Bu Blogda Ara

18 Eylül 2011 Pazar

HAYATI KAÇIRMAK !

hayata gülümse ile ilgili görsel sonucu

Kaçamak yaşıyoruz. Her şeyden, bazen kendimizden bile kaçıyoruz.

Duygularımızı paylaşmak, nedense zor geliyor bize. Kendimiz bile yaşayamıyoruz ki...

Hep içimize atıyoruz sevgileri, hüzünleri, mutlulukları. Bağırıp, çağırıp, hani derler ya ''bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gibi'' ağlayamıyoruz bile. Utanıyoruz... Kızgınlıklarımızı hep içimize atıyoruz.

Aslında kendimize kızıyoruz. Karşımızdakinin hiç suçu yok ''sadece o, O'nun düşüncesi'' diyemiyoruz. Gördüğümüz her iyilik ve kötülüğün bizden kaynaklandığını anlayamıyoruz. Volkanlar patlıyor içimizde söndüremiyor gözyaşlarımızı içimize akıtıyoruz.

Görmüyoruz, kör değiliz sadece bakıyoruz. Çevremizdekileri sadece hareket eden birer obje olarak değerlendiriyoruz.

Doğan güneşin sıcaklığını, rüzgarın getirdiği okşamayı, kuş sesindeki canlılığı ve hayatı hep kaçırıyoruz. Ruhumuzu bir yerlerde bıraktık, bulamıyoruz.. Çok hızlı gidiyor, dinlenemiyoruz.

Herkes ama herkes, her şey üstümüze üstümüze geliyor... Korkup kaçıyoruz.

Sevemiyoruz...

Sevgilerimizin bile sebebi çıkar ilişkisine dayalı. Hep bir şeyler bekliyoruz karşımızdakinden.

Peki... Ne veriyoruz.? Arkadaşlığı bile beceremiyoruz. Bazen bir merhaba demek bile zor geliyor.

''O bana dün selam vermemişti ben neden vereyim'' bile diyebiliyoruz.. Aslında kendimizle inatlaşıyoruz.

Egomuz daima üstün geliyor. Sebebini bilmiyoruz.

Düşünmüyoruz geleceğimizi, geçmişimizi, içinde bulunduğumuz anı bile düşünmüyoruz.

Hep gel geç ilişkilerde gözümüz. Hep başkası olmakta... Kendi benliğimizi kaybettik. Tanımıyoruz içimizdeki beni. Ne istediğimizi ne beklediğimizi bile bilmiyoruz. Kendimizden bile kaçıyoruz.

Yüzleşemiyoruz kendimizle... Eleştiride dozu kaçırmaktan korkmuyoruz ama kendimize yöneltilen eleştirileri saldırı olarak algılıyoruz. Hayatın tüm yanlışları hep bizim dışımızda..

Bir tebessümü bile çok görüyoruz karşımızdakine. Bilmiyoruz, aslında o çok gördüğümüz tebessümün kendimize verdiğimiz en değerli hazine olduğunu...

Hayatta her şey size bağlı.

Sen istersen dünya daha güzel.

Sensin tüm güzellikleri yansıtan.

Diğer olan biten her şey sadece araç.

Yani sen varsan her şey var.

Kendini tanımaktan geçiyor her şey.

Bir tebessümle başlıyor güzellikler.

Sabah yataktan kalktığında aynada kendine tebessüm et ve Günaydın dileklerini ilet kendine...

Gözlerini kapat hayatın seslerini dinle.

Yeni bir gün, her yeni gün seninle birlikte var.

Ruhun bir yerlerde seni bekliyor.

Bul onu.

Hisset tüm hissettiklerini.

Bak nasıl değişecek hayat...

STRESSİZ YAŞAM İÇİN


1) Problem veya içinde bulunulan duygusal duruma odaklanarak başa çıkma.

Probleme odaklanarak başa çıkma tarzında, var olan bir olayı değiştirmeye çalışırız. Böylece yeni bilgiler elde ederek stres yaratan faktör veya faktörleri elimine etmeye çalışırız. Örneğin trafik sıkışıklığında kalmışsak, alternatif yol güzergahları belirleyip bu güzergahları kullanabiliriz. Dikkat edilirse bu yöntemle stresimizin üstesinden gelmekte başarılı oluruz. Duygusal duruma odaklı başa çıkma da ise birey stresin verdiği olumsuz duyguları ortadan kaldırmak için duygularını değiştirmeye çalışır. Örneğin iyi ki trafik tıkandı, bugün işe gitmeyi hiç istemiyordum. Oysa işe gitmek bizim bir sorumluluğumuzdur. Bu örnekte birey kendisini geçici olarak duygusal anlamda rahatlatmaktadır. Bu başa çıkma tarzı bizi kesin çözüme ulaştırmaz.

