Bu Blogda Ara

15 Ekim 2012 Pazartesi

FRENE BASIN.....


Zamanla yarışıyorsunuz ama yine de işleriniz bitmiyorsa yavaşlayın! Zaman yetmiyorsa zamanla yarışmak yerine kendi önceliklerinizi ve bu önceliklerin dayandığı "değerleri" gözden geçirin. Aslında zamanın "yetmemesi" zaman kıtlığından kaynaklanan bir durum olmaktan çok insanın sahip olduğu değerlerin farkında olmamasından kaynaklanır...

ZAMAN KITLIĞININ SEBEBİ PLANSIZLIK MI?


Bir ömür boyunca alacağımız nefes sayısı belli. Zaman sonsuz ama bizim zamanımız sınırlı.

Üstelik içinde yaşadığımız çağda zaman daha da hızlı akıyor. Dedelerimizden daha hızlı hareket ediyoruz. Deniz aşırı ülkelere bir günde gidiyoruz ama bu yolculuklar bile bize fazla uzun geliyor. 

Yapacaklarımız o kadar çok ki haftada 168 saat bize az geliyor. Zaman kıtlığını yenmek için daha hızlı yemek yiyor, daha hızlı konuşuyor, daha hızlı yürüyor, daha hızlı araba kullanıyoruz. Bir telaş içindeyiz hepimiz. Çoğumuz ihtiyacından daha az uyuyor.

Üstlendiğimiz sorumlulukların altından kalkmak için bir yerden diğerine savuruyoruz kendimizi. Bu mecburiyetleri yerine getirmekten "esas" yapmak istediklerimizi yapamıyoruz. Kendimizi "tükenmiş" hissediyoruz.
Bu "koşuşturma" iki asır önce sanayi devrimiyle başladı, şimdi hızlanarak devam ediyor.

Amerikalı tarihçi Lewis Mumford, "modern sanayi çağını belirleyen en önemli etkenin buharlı makine değil saat" olduğunu söyler. Eskilerde zaman belirsiz ve kontrolsüz bir şekilde akıyordu. Kimsenin de aklına zamanı kontrol etmek gelmiyordu. Zaman, iş sonlanınca bitiyordu. Sanayi devrimiyle birlikte hayatımıza ölçülen zaman kavramı girdi. Zaman, verimliliği ölçülen ve bedeli ödenen bir "meta" oldu. İnsanın zaman algısı değişti.Vakit nakit oldu.
Bugün insanlar sınırlı zamanın içine mümkün olduğu kadar çok iş sığdırmaya çalışıyorlar, eğer zamanı yönetebilirlerse hayatı da yönetebileceklerine inanıyorlar. 

Peki sizce bu doğru mu? Gerçekten zamanı iyi planlarsak hayatımız daha iyileşir mi? Zamanla yarışmak mutlaka gerekli mi?

Bence çözüm başka yerde. Eğer bir insana zaman yetmiyorsa onun zamanla yarışmak yerine kendi önceliklerini ve bu önceliklerin dayandığı "değerleri" gözden geçirmesi gerekir. Çoğumuz için geçerlidir bu durum. Pek çoğumuz "acil" işlerden başımızı kaldıramadığımız için "önemli" işlere zaman bulamayız. Başkalarının bir zorunluluk olarak karşımıza çıkardığı acil işlerle uğraşmaktan kendi "önemsediğimiz" işlere zaman ayıramayız. Kaçmaktan kovalamaya fırsat bulamayız. 
Aslında zamanın "yetmemesi" zaman kıtlığından kaynaklanan bir durum olmaktan çok insanın sahip olduğu değerlerin farkında olmamasından kaynaklanır. Hayatta hangi işi yapıp yapmayacağımız, kiminle zaman geçirip geçirmeyeceğimizin kökeninde sahip olduğumuz değerler vardır. Eğer değerlerimizin farkında olur ve tercihlerimizi bu değerlere göre yapabilirsek zaman kıt bir kaynak olmaktan çıkar.


Değerlerimiz ve hedeflerimiz belirsiz olursa işlerin önceliklerini biz değil başkaları belirler. Öncelikleri başkalarının belirlediği bir hayat yaşamak denizde rüzgarın savurduğu bir kayık içinde olmak gibidir. Gittiğimiz yön, süratimiz, nerede duracağımız bizim elimizde değildir.

