Bu Blogda Ara

11 Eylül 2011 Pazar

MUTLULUK EĞİTİMİ


Her daim mutsuz mu hissediyorsunuz, çevrenizdeki hiçbir şey sizi mutlu edemiyor mu? Bu durumda sorun serotonin hormonunuzda olabilir. Fakat mutlu olamadığınız için mutsuz olmayı bir kenara bırakır; bedeninizi, ruhunuzu ve zihninizi beslerseniz siz de gülümsemeyi başarabilirsiniz.

Sabahları mutsuz uyanıyor, ne yaparsanız yapın bir türlü kendinizi mutlu hissedemiyorsanız mutluluğu öğrenme vaktiniz geldi de geçiyor demektir. Peki mutluluk gerçekten öğrenilebilir mi? Serotonin Mutluluk Akademisi'nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Işık Akgöl'e göre mutluluk öğrenilebiliyor. Fakat bunun için ilk olarak serotonin hormonuna ihtiyaç duyuluyor. Serotonin, mutluluk veren hormona verilen isim ve bu hormon bağırsaklardan, beyinden ve trombosit denilen pıhtılaşma hücrelerinden salgılanıyor.

Serotonin ağrıyı azaltıyor

Serotonin hormonu yüksek olan kişiler, kendilerini daha mutlu hissediyor, daha iyi uyuyor ve sabahları kaliteli bir uykunun sonucuyla dinlenmiş olarak uyanıyorlar. Bu kişilerin ağrı eşikleri yükseliyor. Serotonin iştah mekanizmasını da düzenliyor. Stres anında çok yemek gibi bir problem serotonin hormonu yüksek olan kişilerde görülmüyor. Eksikliğinde ise depresif hissediliyor, depresyona neden olabiliyor, uyku bozuklukları görülüyor, sabahları yorgun kalkılıyor, duygulanım bozuklukları yaşanıyor, mutlu edecek olaylar bile serotonin seviyesi düşük olan kişileri mutlu etmeye yetmiyor. Bu kişilerin, ağrı eşikleri düşük olduğu için genelde kronik ağrı çekiyorlar.

Mutluluk eğitimi

Dr. Işık Akgöl mutluluğun öğrenilebileceğini belirtiyor ve "Mutlu olmak, bana göre bir seçim. Mutlu olmak istiyor musunuz? Aslında bu sorunun cevabına kim 'Hayır' diyebilir ki? Sadece yürekten 'Evet, ben mutlu olmak istiyorum' dedikten sonra yapmanız gerekenler var. Yıllardır kronik ağrıları olan kişiler ile ilgileniyorum. Kronik ağrısı olan kişilerde fiziksel problemlerin ötesinde psikolojik ve ruhsal sorunlar olduğunu fark ettim. Bu kişiler, tam olarak hastalık olmasa da mutsuzlar, endişeliler, iyi uyumuyorlar, hayattan zevk almıyorlar ve serotonin seviyeleri düşük. Eğer mutluluğu seçerseniz, mutsuzluğu ayıklamanız gerekiyor" diyor.

Mutlu olmak üzere karar vermek gerekiyor. Çünkü mutluluk bir seçimse olayların ne olduğu değil, olayları nasıl algıladığınız sizi mutlu ya da mutsuz ediyor. Birisi için son derece mutsuzluk veren bir olay, başkasına mutluluk verebiliyor. Piyangodan para çıkmışsa siz mutluluktan deli olurken, anneniz "Eyvah! Çocuğumun başına neler gelecek?" diye üzülebiliyor yani aynı olaya farklı anlamlar yükleyerek farklı duygular yaşayabiliyoruz.

Bedeni mutlu etmenin yolları

Beden mutluluğu için pilates önemli bir spor. Pilates, beden ve zihne hizmet ediyor. Pilates yaparken nefesinizi kullanıyorsunuz ve başka hiçbir şey düşünemiyorsunuz. İkincisi ise Tai Chi; beden, ruh ve zihne egzersiz yaptırıyor. Yoga da beden, ruh ve zihin için gerekli. Masaj ise serotonin hormonunu salgılatan faktörlerden biri. Hareket terapisi de beden, ruh ve zihni bir arada çalıştıran çok önemli bir aktivite.

Hayatta mutlu olduğunuz anları saklayıp, kendinizi mutsuz hissettiğinizde bu anıları kullanabilirsiniz. Nasıl mı? İmajinasyon ile gözünüzü kapatıp, o anı bir daha yaşayarak.

Eğer bugüne kadar birine karşılıksız olarak bir yardımda bulunmadıysanız gerçekten mutlu olmamışsınız demektir. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, birilerine gönüllü olarak yardım etmek sizi mutlu hissettirecektir.

Ruh ve beden mutluluğu

Zihin ve ruh için felsefeden yardım alınabilir. İnsanın sağlıklı ve mutlu olmak için sosyal hayatının da iyi olması gerekiyor. Bunun için de hobiler edinilmeli. Meditasyon öğrenerek ruhunuzu dinlendirebilir ve arındırabilirsiniz. Dr. Işık Akgöl, "Günümüz insanının en büyük problemi dışarıdan çok fazla bilgi alması. Çoğumuz çok stresliyiz. Stres altındayken mutlu olmak zor. Çünkü stres altındayken kararlarımız ve düşüncelerimiz beynimizde kortekse ulaşmadan hayvanların karar verme mekanizması olan hipotalamus mekanizmasına ulaşıyor ve buradayken karar veriyoruz. Kısacası içgüdüsel davranıyoruz. Bu durumda da zihni durultmak gerekiyor. Zihni meditasyonla ve iyi uyuyarak susturabiliriz. Ayrıca konsantrasyon gerektiren dans etmekle de susturabiliriz" diyor.

Dr. Işık Akgöl'e göre eğer bedeninizi, zihninizi ve ruhunuzu formda tutarsanız ve üçü birbiriyle uyumlu olursa mutlu olabilirsiniz. Dr. Akgöl, "Bedeniniz iyi durumdaysa, zihniniz parlaksa ve ruhunuz dinginse mutlusunuz demektir. Bedeniniz nasıl iyi durumda olur? Egzersiz yaparsanız, onu doğru gıdalarla beslerseniz, uykunuzu iyi alırsanız genetik faktörler dışında bedeniniz iyi durumda olur. Aynı şeyleri zihin ve ruh için de yapabilirsiniz" diyor.

Serotonini neler yükseltiyor?

- Aşık olmak serotonin seviyesini en çok yükselten etkenler arasında yer alıyor.

- Egzesiz yapmak serotonini yükseltiyor. Güzel bir havada yürümek, koşmak mutlu olmanıza yardımcı oluyor.

- Güneşi görmek de serotonin hormonunun yükselmesini sağlıyor.

- Seks yapmak, orgazm olmak serotonin üzerinde oldukça etkili oluyor.

- Çikolata, muz gibi besinler serotonin seviyesini artırıyor.