2) Stres kaynağını kontrol ederek veya kaçarak başa çıkma.

Bir problemin varlığını kabul edip bunu çözmek üzere bir plan yapabiliriz. Bu durumda stres kaynağını kontrol etmekteyiz. Bunun terside stres kaynağını görmezden gelmek, unutmaya çalışmak, arkamızı dönmek veya başka ortamlara geçmek şeklinde kaçma davranışı olarak da ortaya çıkabilir. Örneğin iş yerinde kavgalı olduğumuz bir arkadaşımız var. Biz bu kavganın önemli olmadığı üzerinde durabiliriz, onunla mümkün olduğu kadar az iletişime girebiliriz veya başka bir bölüme alınmamızı isteyebiliriz. Görülüyor ki stres kaynağını kontrol etmek bir kalıcı çözüm iken, kaçmak, yok saymak, ilgilenmemek stresi ortadan kaldırmamaktadır.

3) Sosyal destek arayarak veya yalnız başına başa çıkma.

Bazı durumlarda strese karşı yalnız başına mücadele etmek iyi iken bazı durumlarda da sosyal destek alarak mücadele etmek iyidir. Şöyle ki sorunumuz kimseye anlatılamayacak kadar özel ise o zaman yalnız başına bir çare aramak daha iyidir. Eğer durum sosyal destek almamıza engel teşkil etmiyorsa o zaman özellikle iş stresine çare olarak iş arkadaşlarından sosyal destek almak çok iyi sonuçlar vermektedir. Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta kimden ne kadar destek alacağımızdır. Sorunlarımızın çözümü için aldığımız destek kariyer ilerlememizde önümüze engel olarak çıkmamalıdır.

4) Bilişsel ve davranışsal stratejiler.

• Aşamalı gevşeme teknikleri

Bu metod da stresin neden olduğu kas gerginliği ile aynı kasın tam gevşek durumu arasındaki farkı ayırt edebilme yeteneğimizin kazanılmasıdır. Madem ki stres kaslarda gerginliğe (tonus) neden oluyor o zaman kasın gevsek durumunu bilirsek stres altında olduğumuzu bilir ve gevşeme yöntemini kullanabiliriz. Bu yöntemde sırasıyla eller ve kollar daha sonra yüz, boyun, omuzlar ve sırtın üst bölümü sonra göğüs, karın ve sırtın alt bölümü ve son olarak ta kalça kasları, bacaklar, ayaklar ve tüm vücut gevşetilmelidir.

Yapılması gereken örneğin sağ yumruğunuzu sıkın bir süre böyle tutun sonra yumruğunuzu gevşetin. Tekrar aynısını yapın. Yumruğunuz sıkılı ve gevşek durumları arasındaki farkı hissedin. Bunu sırasıyla tüm vücut bölgeleri için uygulayın. Bunu başardığınız taktirde kaslarınızdaki gerginliği hissedebilir ve buna göre gevşeme tekniğini kullanarak stresinizle baş edebilirsiniz.

• Otojenik eğitim

Bu eğitimde kişi telkin yöntemiyle bir çeşit hipnoz durumuna girebilir. Ancak bu yöntem sabır ve konsantrasyon gerektirmektedir. Öncelikle baskın olarak kullanılan kol ve bacaktan başlanarak kol ve bacakta ağırlık hissine yoğunlaşma. Örneğin “sağ kolumda ağırlık hissediyorum, sol kolumda ağırlık hissediyorum, her iki kolumda ağırlık hissediyorum, sağ bacağımda ağırlık hissediyorum, sol bacağımda ağırlık hissediyorum her iki bacağımda ağırlaştı” gibi. Daha sonra aynı sırayla bu kez kol ve bacaklarda sıcaklık hissine yoğunlaşılır. Bundan sonraki aşama kalp üzerinedir ve “kalp atışlarım sakin ve düzenli”. Bunu 4-5 kez tekrarlayın. Daha sonraki aşama solunum üzerinedir. “solumam sakin ve gevşek”. Daha sonra karın gelir. “Karnım sıcak” ve son olarak alın gelmektedir. “Alnım serin”. 4-5 kere tekrarlayın.

• Stresle başa çıkmayı zorlaştıran düşünce yapısının değiştirilmesi bizim için faydası olmayan düşünce yapılarını bırakmamız gerekir

5) Nefes egzersizleri

Nefes egzersizleri vücudu rahatlatıp, gevşettiği için stresle başa çıkmada etkili bir yöntemdir. Bu yöntemlerden bir tanesi de birden sekize sayma egzersizidir. Bu egzersiz için önce soluk verilir,sonra derin bir soluk alınarak aynı zamanda gözler kapatılarak, gözlerimizin önünde bir sayısı içsel söylenerek canlandırılmaya çalışılır. Nefes 3 saniye tutulur sonra yavaş yavaş bütünüyle verilirken iki sayısı canlandırılır. Sırasıyla üçte nefes alınır 3 saniye tutulur, dört denilerek verilir. Beş alınır, altı verilir, yedi alınır, sekiz verilir. Bu egzersiz sakin, gürültüsüz bir ortamda, yere yatarak veya iskemlede oturularak yapılabilir.