Hepimizin belirsizlikler içinde bir hayat yaşadığı, kontrolün tamamının bizde olmadığı, kiminin büyük kiminin küçük kayıkla dünyaya geldiği doğrudur; ama her kayığın bir dümeni ve kürekleri vardır. Hepimiz kendi kayığımızın dümenini elimizde tutabiliriz. Hedeflerimizi ve değerlerimizi yansıtan tercihlerde bulunabiliriz. Bu tercihleri dümenimizle, küreklerimizle hayata geçirebiliriz. Evet, bütün koşulları biz belirlemiyoruz, bu denizde olmayı, kendimizi içinde bulduğumuz kayığı biz seçmedik; ama elimizdekilerle de pekala hayatımıza yön verebiliriz.

Aslında planlamamız gereken şey zaman değil kendimizdir.
Zaman yönetimi insanın pusulası olmadan yapabileceği bir iş değildir. Ne kadar hızlı araba kullanırsanız kullanın eğer nereye gideceğinizi bilmiyorsanız sadece daha hızlı kaybolursunuz.

Stephen Covey'in dediği gibi önemli işlere öncelik vermek aslında işleri planlamak ya da işleri daha hızlı yapmakla ilgili değildir. Önemli işlere öncelik vermek, insanın ilkeleri çerçevesinde hangi işi yapıp hangisini yapmayacağına karar vermesiyle ilgilidir. Covey'nin özellikle vurguladığı nokta zamanımızı daha iyi yönetmek için ikinci bir saate değil, iyi bir pusulaya ihtiyacımız olduğudur. Çünkü kendimize belirleyeceğimiz yön hareket hızımızdan çok daha önemlidir.

Zaman yönetimiyle ilgili eğitimlerde sıklıkla verilen bir örnek var: Bir kavanozun içine belirli bir miktar büyük taş yanı sıra küçük çakıl taşları ve kum nasıl sığdırılır? Eğitime katılanlar ilk bakışta kavanozun bütün taşları ve kumları almayacağını düşünürler; çünkü taşların ve kumların miktarı kavanozun hacminden fazla görünüyordur. 

Kavanoza önce kumu koyarsak kavanoz hemen dolar ve ancak birkaç tane çakıl taşı alabilir, büyük taşlara hiç yer kalmaz. Önce çakıl taşlarını yerleştirdiğimizde ise bu sefer bütün kumu kavanoza doldursak bile yine büyük taşlara yer kalmaz. Ama eğer önce büyük taşları sonra aralarına çakıl taşlarını yerleştirirsek geri kalan boşlukları da kumla doldurabiliriz.

Büyük taşlar "önemli işlerimiz", çakıl taşları "daha az önemli" işlerimiz, kum ise "boş zaman etkinliklerimizdir". Eğer "dolu dolu" bir hayat yaşamak istiyorsak önceliklerimizi belirlememiz gerekir.


Bu eğitimlerde eğitmen deneyi bu şekilde anlattıktan sonra fikrini pekiştirmek için bir de taşlar, çakıl taşları ve kumla dolu kavanoza su koyarak aslında hiç yeri olmadığı düşünülen sınırlı bir kaba ne kadar çok "şey" sığdırılabileceğini kanıtlar.

Objektif zaman ölçülen zamandır. Sübjektif zaman ise hissedilen zamandır. Herkesin hayatında zamanın adeta durduğunu hissettiği bazı anlar vardır. Bu anlarda objektif olarak zaman aksa bile bize göre zaman genişlemiş hatta durmuştur. İnsan kendisini zamanın tam ortasında hisseder. 

Kendimizi akışa kaptırdığımız ve yaptığımız işle bir olduğumuz bu sihirli anlarda ruhen, zihnen ve bedenen objektif zamanın dışına çıkarız. Kendimizi zamanın akışına bıraktığımız anlar, değerlerimizle yaptıklarımızın örtüştüğü anlardır.