FIRSAT YAKALAMAK DEĞİL, HAKKINI VERMEK ÖNEMLİ


İş dünyasının en başarılı isimlerinden biri... Yaratıcı, enerjik, dinamik ve esprili... Ancak onun başarı öyküsünü hep aynı soru gölgeliyor: Ya Sabancı ailesinin ferdi olmasaydı ne olurdu? İşte Ali Sabancı’dan fırsatlar ve fırsatları değerlendirmeye dair hem öğretici hem keyifli açıklamalar...

ELİME MUAZZAM BİR KAĞIT GELDİ BE ABLA! BU KAĞIDI ÇOK İYİ OYNAMALIYIM

İş dünyasının en renkli simalarından Ali Sabancı, hayata elinde iyi kartlarla geldiğine inananlardan. "İyi bir girişimciyim. İşe önce ailemi doğru seçerek başlamışım" diyor ancak ona göre işin sırrı elindeki kartlarla doğru oynamak. Bir başka sermayesiyse kesinlikle dili. Cem Yılmaz ile rekabet edebilecek kadar esprili. Esas Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Pegasus Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı, Pegasus'un sade merkezinde anlattıSabancı Ailesi'nin bir ferdi olarak hayata başladınız. Ne kadarı sizin seçiminiz?

- Bir gün mutlaka Sabancı Holding'de çalışmak üzere yetiştirildik. Bize yakışan oydu. Aile şirketinden ayrılmak falan... Yani bunlar yeni yeni kırılıyor. Üniversitede ekonomi ve politika bilimi okudum. Ekonomiyi ailem için okudum. "Oğlum ne yapmak istiyorsan yap. Yeter ki iyi yap" sözünü duymadık. Microsoft'un kurucusu Bill Gates, 10 milyon dolar hariç bütün parasını vakfına bıraktı. Esasen çocuklarına bir şey bırakmayarak çok şey bırakmış oldu.

Ne gibi bir şey?

- Çocuklarına paranın rahatlığını bırakmadı. Paranın rahatlığı bozuyor insanları. Ben yeni yeni para kazanıyorum ama çok zenginim. Nasıl oluyor bu? Mirastan.

Ali Sabancı kimliğiyle dünyaya gelmeseydiniz, ne yapardınız?

- Üniversitelerde de bunu çok soruyorlar. "Sabancı olmasan bu yaptıklarını yapabilir miydin" diyorlar. Esas soru bu değil: Eline bir kağıt veriyorlar. Kadın ol, erkek ol, fakir ol, zengin ol, anne ol; görevin eline gelen kağıtla iyi oynamak. Şimdi elime muazzam bir kağıt geldi be abla! Hakikaten ne yapmam gerekiyor? O muazzam kağıdı çok iyi oynamam gerekiyor. Bir iz bırakmak gerekiyor. Bana göre para insanı bozuyor.

Çocuklarınıza "Ne istiyorsanız yapın" diyor musunuz?

- Diyorum tabii. Küçük olan çok iyi şarkı söylüyor, dans ediyor. İngilizce şarkı sözü yazıyor. Piyano dersi alıyor. Kısıtlamamaya çalışıyoruz. Kamuoyumuz insanı eğer soyadını taşıdığı şirkette çalışıyorsa başarılı görüyor. Benim çok başarısız bir özel hayatım olabilir ama ismini taşıdığım holdingde çalışıyorsam başarılıyım. Bu çok büyük bir haksızlık. Belki muazzam bir müzisyen, ressam ya da yazar olacak. Niye engelliyorsun adamı ya! Belki Türkiye'de yaşamak istemiyor. Niye zorluyorsun! Bir de çocukları yurtdışına okumaya gönderiyorlar. Sonra şirkette çalışmaya başladığında vizyonunu, bilgisini katmasına müsaade etmiyorlar. E o zaman niye gönderdin bu çocuğu!

Sabancı Holding'den ayrılırken ne yapmak istediğinizi biliyor muydunuz?

- Yok abla, bilmiyordum! Sadece ne yapmak istemediğimi biliyordum. Pegasus ile bir iz bırakabildim. Bundan mutluyum.

Aile şirketiyle duygusal bir bağ kurmadınız yani?

- Şirketlere hiç duygusal bakmamalı. Sabancı'da hâlâ hisselerimiz var. Borsaya kote ettik; yavaş yavaş satıyoruz. Çünkü yatırım o bizim için.

Ali Sabancı olmasaydınız soruma tam bir yanıt alamadım aslında...

- İçine kapanık bir kişi gibi görünmüyorum değil mi? Esasında yalnız olmayı çok istiyorum. Kalabalığın içinde tek başıma olabilirim. Tanınmadığım için yurtdışına gitmeyi çok seviyorum. Sanki zaman zaman bu kartın yükünü taşımayı çok sevmiyorum. Bu el bana böyle dağıtılmasaydı ne yapardım? Cevabı bende yok çünkü kartlar çoktan dağıtıldı. Sık sık mütevazı olduğumu söylerler. Açıkçası buna şaşırıyorum. Bu bir meziyet olmamalı.

GÜNE BAŞLARKEN

Gece uyanır çocukları ısırırım

· Sabah 07.00 gibi kalkıyorum, 7 saat uyku yetiyor.

· Gayet enerjik ve mutlu kalkarım. Çok iyi sabahçıyım.

· Çocuklarımı gece yarısı kalkıp severim; öperim, ısırırım. Özellikle küçük olan çok kızıyor ama güzel tarafı ertesi sabah hatırlamıyorlar. Gündüz yapsam üç gün konuşmazlar.

· Sabahları pek bir şey yemem.

· Her sabah bir buçuk saati kendime ayırıyorum.

· Sessiz ortamda ofise erken gelmeyi severim ama şimdi trafik sorununu aşmak için evdeki ofisimde iki saat çalışıyorum.

TOPLANTI

Aslında iyi bir dinleyiciyim

· Pegasus'ta yılda altı yönetim kurulu toplantısı olur ve bütün gün sürer.

· O kadar her konuda fikrim var bilgim yok ki! Şimdi adama sordun, adam yönetim kurulu başkanı, söylediğini nasıl aşacaksın?

· 'Ama' ve 'zaten' toplantılarımızın yasaklı kelimeleri. Cezası var.

· En iyi meziyetim dinlemek. Toplantı yapıyorsam dinlemeliyim. Bu yüzden söz kesmenin cezası 20 lira.

MEKÂN

Ambiyansı mı yiyeceğim baba

· İşin kötüsü kebap kültürü her şeye yansıyor. Fransız restoranına da gitsem kebapçıya benzetiyorum.

· Mekânda öncelik lezzet kardeşim. Lezzetsiz bir yere ambiyans için gidilir mi? Ambiyansı mı yiyeceğim baba?

· Adana'da Yüzevler Kebapçısı'na bayılırım. İstanbul'da Poseidon, Zuma sevdiğimiz yerler.

