sanki o sorun daha önce kimsenin karşılaşmadığı bir sorunmuş gibi algılanır oysa karar alınması gereken konuların neredeyse tamamı jenerik (herkesin başına gelen) sorunlardır.

Bir şirketin içinde bulunduğu nakit sıkıntısı nadiren söz konusu döneme ait -istisnai- bir durumdur. Genellikle bu durumdaki şirketler, işletme sermayesi eksikliği içindedir ve sorun geçici olmaktan çok yapısaldır. Üst düzey yöneticinin bu durumu özel (istisnai) bir durum olarak görmesi alınacak kararın etkisini belirleyecek en önemli unsurdur. Eğer süregelen yapısal bir sorun, işletmenin ilk kez karşılaştığı- bir daha karşılaşmayacağı-bir sorun gibi algılanır ve bu soruna geçici çözümler üretilirse sorunun çözülmesi hiç mümkün olmaz.

Benzer şekilde bir şirketin pazarlama departmanında çalışanların işten ayrılmalarının sıklaşması, pazarlamacıların kaprisli, tatmin edilmesi zor insanlar olmalarına bağlanması - bunun özel bir durum olarak görülmesi- sorunun çözülmesini mümkün kılmaz. Oysa durum muhtemelen pek çok şirkette olduğu gibi yapısal bir sorundur. Yani jenerik bir sorundur ve şirketin iş yapma biçiminden, süreçlerinden kaynaklanıyordur. Dolayısıyla böyle bir durumda sorunun nedeni yönetici veya çalışanlar değildir. Ne kadar insan değiştirilirse değiştirilsin sorun çözülmez. Yöneticinin görevi sorunu doğru tanımlayıp çözüm üretecek etkili bir karar almaktır.

2. Hangi sonuçlara ulaşmak hedefleniyor? Karar almadan önce yöneticinin neyi hedeflediğini, şirketi bu hedefe ulaştıracak seçeneklerin neler olduğunu, alınacak kararın hangi riskleri içerdiğini belirlemesi ve karar alırken hem mantığından hem sezgilerinden nasıl yararlanması gerektiğini bilmesi gerekir. (Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için "Siz Kararlarınızı Nasıl Alıyorsunuz?" yazımı inceleyebilirsiniz.)

3. Doğru karar - Kabul edilebilir karar

Genellikle yöneticiler bir karar alırken, pragmatik düşünerek, "uygulanabilir karar" alma eğilimi gösterirler. Şirketin içindeki şartları, kilit görevlerdeki yöneticilerin muhtemel tepkilerini, şirketin finansal durumu gibi değişkenleri dikkate alarak karar alırlar.

Bu pragmatik yaklaşım bir şirketin doğru karara varmasını engelleyen bir yaklaşımdır. Sürekli pragmatik davranmak, şartlara ve kişilere uygun kararlar almak şirketi rotasından, hedefinden saptırır. Daha da ötesi şirket, anlık sorunların giderilmesiyle uğraşmaktan yani "yangın söndürmekten" öteye geçemez.

Oysa "doğru kararı" almakla "kararı uygularken taviz vermek" arasında fark vardır. Daha karar alırken taviz vermek, doğru kararın alınmasını engelleyen en önemli etkendir. (Deneyimli yöneticiler, her kararın uygulama sırasında taviz verilerek uygulandığını çok iyi bilirler.)

4. Kararı uygulamak

Alınan kararı uygulama görevinin ve sorumluluğunun kime ait olduğunu mutlaka açıkça belirlemek gerekir. Eğer kararı alıp sorumluluk ve yetkiyi saptamazsak sadece bir niyet beyan etmiş oluruz. Karar almış olmayız. (Drucker)

Çoğu yönetici karar almak yerine niyet belirtiyor ama karar aldığını zannediyor. Üstelik bu niyeti yüksek sesle ifade etmiş olduğu için kendisine bağlı olanların bu niyeti gerçekleştirmelerini umut ediyor. Umut ettiği gerçekleşmeyince de kendisine haksızlık yapıldığını, etrafındakilerin duyarsız olduğunu düşünmeye başlayarak giderek asabi davranışlar sergiliyor.