Budizm'de insanın varlığını hissedebilmesi ve kendisini zamanın akışına bırakabilmesi için eğitim görmesi gerekir. Şimdiki zamanın içine girebilmek, bir farkındalık, yüksek bir bilinçle mümkün olur. Bu eğitimin sonu "aydınlanmadır."
Steven Covey'in pusulası, Budizm'in öğretileri ya da bizim Sufi geleneğimizin ortak noktası insanın içindeki pusulayla yön bulması üzerinedir. Eğer insan kendi değerlerine uygun tercihler yapabilirse hayatına kendi istediği yönü verebilir.

Bence hepimiz bu düşüncelerden ilham almalıyız. Bence hem yaşadığımız an’ın içine girebilr, hem kendimizi hayatın akışına bırakabilir, hem de hayatımızın dümenini elimizde tutabiliriz.

Anlamlı bir hayat yaşamak için -çelişkili gibi görünse de- bütün bunların hepsini birden yapabiliriz. Yeter ki böyle bir bakış açısına sahip olalım.

DOĞUŞTAN GİRİŞİMCİ MİSİN ?


Bazıları hayata girişimci genleri ile başlıyor olabilir ama bazıları girişimci olmayı sonradan öğreniyor. Ya da öğrenmek zorunda kalıyor! Girişimci hayata direksiyon kırılmasına neden olan faktörlerin başında ise kötü yöneticiler geliyor...

GİRİŞİMCİ HAYATI SEÇMENİZ İÇİN 3 NEDEN
Girişimcilerin çoğunun kendi işlerini kurmayı seçmelerinin en temel sebebinin kurumlarda bağlı oldukları yöneticilerinden memnuniyetsizlikleri olduğunu biliyor musunuz? Daha az diplomatik bir söylemle "kötü yöneticiler". 

Amerika'da girişimciliği körükleyen faktör bu olmuş.

Liderliğin olmadığı, yönetim anlayışının verimsiz olduğu ortamları sevmemiz için bana gayet iyi bir neden gibi geldi bu.

Harvard Business Review haberine göre Tomas Chamorro-Premuzic araştırmalarında şunları görmüş:


1- Kurumsal bir şirkette yükselmek için birilerinin sizi onaylaması, önermesi ve sizinle yarış eden bir dolu çalışan arasından sıyrılmanız gerekiyor. Oysa girişimci olmayı seçtiğinizde, lider olmak için birilerinin sizi onaylamasını ve liderlik konumuna oturtmasını beklemek zorunda değilsiniz.

Amerika'da iş yerinden ayrılıp şirket kuran kadınların kurdukları şirketlerin ekonomideki yeri GDP'nin $3 trilyonunu oluştuyor. Yani Çin'in toplam GDP'sinin %40'ı. Konunuza hakimseniz, iş yönetme becerilerinize ve kendinize güveniyorsanız, liderlik koltuğuna oturabilirsiniz.

2- Eğer sosyal liderliğiniz ön plandaysa, yani temel çalışma sebebiniz çok para kazanmak ya da büyük ünvanlar almak değilse, kuracağınız şirket ile yeni istihdam yaratmak, daha yaratıcı ve topluma fayda sağlayacak alanlarda iş yapmak tatmin edicidir.

3- Dünyanın yetenekli göçmenlerinin yarısı son iki yüzyıldır Amerika'ya gidiyor. Fransızlar, San Francisco'da 500 adet start-up kurdular. Silicon Valley'de 500 bin Alman bulunuyor ve burada elde ettikleri gelir Almanya'da kazanabilecekleri ücretlerden çok daha yüksek.

Yaratıcı ve girişimci bireyler, özgür hareket edebildikleri ortamları ararlar. Girişimciler para kazanmak için girişimciliğe heveslenmezler. Genellikle çok daha yüksek bir değer ve tutku ile hareket ederler. Girişimciler, yapmak istediklerini istedikleri şekilde yapabilmeyi tercih ederler.


Girişimci bir hayat, zamanınızı kendinizin yönetmesine, kendi düşüncelerinizi ifade edebilmenize imkan verir. Kötü yönetimlerin olduğu ortamlarda çalışmak, yeteneklerinizi tam olarak kullanmanıza imkan vermeyen anlayışların olduğu ortamlarda bulunmak sağlığınızın da bozulmasına neden olur...

İSİMLERİ UNUTMAYIN...!