6) Fiziksel egzersiz ve spor

“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”. Hiç şüphe yok ki fiziksel egzersiz ve spor kendimizi zinde tutmak için gereklidir. Ayrıca bu etkinlikler stresle başa çıkmamızı kolaylaştırıcı alt yapıyı hazırlayarak vücudumuzun bu türden tehlikelere olan direncini de arttırır. Kolaylık olarak yürüyüş, koşu, bisiklete binme ve yüzme yapılabilecek sporlar içinde en kolaylarındandır.

7) Sağlıklı beslenme

Sağlıklı beslenme vücudumuzun içsel ve dışsal tehditlere karşı direncini arttıracağından çok önemlidir. Bunu sağlamak için özellikle kafein, alkol, sigara, şeker, tuz ve yağ gibi maddelerden mümkün olabildiğince uzak durarak sebze ağırlıklı ve karbonhidrat, mineral ve vitamin bakımından dengeli bir beslenme alışkanlığını edinmemiz bizler için vazgeçilmez olmalıdır.

İŞ STRESİNDE ÖRGÜTLERİN KULLANABİLECEĞİ STRATEJİLER

• İş tasarımı

Bu nokta işin çalışan bireyler için daha cazip hale getirilmesini ifade etmektedir. Örneğin çalışana sorumluk verme veya arttırma, işinin önemli olduğunu ve toplum gözünde saygın bir iş yaptığının hissettirme gibi.

• İş çevresinin tasarımı

Bu faktör çalışanın işyerinde karşılaştığı tüm fiziksel, çevresel ve ergonomik sorunların elimine edilmesi anlamındadır.

• Rollerin analizi, hedeflerin belirlenmesi, çalışana geri bildirim sağlama

Bu noktada çalışana neleri yapması gerektiğinin açık seçik bildirilmesi, ulaşması gereken hedeflerin belirtilerek bu hedeflere varmak için gösterdiği performansı hakkında kendisine bilgi verilmesidir her açıdan gereklidir.

• Örgütsel sosyal destek

Örgütsel sosyal destek çalışana kreş hizmetinden tutunda verilecek yemekler, servis olanakları gibi bir çok etkeni kapsar. Ayrıca çalışanların boş zamanlarında örgütün düzenleyeceği sosyal aktivitelere katılması da bir nevi destektir.

Pozitif enerjinizi toplamamıza yardımcı olacak on maddelik reçetemiz ;

• Sahip olduklarınızın farkında olun

• Hedeflerinizi belirleyin ve plan yapın

• Değiştiremeyeceğiniz şeyler üzerinde israr etmeyin

• Daha iyi bir dünya düşleyin

• Altından kalkamayacağınız işlerin altına girmeyin

• Problemlerinizle yüzyüze gelmeye çalışın

• İşinizin çok önemli olduğu üzerinde durun

• Dinlenmek için zaman ayırın

• Dikkatinizi içinde bulunduğunuz durum ve zamanda toplayın

• Başkalarına güvenin, gerektiğinde sorumluluklarınızı devredin.

İŞYERİNDE YARATICILIK

İşinize, yazılarınıza ya da toplantılarınıza daha fazla başarı, ruh ve canlılık katmak istiyorsanız, yanıt yaratıcılıktır. Yaratıcılık, projenize, gününüze ve eğer fırsat tanırsanız, her yönüyle işinize ve yaşamınıza çekidüzen verecektir.


Çevreci eğitmen Mary Lou Cook, “Yaratıcılık, icat etmek, denemek, büyümek, risk almak, kuralları çiğnemek, hata yapmak ve zevk almaktır,” diyor. Bunlar, başarınızı artırmak ve işinizi büyütmek istiyorsanız daha sık yapmanız gereken yaratıcı edimlerdir. Ne yazık ki, yaratıcılığın da bazı düşmanları vardır. Yaratıcılığın en büyük rakipleri, aşinalık ve şüphedir. Bu düşmanlar, bilinçli bir şekilde ya da bilinçaltında, herhangi bir görev ya da çözüm için yaratıcı bir bileşenin kullanılmasına kuşkuyla yaklaşmamıza neden olur.

Aşinalığın ofisinizde kol gezdiğini hemen anlarsınız. Aşinalık, “Bu iş bugüne kadar hep böyle yapıldı”, “Bana bunu bu şekilde yapmam öğretildi” türünden sözler sarf eder. Şüphe, her zaman yüksek sesle konuşmaz. Aksine, genellikle sizinle beyninizin içinde konuşur. “Yaratıcı değilim”, “Estetik anlayıştan yoksunum”, “Bunu daha önce hiç yapmadım” türünden ifadeler kullanır.