Oysa yöneticinin sadece karar alması yetmez. Bu karara bağlı olarak yapılması gerekenler vardır:

• Bu karardan kimler bilgi sahibi olmalı? Son derece basit gibi görünen bu kural, şirketlerde en sık rastlanan hatalardan biridir. Bu hatayı yapmamış şirket yok denecek kadar azdır. Yönetici karar alır ama ilgili kişiler veya bölümler bu karardan habersizdir.

• Yapılması istenen eylem nedir? Karar tam olarak hangi işin, nasıl yapılmasını gerektirmektedir. Bu iş anlaşılır biçimde tanımlanmış mıdır? Karar, uygulayıcılara gerçekten çok iyi anlatılmış mıdır? Şirketlerde çoğu kez kararı alanla, kararı uygulayan yapılması istenen işi farklı yorumlar. Kararı alanın beklentisi başka olur, kararı uygulayanın kendine görev edindiği şey başka. Sonuçta hepimizin bildiği huzursuzluklar yaşanır. Dolayısıyla her iki tarafın alınacak sonuçlar üzerine mutabık olması gerekir. Bu mutabakatın işin başında yapılması gerekir.

• Alınan kararı kimler uygulayacak? Bunlar doğru insanlar mı?

Bir çalışana yapamayacağı, yetkinliğine uymayan bir görev verip ondan sonuç beklemek ve bu sonuç alınmadığı zaman da "beni kimse anlamıyor." diye yakınmak bir yönetici için küçük düşürücü bir durumdur.

Uygulamanın başarısı için hangi kaynaklara (zaman, insan, bütçe, bilgi, ilişki...) ihtiyaç duyulacaksa, yöneticinin bu kaynakları çalışanlara tahsis etmesi gerekir. Vermeden almak mümkün değildir.

5. Geri bildirim. Takip.

Kararı uygulayan insanlar hata yapabilirler. Kararın izlenmesi, uygulandığının raporlanması gerekir. Ama sadece raporlanması yetmez, karar alanın uygulamayı bizzat kendisinin görmesi ve varsa eksiklerini düzeltmesi gerekir.

Kararın nasıl uygulandığını görmek, kararın alındığı zamandaki koşulların ve varsayımların hala geçerli olup olmadığını ve kararın değiştirilmesi gerekip gerekmediğini anlamak için şarttır.

Elbette, her önemli kararın uygulamayla ilgili raporlara ihtiyacı vardır ama hiçbir rapor yöneticinin çıplak gözle yapacağı gözlemin yerini tutmaz.

Karar almak niyet etmek değildir:

Yöneticinin karar alması, yukarıdaki beş şartın hepsini birden yerine getirmesini gerektirir. Bunlardan biri eksik olursa alınan karar, karar olmaz. Olsa olsa yüksek sesle beyan edilmiş bir niyet olur.

Biraz abartarak ifade edecek olursam, karar bir su molekülü gibidir. Nasıl bir su molekülü iki hidrojen ve bir oksijen atomundan (H2O) oluşuyorsa karar da yukarıdaki beş maddeden oluşur. Bunlardan biri bile gerçekleşmediği zaman karar almanın yeterli şartları oluşmaz. Karar değil başka bir olgu meydana gelir:

Bu olgu bir niyet olabilir, beklenti olabilir, umut olabilir ama karar olamaz.

FİKİRLER, YARGILAR VE KARAR ALMAK

Geçen yazımda da belirttiğim gibi karar almak, yanlışla doğru arasından seçim yapmak değil birçok doğru seçenek arasından bir yol bulmaktır. Hayatta karşılaştığımız sorunların birden fazla doğru ve birden fazla yanlış cevabı olduğuna göre karar, en doğruyu seçmektir.

Bu açıdan bakınca karar, aslında bir yargıdan ibarettir.

Hepimiz, her konuya önce sahip olduğumuz yargılarımızla yaklaşırız. Bu yargılar, karar almadan önceki varsayımlarımızdan, değerlerimizden kaynaklanır.