· Uzakdoğu restoranlarını da severim.

OTOMOBİL

Hep ikinci el aldım

· Kullanmaya bayılıyorum. 8-10 otomobilim var.

· İlk otomobilimi üniversitede babam aldı, BMW M3. Tek birinci el otom oydu.

· Üniversitede trafik kuralını ihlal ettiğim için bir kere hapse girdim. O zamandan beri kurallara uyarım.

· 1995'te Ferrari dört koltuklu bir model çıkardı. O kadar param yoktu. İnşallah iki oğlum olur bu otomobil de benim olur dedim. Bir gün Ferrari mağazasında ikinci elini buldum; aldım.

· En yakın arkadaşım şoförüm Hamdi. Tutuğu takımı, verdiği oyu bilirim.

HOBİ

Vuslat'a kalsa Portekiz filmine gideriz

· Bir kişi kendini sadece işiyle tanımlamamalı. İşi ve hayatı arasında denge olmalı.

· Sinema konusunda eşimle aramızda sıkıntı var. Filmi Vuslat'a seçtirmemeye çalışırım. Ona kalsa bir Portekiz filmine ya da bir sanat filmine ya da toplumsal bir sorunu işleyen filme gideriz.

· Dalmayı çok severim. Arkadaşlarımızla dalarız, sualtı fotoğrafları çekeriz.

KARİYER

Çocukken gazete ve olta sattım

· 7 yaşında yazlıkta gazete satardım. İstanbul Yeniköy'de evin önünde 10 yaşımda olta sattım.

· ABD'de Tufts Üniversitesi'nde ekonomi okudum. Morgan Stanley & Co.'da çalıştım.

· Columbia Business School'da MBA yapıp Sabancı Holding'de görev aldım. 2004'te Esas Holding'i kurduk.

BESLENME

Gece ikide irmik helvası yapıyorum

· Bu konu sıkıntılı. Yemek düzenim kötü.

· Evde birkaç mutfak var; gece hepsini kilitletiyorum.Düşünsene gece 2'de irmik helvası yapıyorum.

· Dört ayda bir buçuk kilo verince diyetisyen işi bozulacak diye beni bıraktı.

· Yılda iki kez detoksa gidiyorum. O sayede biraz şeklimi koruyorum.

· Kahvaltı etmiyorum. Dün, akşama kadar bir şey yemedim ama beni lahmacuna kebap koyarken görebilirsiniz. Balıkla aram çok yok, etçiyim.

· Çocuklarla sağlıksız 'Vuslat evde yok' mönüsü var.

TATİL

Teknede kesintisiz 18 gün

· Bu sene tatil konusunda çok iyiyim. Göcek'ten çıktık 18 günü teknede geçirdik. Arkadaşlarımız da geldi.

· Ağustos'ta 12 gün daha çıkacağımızı söyleyince kayınpeder "Oğlum sizin işiniz yok mu?" dedi.

· Şirketlerimiz kurumsallaştı, uzun kaçışlar yapabiliyoruz. İş bir adama muhtaçsa zaten bitmiştir.

· Artık tatillere çocuklar yön veriyor. Onların arkadaşları ve aileleriyle bir şeyler yapıyoruz.

KİŞİSEL GELİŞİM


Kişisel gelişimin en önemli noktası kişinin kendisini en iyi şekilde tanımasından geçer. Kendinize şu soruları sorun: Kendimi hangi konuda eksik hissediyorum? Hangi durumlarda problem yaşıyorum?

Kendinize seminer planı yapın! Kişisel gelişim seminerlerinin neler olduğunu öğrenin ve bunları bir kağıda yazın. Daha sonra ben şu konularda eksiğim ve eğitim almam gerekir dediğiniz seminerlere katılmaya çalışın. Okuyun! Her ay en az 3 adet kişisel gelişim kitabı okuyun. Çünkü bu kitaplar kendinizle ilgili en yeni araştırmaları ve bilgileri size verecektir.

Amacınız ne? Kendinize hayat amacı belirleyin. Şu anda yaşadığınız hayatı gerçekten yaşamak istiyor musunuz? Eğer yaşamak yaşamak istemiyorsanız neler yapmanız gerektiğini kendinize sorun ve öğrenin. Asıl hedefe kilitlenin! Yaşadığınız küçük başarılara yoğunlaşarak ulaşmak istediğiniz büyük başarıların engellenmesine izin vermeyin. Kolay olanla başlayın! Yapamayacağınız şeyler üzerinde fazla yoğunlaşmayın.

Motivasyon... motivasyon! Kendinizi ve başkalarını motive etmenin yollarını öğrenin ve mutlaka hayatınızın her kademesinde ihtiyaç duydukça bunları uygulayın. İpler elinizde olsun! Her gününüzün ve hatta saatinizin kontrolü sizde olsun. Hatalarınızdan ders alın! Onları, sizi başarıya ulaştıracak hatırlatmalar olarak görün. Kendinize inanın! Elinizi kolunuzu bağlayan inançlar değil, güçlendiren inançlar seçin.

İletişime dikkat! İnsan ilişkileri, hitabet ve beden dili konusunda mutlaka eğitimler alın. Düşleyin! Hayal kurmaktan korkmayın. Çünkü hayal gücü insanın en önemli silahıdır.

KENDİNİZE GÜVENİN , GELİŞİN...


Özgüven şu kavramlarla tanımlanabilir: fikirlerini kabul ettirmek, iyimserlik, istekli olmak, sevgi, gurur, bağımsızlık, güven, eleştirilere açık olmak, duygusal olgunluk ve kapasitesini doğru değerlendirme becerisine sahip olmak.

Özgüven Nedir?

Özgüven; kendimiz ve yeteneklerimiz hakkında pozitif ve gerçekçi bir anlayışa sahip olduğumuz anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, özgüven eksikliği ise; kendinden şüphe duymak, pasiflik, boyun eğme, aşırı uyum gösterme, yalnızlık, eleştirilere karşı hassas olma, güvensizlik, depresyon, aşağılık duygusu ve sevilmediğini hissetme gibi kavramlarla tanımlanabilir.

Özgüven Eksikliği Nasıl Gelişir?

Aşağılık duygusu, umutsuzluk gibi duyguları, genellikle evde, okulda veya işte yaşadığımız kimi olumsuz yaşam deneyimlerinden sonra ortaya çıkar. Örneğin, siz büyüme aşamasındayken, ebeveynleriniz size sağlıklı ve destekleyici bir çevre sağlayamamış olabilir. Size karşı çok eleştirel, talepkar ve/veya aşırı koruyucu olabilirler. Sonuç olarak, kendiniz hakkında olumsuz düşünmeye başlarsınız.

Aileden birini veya yakın bir arkadaşı kaybetmek. Örneğin: anne-babanızın boşanması, evinizden ilk kez ayrılıyor olmak (ailenizden ve arkadaşlarınızdan ayrı olmak), erkek/kız arkadaşınızdan ayrılmak.