Tanıştığınız insanların isimlerini hatırlayamayanlardan mısınız? İnsanların isimlerini hatırlıyor olmak hem iş yaşamında hem de sosyal alanda oldukça önemli bir değer. Çünkü her insan kendi adını duymaktan hoşlanır...

İSİMLERİ HATIRLAMAKTA ZORLUK ÇEKENLERDEN MİSİNİZ?


Yoğun ve stresli iş hayatında unutkanlık giderek artıyor. İsimleri hatırlamanın avantaj olduğu düşünüldüğünde bu konuda zorlananlar için iletişim uzmanı Ahmet Veli Olgundeniz uyarılarda bulunuyor


İnsanların isimlerini hatırlıyor olmak hem iş yaşamında hem de sosyal alanda oldukça önemli bir değer. Eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel’in parti delegelerinin hepsinin isimlerini doğru olarak hatırladığı ve il ziyaretlerinde karşılaştığı insanlara isimleriyle hitap ettiğini biliyor muydunuz? Her insan kendi adını duymaktan hoşlanır. Müşterilerinize veya müşteri adaylarınıza isimleriyle hitap etmek, onlarda önemli olduklarına dair hisler uyandırır. Aranızda sıcak bir iletişimin başlamasının ilk adımıdır. Pek çoğumuz insanların isimlerini hatırlamanın önemli olduğunun farkındadır ancak bu sorunu nasıl aşacağını bilemez. "Hay Allah adınızı şimdi hatırlayacağım", "Dilimin ucunda ama bir türlü aklıma gelmiyor" şeklindeki mazeretle sığınmak yerine, iletişim uzmanı ve Ege Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ahmet Veli Olgundeniz’e insanların isimlerini aklımızda nasıl tutabileceğimizi sorduk. Medicalpark ve İnci Holding başta olmak üzere pek çok büyük şirkette eğitimler veren Olgundeniz, yüzlerce insana isimleri nasıl akıllarında kolayca tutabileceklerini öğretiyor. 


Neden insanların isimlerini çabucak unutuveriyoruz? 

Modern yaşam tarzının ürettiği iş yoğunluğu ve stres bu zafiyetin ana tetikleyicisi. Dikkatimiz çoğu zaman dağınık oluyor. Aklınızda başka şeyler varken birisinin ismini aklınızda tutmanız zor. Ayrıca bize okullarımızda nasıl konsantre olacağımız ve bilgiyi beynimize nasıl yerleştirmemiz gerektiği öğretilmiyor maalesef. 


Peki siz tanıştığınız herkesin ismini hatırlayabiliyor musunuz gerçekten? 

Tanıştığımız herkesin değil, bizim için önemli olan kişileri hatırlamamız gerekir. Yani bir satış temsilcisinin müşteri listesini mutlaka aklında tutması gerekir. Bir CEO veya genel müdür iseniz çalışanlarınızı isim isim bilmek önemli bir motivasyon unsurudur. Ancak pazardan meyve aldığınız satıcının ismini bilmeniz gerekli olmayabilir. Sorunuza dönelim, "evet" ben tanıştığım, elini sıktığım insanların hemen hemen hepsini hatırlarım. Mesela şu an benim 200 öğrencim var ve hepsine teker isimleriyle hitap ederim. 

Peki bu işi nasıl öğreneceğiz? Eğitim almak şart mıdır yoksa kendi kendimize okuyarak bu beceriyi geliştirebilir miyiz? 


İki buçuk - üç saatlik bir eğitimle bu işin tekniğini öğrenebilirsiniz kolaylıkla. Kendi kendinize öğrenmeye gelince... Yanıtım "evet" kendi kendinize de öğrenebilirsiniz. Ancak tabi işin zorlukları var. Kısa bir anekdot: Necip Fazıl Kısa Kürek, Üsküdar vapur iskelesindedir ve Karaköy’e geçmek üzere gemiye biner. Bu sırada yanına bir yolcu yaklaşır ve der ki "Üstad, peygamber olmasa da biz akıl yoluyla Allah’a ulaşırdık" der. Üstad, yolcuya dönüp dalgalı denizi işaret ederek, "O halde niye vapura biniyorsun, yüzerek geçsene karşıya" der. Herkes isimleri akılda tutabilir mi? 