Hiçbir karar, sanıldığı gibi sadece verilerin analiz edilmesiyle alınmaz. Karar alınmadan önce tarafsız, yansız bir tutum takınmak gibi durum söz konusu değildir. Hepimizin her konuda fikri vardır. Deneyimli yöneticilerin ise ilgi alanlarında elbette çok değerli fikirleri vardır, bu yöneticilerin bir konu tartışılmadan önce yansız, tarafsız olmaları nasıl beklenebilir ki?

Hangi bilgiyi toplayacağımız bile, konuyla ilgili daha önceden oluşmuş inançlarımız, varsayımlarımız, tercihlerimiz tarafından belirleneceğine göre, mutlak yansızlık, tarafsızlık mümkün değildir. Bir yöneticiden beklenen tarafsız olması değil sahip olduğu görüşü değiştirebilmeye açık bir tutum içinde olmasıdır.

Yöneticinin hem konuyla ilgili bir fikri olması hem de kendi fikrini değiştirmeye yani etkilenmeye açık olması gerekir. Bir tartışmada değerli bir fikrin uygulama şansı bulması ancak bu tutumla mümkün olur. (Maalesef "etkilenmek" kavramı bizim kültürümüzde "kişiliksizlik" gibi algılanıyor. Ne yazık! Oysa hayatın tamamı etkilemek ve etkilenmek üzerine kurulu değil midir?)

Bir karar alınmadan önce ne kadar çok fikir üzerinde tartışılırsa o kadar iyi olur.

Büyük iş adamları ve büyük politikacıların önemli bir karardan önce farklı fikirlerin ifade edilmesini ve tartışılmasını sağlamak için kendilerine özgü yöntemleri vardır: Kimilerinin yanında "şeytanın avukatlığını" yapan danışmanlar vardır. Kimileri kendilerine sunulan fikri önce reddeder ve fikri sunanın önerisine ne kadar inandığını test etmek isterler. Kimileri ise başka yöntemler kullanırlar. Hepsinin amacı mümkün olduğunca çok fikir duymak, bunları tartışmak-tartmak ve bu sürecin sonunda karar almaktır. Mesela ben Vehbi Koç'un karar alırken, yöneticileri nasıl zorladığını, doğruyu bulmak için ne kadar çok çaba harcadığını anlatan onlarca öyküsünü biliyorum. Bütün büyük iş adamlarının buna benzer öyküleri vardır.

Ortak Akıl- Ortalama Akıl

Kararları "fikir birliği" içinde almak gibi bir romantizm (platoniklik) içinde olmamız hiç de gerekli değildir. Önemli olan doğru kararın hangisi olduğunu bulmaktır.

Son yıllarda sıkça kullanılan "ortak akıl" kavramının da "fikir birliği" içinde olmak anlamına gelmediğini düşünüyorum. Ortak akıl, güçlü bir fikri bulup bunu karara dönüştürmek demektir. Liderin kendi fikri olmasa bile dinleyip anladığı, ikna olduğu, üstün bir fikri uygulama kararı alabildiği anlamını taşır.

Ortak Akıl demek bir gurup içinde oylama yaparak karar almak değildir. Doğru kararın herkesi memnun etmesi de gerekmez.

Herkesi memnun edecek kararlar "Ortalama Kararlardır". Bu kararlar daha işin başında taviz verilerek alınmış kararlardır.

Oysa şirketler ortalama kararlarla değil cesur kararlarla yol kat ediyor.

Ortalama kararlar- adı üzerinde- vasat kararlardır. Vasatlık şirketleri yerinde saydırır.

Not:Bu yazıdaki fikirler Peter Drucker'ın "Effective executive" ve "Effective decision" makalelerine dayanıyor. Daha önce de söylediğim gibi yönetim konularında yazı yazan herkes şu ya da bu şekilde Drucker'ın fikirlerini tekrar etmek gibi bir durumla karşılaşıyor.

Drucker bu konuları o kadar iyi ifade etmiş bir yazar ki en meşhur yazarlar bile yazdıkları kitaplarda Drucker'dan etkilenmeden yazamıyorlar.

Çok yaratıcı ve yenilikçi diye bildiğimiz yönetim guruları da dâhil.