Başarısızlık, hayal kırıklığı gibi olumsuz olayları bir deneyim gibi algılamaktansa, bunların üzerinde fazla durmak.

Kendini veya yeteneklerini çok acımasız bir şekilde eleştirmek.

Olayların sonuçlarını, gerçekte olduklarından daha kötü bir şekilde değerlendirmek.

Ailenizin ve arkadaşlarınızın, sizinle ilgili istek ve beklentilerini karşılayabilmek için çok fazla baskı hissetme ve bu durumun sizin kendi kimliğinizi geliştirmenize ve kendinize ait kararlar almanıza mani olması.

Gerçekçi olmayan hedefler belirleme.

Başarısızlık korkusu. Örneğin; bir dersinizden kaldığınızda, kendinizi bir dersten kalmış, iyi bir insan olarak düşünmektense, işe yaramaz ve başarısız biri olarak düşünmek.

Özgüveninizi Nasıl Arttırırsınız?

Kendiniz hakkında olumlu düşünün.

Gerçekçi olan ve beklentilerinizi karşılayan hedefler belirleyin. Makul seviyede hedefler belirleyin ki, böylece başardığınız şeyler, başta ulaşmayı düşündüğünüz hedeflerlere yakın olsun. Bu durum, özgüveninizi ve kendinizle ilgili memnuniyetinizi destekler. Psikolojinin öncülerinden William James şöyle der: " Kendinden memnun olmak = Ne başardığımız / Başarmayı hedeflediğimiz şey "

Bir şey başardığınızda kendinizle gurur duyun ve kendinizi ödüllendirin.

Kötü veya üzücü bir şey olduğunda, olumsuz düşüncelerinizin farkına varın. Tamamen duygularınızla hareket etmek yerine, içinde bulunduğunuz durum hakkında mantıklı olarak düşünün.

Zayıf taraflarınız yerine, güçlü taraflarınıza ağırlık verin. Belirli konularda, diğerlerine göre daha becerikli ve iddialı olduğunuzun ve hayatınızın her alanında mükemmel olmanın imkansız bir şey olduğunun farkına varın.

Yaptığınız ve başardığınız şeyleri sadece şansa bağlamayın. Bunun yerine, kişisel başarılarınız için kendinizle de gurur duyun.

Fikirlerinizi savunun. Diğer bir ifadeyle, başkalarının haklarını ihlal etmeden, kendi duygularınızı, düşüncelerinizi, inançlarınızı, ihtiyaçlarınızı, dürüst ve net bir şekilde ifade etmeyi öğrenin.

Haklarınıza sahip çıkmayı öğrenin ve sizin için makul olmayan isteklere "hayır" deyin. Fikirlerinizi açık ifade edebilme konusunda alacağınız bir eğitim, özgüveninizin gelişmesinde size çok yardımcı olabilir.

Yaşamınızda önemli olduğuna inandığınız sorunların bir listesini çıkartın. Daha sonra bunları iyileştirmenin veya değiştirmenin yollarını yazın. Bütün sorunlarınız tabii ki kolay ve hızlı bir şekilde çözülemez ama hemen harekete geçebileceğiniz bazı alanlar da olacaktır.

Özgüveni İyileştirmek için Hatırlanması Gerekenler

Kötü şeyler yerine iyi şeylere ağırlık verin.

Kendiniz hakkında olumlu düşünün.

Deneyimlerinizden ders çıkartın.

Gerçekçi hedefler belirleyin.

Cesaretli olun.

Öğrenmeye devam edin.

İşe yarar şeyler yapın.

Basitliğe önem verin.

Değişimi hoş karşılayın.

MANTIK MI , İÇGÜDÜLER Mİ ?


Karar verme sürecinde yaşanan en büyük gerilim mantığın yoksa içgüdülerin mi sesini dinlemektir. Üstelik bu gerilim çoğu zaman yanlış karar vermemize neden olur. Oysa hangi durumlarda içgülerin, hangi durumlarda mantığın sesini dinlemenin doğru olduğunu bilirseniz doğru kararı vermek çok daha kolay olur...

İÇGÜDÜLERİNİZE GÜVENMEYİ ÖĞRENMEK DAHA SAĞLAM KARARLAR DEMEK. BAZEN.

Biliyorsunuz işte. İçinizden bir ses seçiminizin doğru olacağını söylüyor. Mantığınızsa sizi başka yöne çekiyor. Sonra gerginleşiyorsunuz çünkü iç sesi mi yoksa mantığınızı mı düşünmeniz gerektiğini bilemiyorsunuz.

İçgüdülerimize güvenmeyi öğrenmek, hayatta doğru seçimleri yapmamıza etki ediyor. Üstelik hafıza üzerine yapılan araştırmalarda içgüdülerin "şanslı bir seçim" yapmaktan çok öte bir durum olduğunu kanıtlıyor. Araştırmalar, karar alırken sadece mantıksal seçimler yerine içgüdülerimize de danışmanın önemli olduğunu savunuyor.

Peki, içgüdü dediğimiz şey nedir?

İçgüdü dediğimiz şey gerçekte beynin "otomatik" olarak hareket etmesi, yani, bilinç dışından (nonconscious) çektiği bilgilerle hareket etme hali. Bilinç dışında hareket etme hali kompleks karar alma süreçlerinde karşımıza çıkıyor. İçgüdülerimiz, geçmiş deneyimlerimiz ve bilgilerimizin derlemesidir. Içgüdülerle hareket etmek bilinçsiz hareket etmek anlamına gelmiyor. Aksine, içgüdüsel hareket etmek bilinç üzerine henüz çıkmamış bilgi ve tecrübelere dayanarak seçim yapmak anlamına geliyor. Her kararı içgüdülerle almak doğru olmasa da içgüdülerimize güvenmeyi öğrenmek hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırıyor.

İçgüdülerimiz bizi ne zaman yanıltıyor olabilir?

Cornell University profesörlerinden Tom Gilovich, içgüdülerimizin delil içerisinde ki kusurları yakalamakta pek iyi olmadığını söylüyor.

Içgüdüsel karar alma süreçlerinde hatalı, yetersiz, vb bilgilerle karşılaşıldığında geçmiş deneyimlere başvurur beynimiz ve içgüdülerimiz birşeylerin pek de doğru olmadığının sinyalini verir.

İçgüdüler geçmişten bilgiyi çektiğinden eğer yetersiz bilgi ve dayanak doğrultusunda içgüdülerinizi dinliyorsanız, gelecekteki imkanları kaybedebilirsiniz.

Önyargılarımıza yenik düşebiliriz. İçgüdülerimizi duygularımız hareket ettirir. Bu yüzden bazen gerçekliği olan konuları dahi önyargılarımız yüzünden göz ardı edebiliriz.