Patolojik bir durum yoksa kişi normal ve sağlıklıysa herkes aklında tutabilir. Ben her eğitime girdiğimde salondaki 50 kişinin adını kısa sürede (kişi başı ortalama beş saniye) aklıma yerleştirir ve hatasız bir şekilde hızla sayabilirim. İki yıl önce verdiğim bir eğitime katılan kişileri hâlâ hatırlayabiliyorum. Düşünün ben hafıza şampiyonu değilim, sıradan sizin gibi bir insanım. İşin sırrı tekniktedir. 


Bir ismi ne kadar süreyle aklınızda tutabilirsiniz? 

Bir ismi öğrendikten sonra hiç tekrar etmezseniz ortalama 15 gün kadar aklınızda kalır. Bu süre bazı kişilerde çok daha uzun olabilir. Ancak tekrarlamak bu işin olmazsa olmazlarındandır ve tekrar yaptıkça isimler kalıcı hale gelir. 

Peki bu işin bir sınırı var mı? Yani beynimize fazla yükleme olması gibi bir durum?

Bir insan hayatında kaç kişinin ismini bilmesi gerekir ki? 300-400... Hafıza çalışması yapanlar bir kerede 5 bin kelimeyi ezberler. Beynimizin muhteşemliği karşısında isim bilgilerini akılda tutmak onun için çocuk oyuncağıdır. 

Peki bu konuda eğitim almak isteyenler ne yapmalı? 

İstanbul’da 23 Eylül’de bir eğitimimiz olacak. Bir de İzmir’de Yeni Asır Gazetesi’nin desteğiyle bir eğitim düzenleyeceğiz. Eğitimler hakkında bilgi almak isteyenler info@kariyerdoktorum.com’a mail atabilir veya www.kariyerdoktorum.com adresine başvurabilir veya bana sosyal medyadan ulaşabilir. facebook.com/ahmetveliolgundeniz.

UNUTMAYI ENGELLEMEK İÇİN:

1. İlgili olun Bir çoğumuz insanların isimlerine dikkat etmez hatta tanıştırıldığımız an bile genellikle kendimize odaklanırız. İlk adım, tanıştırıldığımız insanı dikkatle incelemektir. 


2. İsimleri doğrulatın Bir insanın birden fazla ismi olabilir. Hangi ismi kullandıklarını sorun. Böylelikle ismi bir kaç kez tekrar etme şansınız olur. Ayrıca seminerler ve konferanslarda insanlar hep resmi bir takım ünvanlar ve uzun isimleriyle anılırlar, yaka kartları da yanlış yazılmış olabilir. İsimleri doğrulatın, hem aklınızda kalma şansı artar hem de insanlara mutlu olacakları bir şekilde hitap edeceğinizden emin olmuş olursunuz.


3. İsimlerinin, alınlarında yazılı olduğunu hayal edin. Amerika’nın eski başkanlarından Franklin Roosevelt, Beyaz Saray’da çalışan herkesin ismini bilmesiyle etrafında hayranlık uyandırıyordu. Peki ama nasıl? Otobiyografi yazarlarına göre Roosevelt, tanıştığı her insanın isminin alnında yazılı olduğunu hayal edermiş. Uzmanlar bu tekniğin işe yaradığını söylüyor, ancak ismin sevdiğiniz renkte yazılmış olması gerektiğine dikkat çekiyorlar. 


4. İsmi bağdaştırın Karşınızdakinin ismini tanıdığınız veya ünlü birisiyle benzeştirmeye çalışın. Bir zamanlar Serhan adında birisiyle tanışmıştım. Beyefendinin burnu biraz büyükçeydi. Tokalaşırken kafamda Serhan Bey’i Jül Sezar’a benzettim. Sezar’ın resimlerini görmüşseniz onun da burnu biraz büyükçedir. Ayrıca Serhan Bey’in başında da Sezar’ınki gibi zeytin yapraklarından yapılmış bir taç olduğunu hayal ettim. Şimdi aradan yıllar geçmesine rağmen o adamı her gördüğümde aklıma başındaki tacıyla Sezar geliyor ve hemen ardından da Serhan kelimesine ulaşıyorum. 


5. Sık sık kullanın İsmi akılda tutmanın bir yolu da konuşma esnasında ismi sık sık tekrarlamaktır.