Bir konuda uzman olmanız ve içgüdülerinizin kuvvetli olması bazen kendinize olan özgüvenin tavan yapmasına neden olur. Fazla pozitif düşünmenin kurbanı olabilirsiniz.

İçgüdüsel karar alma öğrenilebilir mi?

MIT ve Marine Corps uzmanları öğrenilebilir diyor. Ben de içgüdüsel olarak buna inanıyorum!

Nasıl diye soracak olursanız, uzmanlar birkaç öneride bulunuyor. İşte size 5 öneri:

Iyi dinlemek-Durumsal bilginin elde edilmesine faydası olduğundan düşünce modellerinin iyi şekillenmesine neden olur.

Kararı uygulamadan önce üzerinde tekrar düşünmek-Bu süreç duyguların algılarınızı nasıl etkilediğini gözlemlemenize yardımcı olacaktır.

İnançlarınızı gözden geçirin- Verilere dayalı inançlarınız mı var yoksa kendi kurgularınıza dayalı inançlarla mı hareket ediyorsunuz, düşünün.

Deneyimlerinizi artırın-Modellemeler deneyimlerden elde edilir. Bu yüzden hayat tecrübelerinizi artırmaya ve çeşitlendirmeye bakın.

Duygularınızı tanımlamaya ve anlamaya gayret edin-Duygular önceki deneyimlerimize işaret eder. Hissettiklerinizin ne anlama geldiğini farketmek ve bu hislerin ne kadar güvenilir olduğunu anlamak ileriye dönük içgüdülerimizi daha kuvvetlendirir.

EMPATİ


Karşımızdaki kişilerin duygu ve düşüncelerini anlayabilmek elbette faydalı. Ancak son zamanların sihirli kelimesi olan empatinin dozu da çok önemli. Çünkü empati yapmak, ne vicdan azabını bastırmanın, ne de korkularımızdan kaçmanın aracı değildir.

EMPATİ TEHLİKELİ OLMASIN


Toplum olarak başkalarına yardımcı olmak adına empati kurmayı, acıma ve gizli suçluluk duygularıyla karıştırabiliyoruz


Çok tatlı bir kadındı.

Yardımsever, üretken, anaç... İki çocuğu ve eşiyle mutlu görünen bir hayatı vardı. Maddi durumları iyi olduğu için çalışmıyordu.

Eşinin işleri iyi gidiyor olmalıydı. Hoş, karısına sorunlarını bile anlatmayan, hiçbir detay vermeyen bir adamdı ama olsun. Bir dediğini iki etmiyor, üstelik karısına karışıp kısıtlamıyordu.


Yardım etmeyi çok severdi kadın. Lüks bir arabası, iyi bir ailesi vardı. Ve mahallede yardımcı olabileceği o kadar çok muhtaç insan vardı ki, sahip olduklarının keyfini süremiyordu.


Ne zaman parası olmayan bir çocuk görse, onun eline harçlık sıkıştırmaya çalışır, yardım derneklerine üye olup varlıklı ailelerin çocuklarından kullanılmış kıyafetler toplayıp, ihtiyacı olanlara göndermek üzere organizasyonlarda çalışırdı. Bir de kadın derneklerine meraklıydı. Özellikle de dul kalmış kadınlar kötü yola düşmesinler diye, onların her türlü barınma ihtiyacının karşılanması için özel bir ilgi gösterirdi.


Buraya kadar ne kadar güzel, ne erdemli bir davranış, öyle değil mi? Oysa yaptığımız her davranışın bir de alt duygusu var. Alt duygu, bilinçaltımızda kayıtlı olan çekirdek inanç ile birlikte hareket eder. Ve çekim yasasını aktive eder. Artık kuantum ve çekim yasasını bilmeyen yok. Ama küçük bir hatırlatma yapalım. Hayatımıza çektiğimiz, başımıza getirdiğimiz olaylar, zihnimizle düşündüklerimiz değildir. Alt duygumuz ve çekirdek inancımızla, çoğu zaman farkında bile olamadığımız, bazen de farkında olup engelleyemediğimiz duygularımızla harekete geçiririz.


EMPATİNİN DOZU ÖNEMLİ


Bu tatlı kadının da annesi ve babası çok evhamlı insanlardı. Hayatta her an, her şey bozulabilir, iyi giden olaylar kötüye dönebilir gibi bir korkuları vardı. Hayatları, kendilerini güvende tutabilmek ve sonradan hayal kırıklığına uğramamak için, sevinç ve kahkahalarını kontrol altında tutmakla geçmişti. Annesinin sözleri, kadının kulağında bir yetişkinken bile çınlamaya devam ediyordu: "Aman kızım, çok gülme, sonra ağlarsın!"


Dul kadınlara yardımcı olmak, dünyada alabileceğiniz en güzel sevaplardan biri belki de... Ama yardımcı olurken, karşınızdaki kişiye acımak, hatta "Ben bu kadar mutluyken, insanlar nasıl da acı çekiyor," diyerek suçluluk hissetmek, size zarar verir. Neden mi?


Çekim yasası devreye giriyor. Alt duygunuz, kendinizi cezalandırmaya başlıyor. Üstelik bunu hiç fark etmeden, bilinçaltınızdan yapmaya başlıyorsunuz.


Kimsesiz çocuklara yardımcı olmak, onlara para vermek harika bir şey. Hatta her varlıklı ailenin, fakir bir çocuğu okutması, giydirmesi, çok ciddi bir fayda sağlar. Ama bunu yaparken, o çocuğun haline bakıp korkuyla "Ya benim çocuğum bu hale düşseydi?" derseniz, işte bu tehlikeli.


Empati, toplumumuzda öğretmeye çalıştığımız bir kavram. Ama maalesef biz toplum olarak empatiyi, acıma ve gizli suçluluk duygularıyla karıştırabiliyoruz.


SUÇLULUK, VİCDAN AZABI VE KORKU


Somali’ye yapmak istediğimiz yardımlara bir bakalım. Onlara baktığımızda, açlık sınırına gelmiş çocukları gördüğümüzde, olaylara seyirci kalmak istemiyoruz. Çoğumuz kendi bütçemize göre para yardımında bulunduk. İyi ki de yaptık. Ama o insanlara bakıp, akşam yediğimiz yemek boğazımızda dizilmeye başlıyorsa, birbirimizi uyarırken, yardım etmeye teşvik ederken vicdan azabı yüklüyorsak, orada bir hata yapıyoruz demektir.


Alt duygumuz, sevgi olsun. Ama tertemiz bir sevgi... Onlara baktığımızda üzülebiliriz, ama suçluluk, vicdan azabı, korku duymadan... Bilinçli zihnimiz ve mantığımızla yardımlarımıza karar verelim. Kendini acındıran insanlardan uzak duralım.


Bahsettiğim tatlı kadına ne mi oldu? O şimdi eşinden ayrılıyor. Ve çocukları yardıma muhtaç durumda. Ama bunları da atlatacak, çünkü çok güçlü bir kadın o.


Sadece çekim yasasını aktive eden alt duygu ve çekirdek inançlarını değiştirmekle meşgul. Tüm yaptıklarımızın arkasında tertemiz bir sevgi olması dileğiyle...

30 Nisan 2011 Cumartesi

MOTİVASYON SÜRECİ


İhtiyaçlar insanda yoksunluk hissi yaratırlar ve insan fizyolojik ve psikolojik dengesini (homeostazi) sürdürmek için bu ihtiyaçları tatmin etmek zorundadır. Ancak ihtiyaç kavramı, istek kavramı ile karışabilir. İsteklerimiz her zaman karşılanmasına gerek yoktur ancak yaşamımızdaki dengenin sürmesi için
ihtiyaçlarımızın mutlaka karşılanması gerekmektedir.

İhtiyaçları sınıflandırma her ne kadar insandan insana farklılık gösteren bir yapıya sahipse de genel olarak, birinci derece temel ihtiyaçlar ve ikinci derece tamamlayıcı ihtiyaçlar olarak iki grupta incelenebilir..

Daha da ayrıntılı olarak ise ihtiyaçları şu şekilde sınıflandırabiliriz:

Fizyolojik (yeme , içme , ..)
Güvenlik (sağlık sigortası, ..)
Sosyal (arkadaşlık)
Psikolojik ( başarı, statü , self-esteem )
Daha çeşitli şekillerde de sınıflandırma yapılabilir. (Hayati ihtiyaçlar, hayati olmayan ihtiyaçlar gibi )

GÜDÜLER
İhtiyaçları tatmin etme zorunluluğu , insanın harekete geçmesini gerektirir ; bu ise güdüler sayesinde olur . Harekete geçirilmiş ihtiyaca psikolojide güdü(motive) adı verilir. Güdü olarak adlandırılan bu etmenler içsel ,
yada dışsal olabilir. Güdüler doğuştan olabilecekleri gibi (dürtü , içgüdü), sonradan da kazanılabilirler.Güdü kavramı ilk olarak Woodworth (1918) tarafından , “bir organizmayı çeşitli şekillerde harekete geçiren
enerji birikimi” olarak tanımlanmıştır.

Motivasyon Teorilerinin temelini teşkil eden güdüye dayanan teorilerden en önemlisi Cannon (1939) tarafından geliştirildi. Bu teori “homeostasi” kavramına dayanmaktadır. İçsel yada dışsal etmenler dolayısıyla meydana gelen dengesizlikler , organizmayı denge durumundan uzaklaştırır. Tekrar denge durumuna dönmek için organizma harekete geçer. Bu organizmanın harekete geçmesini ise güdüler sağlar.

Motive olarak da bilinen güdüyü , davranışı amaca doğru yönelten bir güç olarak tanımlayabiliriz. Burada
amaç ihtiyaçları tatmin etmektir. Hareket ise ihtiyaçları tatmin etmek için yapılan fiillerdir.

MOTİVASYONUN TANIMI

Motivasyon kelimesi Latince “movere” , yani “hareket ettirme, hareketlendirme” kelimesinden gelmektedir. Motivasyon, istekleri, arzuları, ihtiyaçları, dürtüleri ve ilgileri kapsayan genel bir kavramdır. Açlık, susuzluk, gibi fizyolojik kökenli güdülere dürtü adı verilir. İnsanlara özgü başarma isteği gibi yüksek dürtülere de ihtiyaç denir. Motivasyon sürecini anlamada ihtiyaçlar, dürtüler ve özendirici uyarcılar arasındaki ilişkiler ve anlamları önemlidir.

Kişilerin yapabileceklerinin limitini, eğitim ve yetenek seviyeleri, yapabildiklerinin limitini ise moral ve motivasyon seviyeleri belirler. Elimizden gelenin en iyisini yapabilmemiz, motive olmamıza bağlıdır.

Motivasyon, başarı için şarttır ama tek başına yeterli değildir. Hepimiz hayatta daha başarılı olmak isteriz. Başarılı olmak için yapmamız gerekenleri biliriz. Bunları niçin yapmamız gerektiğini biliriz. İstersek nasıl yapabileceğimizi de, yapmakla neler kazanacağımızı, yapmamakla neler kaybettiğimizi de biliriz. Ama,yine de o “yapmamız gerekenleri” yapmayız? Peki bizi durduran nedir? Cevap atalet! Atalet; durağanlık, tembellik, miskinlik, üzerine ölü toprağı serilmiş gibi hareket etmek, hareketsizlik gibi anlamlara gelir. Atalet halinde olmann tersi, hareket halinde olmaktır. Ataletin panzehiri nedir?

Motivasyon

Psikolojik bir olgu olan motivasyonun değişik açılardan ele alınmış olması bir çok tanımının yapılmasına neden olmuştur. Aşağıda bu tanımlardan bazıları verilmiştir.

Zihinsel olarak nereye gideceğinizi, ne yapacağınızı ve nasıl bir yaşam elde edeceğinizi oluşturmak ve kavramaktır. Yani bilinçli bir şekilde karar vermek ve uygulamaktır. Bu mantıkla yola çıkan kişi zihinsel olarak verdiği kararı harekete geçirmek için mücadele etme olayıdır.

Kişilerin belirli bir amacı gerçekleştirmek için kendi arzu ve istekleri ile davranmaları”

Örgütün ve bireylerin ihtiyaçlarının tatminle sonuçlanacak bir iş ortamı oluşturarak bireyin harekete geçmesi için etkilenmesi ve isteklendirilmesi süreci”

“Bireyleri , onların özel bir tavırla hareket etmelerine , davranmalarına teşvik eden ; kendilerinden veya çevrelerinden kaynaklanan çeşitli güdü ve güdüler topluluğu”

“Bir hareketin yönü , şiddeti ve devamlılığı üzerine çabuk ve derhal yapılan etki”

“Davranışın nasıl başladığı, sürdürüldüğü, yönlendirildiği, durdurulduğu ve tüm bunlar sürerken organizmada mevcut olan öznel reaksiyonlar”

“Bir şey yapma isteğidir ve yapılan fiilin bireyin ihtiyaçlarını tatmin etme yeteneği sürdükçe bireyde bulunur.”

“Güdülerin etkisiyle eyleme geçme ve gerçekleştirme sürecidir.”

MOTİVASYON SÜRECİ

Motivasyon başlangıcı motive olmakla başlar. Motivasyon ya da diğer bir deyişle güdüleme gözle görülmeyen varsayımsal bir olgudur ve davranışı anlamada çok önemli bir süreçtir. Buna dayanarak güdüyü davranışı amaca doğru harekete geçiren, yönelten bir iç durum olarak tanımlayabiliriz. Motivasyonun amacı eyleme geçmektir. Düşünceleri yaşama geçirme isteği en az bu düşünceler kadar önemlidir.

Başarılı insanlar çoğu kez amaçlarını belirleyerek motive olurlar. Başarılı olmak isteniyorsa nereye gidildiği ve ne yapmak istenildiği bilinmelidir. İlerlemek isteyen bir kişi ulaşmayı arzuladığı bazı hedefler belirler. Bu hedefler doğrultusunda yeteneklerini geliştirdikçe bu hedeflere doğru ulaşmaya çalışır. Bu nedenle bir plâna gereksinim vardır. Kişinin amacına yönelik plânlar, müteahhit ‘in projesine benzer. Proje olmadan binanın şekli belli olmaz. Yapımında hangi malzemelerin kullanılacağı, kaç kişinin çalışması gerektiği ve işin ne zaman bitireceği belirlenmez.

Bireyde fizyolojik veya psikolojik dengenin bozulması ile eksiklik ortaya çıkar. Bu eksiklik durumu ihtiyaçları yaratır demiştik. İhtiyaçlarda hedefleri belirler ve hedefe yönelik davranışı ortaya yol açar.

Örneğin : Nereye gideceğinizi, zihinsel olarak oluşturuyor, kavrıyorsunuz ve oraya varmak için harekete geçiyorsunuz.

Olmak istediğiniz gibi olmanın yolu nedir? Bunu bulmaktır. İçten motive olan kişi düşüncesini eyleme dönüştürür. Hedeflerini belirler ve o hedeflere ulaşmak için harekete geçer.

Motivasyon sürecinde üç aşamadan söz edilmektedir:

Davranışı tetiklenir ve kişi kendisine bir takım hedefler (Fizyolojik veya psikolojik) koyar. İnsan davranışını tetikleme, insanın içinde onu çeşitli şekillerde davranmasını sağlayan güçler (güdüler) ve bu güdüleri harekete geçiren çevresel faktörlerle ilgilidir.

Hedefe yönelik davranışlarda bulunurlar. Amaç zihinde oluşturulan düşünce ve hedeflere ulaşmaktır. (Fiziksel olarak, çünkü bir kuvvet ve güç harcamak zorundasınız.)

Hedeflere ulaşılır. (Gereksinimlerin Karşılanması Dengenin Bozulması) ama burada olay bitmez çünkü davranışın sürdürülmesi gerekir. İlk iki faktöre bağlı olarak, bireyin davranışını sürdürmesi yada sürdürmemesi ile alakalıdır. Bu üç faktör de çalışan bir insanı analiz etmemiz ve onu anlamamız açısından anahtardırlar.

Motivasyon Teorileri de bu üç faktör üzerinde yoğunlaşır. Burada düşünce ve eylem eşit önemdedir. Başarılı bir insanı düşünün. Hedefine ulaşır ulaşmaz herşeyi bir tarafa atmaz, mutluluğunu arttırmak için, yeni ve daha başarılı hedefler belirler. Bu amaçla kendisini planlar ve çalışmalarını yapar.

Kendini motive eden kişi gelişmeye açıktır. Gelişmenin değişme olduğunu ve değişmenin de bilinmeden bilinmeyene atlayarak riskler içerdiğini kabul ettiğini unutmamak gerekir. Başaramamak demek, gerektiği kadar hazırlıklı olunmadığı anlamın gelmektedir. Bu yüzden eğer başarılı olunmak isteniyorsa yılmamak devam etmek gerekmektedir.

MOTİVASYONUN ŞARTLARI NELERDİR?

1. İnanmak

Karar verirken önce bu kararı vermeden önce onu yapabileceğine kişini inanması gerekir. Kendine olan inancı sağlayabilecek tek kişi, kişinin kendisidir. Çevresindekiler yardım edebilirler ama ancak kişi bunu gerçekleştirebilir. Örneğin amaçlarınız, iyi bir eğitim görmek, iyi birer anne, baba olmak iyi derecede para kazanmak ise bu amaçlara ulaşmak için harekete geçmek gerekmektedir. Eğer harekete geçmenize engel herhangi bir şey varsa onları bulup gidermek ve bunları yaparken de kendinize güvenmek zorundasınızdır.

2. Özgüven

Kendine inanmak, huzurlu bir aklın anahtarıdır. Akıl sakinken ve kendinden eminken en iyi şekilde çalışır. Güven eksikliği aslında yararlı hiçbir şey üretmeyen olumsuz düşüncenin ürünüdür. Amaçları gerçekleştirmek için gereken bedeli ödemeye istekli olmak gerekir. Gerçekten arzulanan ve uğruna çalışmaya istekli olunan herşeyi kişi kolaylıkla başarabilir. Hayallerini “Kendi gücüyle gerçekleştireceğine inanan insan şevklidir, inançlıdır ve yaşama sevinci vardır. Kişinin gelecekteki umudu, onun şimdiki gücünün kaynağıdır.

Hayallerinden kendini ayıran cam bölmeyi kaldıracak güç herkeste vardır. Yeter ki insan kendi iç dünyasının muhteşemliği ve onun sınırsız gücü ile tanışsın, onunla merhabalaşsın. Önemli olan yaşamdan ne istenildiğinin keşfedilmesi ve bu yolda ilerlenebilmesidir.

3. Gizli Yetenekleri Ortaya Çıkarma

Amaçları belirlemek ve o amaçlara ulaşmakta ciddiyse kişi kendini sınamalıdır. Kişi kendini tanımaya ve nasıl gittiğini değerlendirmeye zaman ayırmalıdır. Kendini dürüstçe yansıtmak yararlı bir iştir, ama bu iş yapılırken tamamen gerçekçi olmak gerekir aksi halde bu yansıtmanın bir önemi kalmaz.

MUTLU YAŞAM


• Dinlemeyi öğren.

• Yaşlan ama paslanma.

• Özür dilemekten çekinme.

• Aynı hatayı ikinci kez yineleme.

• Mükemmeli ara, kusursuzu değil.

• İnsandaki iyiyi ortaya çıkarmayı bil.

• Senden daha zeki insanları işe al.

• Büyük düşün, küçük zevklerin tadına var.

• Her şeyi bulduğundan daha iyi durumda bırak.

• Sürekli “Ben dürüstüm” diyenlerden kuşkulan.

• İlk kez tanıştığın insanlara önce işlerini sorma.

• Acıyı ve düş kırıklığını, yaşamın bir parçası gibi kabul et.

• Çocuklarını övgüye sahip olabilecekleri biçimde yetiştir.

• Keşke sözcüğü yerine “Bir daha ki sefere” demeyi dene.

• Çocuklarına sık sık onlara ne denli çok güvendiğini söyle.

• Kaybedecek bir şeyleri kalmamış insanlardan kendini koru.

• İnsanların her zaman gerçeği duymak istediklerini sanma.

• Köprüleri atma. Aynı nehri yine geçmek zorunda kalabilirsin.

• Başarılarının sana sağladığı iç huzuru sağlık ve sevgi ile ölç.

• Ailene “en iyisini vermek” yerine, “verebileceğinin en iyisini” ver.

• Duyurduğun ya da duyduğun haberlerin taraflı olduğunu unutma.

• Asıl savaşı kazanmak için küçük bir çarpışmayı yitirmeyi göze al.

• Maddi durumun çok iyi olsa bile, bırak çocukların kendi harçlıklarını kendileri kazanabilsinler.

LİDER ÖZELLİKLERİ


İnsanlar "lider olarak doğarlar, sonradan lider haline gelemezler".Bazı insanlar doğuştan sahip oldukları birtakım üstün kabiliyetler sayesinde diğerlerinden ayrılırlar. Bu durumda, liderlik tarzını açıklamanın tek yolu ise, bu tip insanların sahip oldukları özellikleri ölçmekle sağlanabilir.Nitekim, bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda dört tip etkili liderlik özelliği bulunmuştur.

Kişisel özellikler (uyum sağlama, hırs, üstün olma, özgüven vb.),

Fiziksel özellikler (boy, cinsiyet, ırk, etkileme, kilo, görünüş vb.)

Düşünsel özellikler (zeka, dikkat, deneyim, başkalarına karşı duyarlılık, hitabet vb.)

Sosyal özellikler (iyi iletişim kurma, empati, dışa dönüklük )

LİDERLİK TİPLERİ

1.Otokratik Lider
Otokratik liderler grup üyelerini yönetim dışında tutmaktadır. Yönetim yetkisi tamamıyla liderde bulunmaktadır. Amaçlar, politikalar ve planlar belirlenirken grup üyelerine söz hakkı verilmemektedir. Bu liderler, astlarını etkilemek için emir verme, hatalarını eleştirme gibi taktikler kullanırlar çünkü onların dış unsurlarla motive olduklarını düşünmektedirler.

2.Demokratik ve Katılımcı Lider
Demokratik liderler yönetim yetkisini grup üyeleriyle paylaşma eğilimi göstermektedirler. Amaçlar, politikalar belirlenirken, iş bölümü yapılırken hep grup üyelerinin fikirlerini dikkate almaya çalışmakta, daha az kontrol etme taktikleri kullanmaktadırlar. Kişilerin iç unsurlar ile motive olduklarına inandıklarından başarılı işleri takdir etme davranışı gösterirler.

3.Hümanist Lider
Korumacı rolünü üstlenmiştir. Ödül sistemini ağırlıklı olarak kullanır, duygusal yönlendirmeyle motive etmektedir.

4.Destekleyici Lider
Lider kararını grupla birlikte almaz. Katılım ve ödül sistemi uygulanmaktadır. Örgütsel amaçlar
üyelere danışılarak verilir.

5.Karizmatik Lider
Üyelerini peşinden sürükleyen verimliliği yüksek bir lider tipidir.Kararları kendisi
vermektedir.Kişisel karizmasını kullanmaktadır.

6.Liberal Lider
Lider grup üyelerini tamamen serbest bırakmakta, güçten kaçmaktadır. Lider gruba dışarıdan bilgi ve kaynak sağlama yönünde katkıda bulunmaktadır.

28 Eylül 2010 Salı

YAŞINI SÖYLE SENDROMUNU ÖĞREN


18 yaş: Ülkemiz için 18 yaş sendromu ergenlik dönemiyle birlikte başlıyor. Bu süreçte bedensel gelişimin yanı sıra ruhsal ve psikolojik değişimler de yaşanıyor. Dolayısıyla hem aile için hem de kişi için sancılı bir süreç oluyor. Dünyada 18 yaş sendromu ergenliğin dışında bir anlam daha taşıyor. 18 yaş reşit olmak, üniversite için aileden uzaklaşmak ve artık kendi ayakları üzerinde durma zorunluluğu demek. Bizde çok daha sonraları yaşanan bu endişe özellikle Avrupa toplumlarında 18 yaşında baş gösteriyor.

24 yaş: Üniversite, askerlik derken hem iş hem de eş dönemi başlıyor. Bu yüzden 20´li yaşlar özellikle de 24 yaşında, işe girme endişesi ve bir düzen oturtabilme isteği, bunları başaramama korkusu bir arada yaşanır. Bol sivilceli ve stresli bir sendromdur.

30 yaş: 30 yas sendromu geç kalmışlık hüznü, başaramama kaygısı ve kendini sorgulama, bulunduğu durumu beğenmeme hali olarak tanımlanıyor. Bu sendromu yaşayanlar çoğunlukla ya hâlâ bir iş sahibi olamamış ya da yaptığı işten memnun olmayanlar ve iyi bir işe sahip ama evlenmemis, kendi düzenini kuramamışlar oluyor.

35 yaş: Malum, ömrün yarısı anlamına geliyor. Artık amca-teyze-dayı tanımlamalarını daha çok duymaya başladığınız bir dönem olduğu için, hayatın sonuna yaklaşıldığı için hüzünlü bir ruh halidir 35 yaşına girmek.

40 yaş: Özellikle erkekler için riskli bir yaş sınırı. Çünkü Prof. Dr. Osman Müftüoğlu´na göre bu yaştan sonrası iç sorgulamaların ve hesaplaşmaların yoğunlaştığı, ilişkilerin hoyratlaştığı yeni bir zaman dilimi haline gelebiliyormuş. Tabii bu sendroma erkekler kadar kadınlar da kapılabiliyor. Gençlik yılları hatırlanıp "Nerede kalmıştık?" diyerek hem imajda, hem hal ve tavırda hem de yaşam şeklinde olmadık değişimlere gidilebilir.
Yakın çevresini şaşırtacak cinsten her türlü radikal değişimler olabilir bunlar. Kadınlar için bu yaşlar menopozun başlangıç evreleridir. Onlar da ergenlik dönemindeki psikolojik buhranların yeniden yaşayabiliyor.

50 yaş: Erkekler için fiziksel değişimlerin başladığı yıllar. Orta yaş sendromu olarak da tanımlanan bu süreçte erkeklerde ve kadınlarda kronik ağrılar, yorgunluk, depresyon, sinirlilik, öfke gibi durumlar baş gösterebiliyor. Aslında daha önceki nesillerde bu yaşlar bilgelik yaşlarıydı. Aileyi ayakta tutan bağ olan, çocuklara ve torunlara hayat dersleri verilen çağlardı. Ama günümüzde gerek sosyal yapının değişmesi gerekse hormonal dengelerin bozulması sebebiyle bu dönemler hem kişi için hem de yakın çevresi için sendromlu geçiyor.

70 yaş: Buna daha çok "yaş yetmiş iş bitmiş" sendromu diyorlar. Ama anti-aging akımıyla 70 yaşında dinç insanlarla karşılaşıyoruz. Beden iyice eskimiş olabilir ama mühim olan, ruhun genç kalması. Eğer daha önceki sendromları sorunsuz atlattıysa 70 yaşına ulaşanları bedensel hastalıklarının dışında bir şey kolay kolay yıkamıyor.