İşinizde başarılı ve yenilikçi olmak istiyorsanız, aşinalığı ve şüpheyi bir kenara bırakmalı; bunların yerine, işinizde yaratıcılığı artıracak şu 10 yöntemden yararlanmalısınız:

1- Kendinizi Yaratıcılığa Adayın

Dikkatinizi ve enerjinizi, yaratıcı olmanın yollarını bulmaya odaklayın. Günlük olaylara ilgi çekici bir yön katmaya çalışın. İşyerinde herkesin, yaratıcılığın bir norm olduğunu, çalışanlardan beklendiğini ve ödüllendirildiğini bilmesini sağlayın.

2- Herhangi Bir Soruna Yönelik Pek Çok Çözüm Olduğuna İnanın

Her zaman, eski bir şeyi yeni bir yöntemle yapmaya çalışın. Ofisinizi düzenleme şeklinizden sorulanlara ne kadar hızlı yanıt verdiğinize kadar her şey, süregelen bir soruna farklı bir çözümle yaklaşma kararından kaynaklanan artı yetenekten faydalanabilir.

3- Her Süreçte Yaratıcılığa Yer Verin

Bir şeyi her zaman yaptığınız gibi yapmaya devam ederseniz, aynı sonucu almayı sürdürürsünüz. Mümkün olan her fırsatta, yaratıcı düşünme alıştırması yapın. Düşünceyi teşvik etmek için şu 7 fikri kullanın:

Çağrışım kurun: Ne neyle anılır? Bir kaşık ile bir çatal, bir can yeleği ile bir tekne ya da bir kaset ile bir CD arasında nasıl bir bağ kurarsınız?

Birleştirin: Yeni bir fikir oluşturmak için mevcut fikirleri birleştirmek. İki ya da daha fazla işletmenin, müşterilere özel bir hizmet sunmak üzere bir araya gelmesini ifade eden “çapraz promosyona dayalı pazarlama”, buna bir örnektir.

Uyarlayın: Mevcut bir fikri değiştirmek. Faturalamayı daha etkili hale getirecek bir fikir bulursanız, aynı fikri, postalamayı daha etkili hale getirmek için de kullanmak isteyebilirsiniz. Kurumsal haberleri tüm müşterilere her ay e-postayla gönderme fikrini bulmuşsanız, bu fikri uyarlayarak eski müşterilerinize ve müşteri adaylarınıza da e-posta gönderebilirsiniz.

Yer değiştirin: Bir şeyin yerine başka bir şey koymak. Bir teşekkür mesajının yerine bir faks mesajı, yapışkan yerine seloteyp ya da öğleden sonra somurtkanlığı yerine gülücük koyun.

Büyütün: Bir şeyin boyutlarını büyütmek. Vitrin camındaki dört ayak işareti müşteri çektiyse, bunu sekiz ayak yapmayı deneyin ve neler olacağını görün.

Küçültün: Bir şeyin boyutlarını küçültmek. Yeni oluşturduğunuz bir föyden memnun kaldıysanız, onu cebe sığacak ebada getirdiğinizde neler olacağını görün.

Yeniden düzenleyin: Eldekileri farklı bir düzene sokmak. Yazdığınız o harika basın bültenine yeniden göz atın ve sondaki paragrafı başa aldığınızda daha iyi olup olmayacağına bakın. Çöp kutusunu, masanızın değil de kitaplığın yanına koymayı deneyin.

4- Araştırma Sorularından Yararlanın

Beyniniz, egzersizle gelişir. Beyinsel yaratıcılığı geliştirmenin en iyi yolu, ona soru sormaktır. Müşterilerinize araştırma soruları sorarak bu konu üzerinde düşünmelerini ve yazmalarını sağlayın. Sorulabilecek güzel araştırma sorularına örnekler, “Bu işi daha farklı nasıl yapabiliriz?”, “Bu iş daha kolay hale nasıl getirilir?”, “Büyük bir fark nasıl yaratılır?” ya da “Neyi gözden kaçırıyoruz?” olabilir.

5- Sağlam Notlar Alın

Not almak, daha fazla fikrin saklanmasını sağlar ve ileride geliştirebileceğiniz fikirler verir. Notlarınız için bir dosya oluşturun. Tabii, aklınıza gelen ama hemen kullanma imkanınızın olmadığı fikirler için oluşturduğunuz dosyanın arkasından. Not almaktan ve fikirlerinizi yazmaktan daha önemli olan bir konu da bunları düzenli olarak gözden geçirmektir.

6- Merakınızı Sürekli Besleyin

Düzenli olarak gelişmeye ve öğrenmeye devam etmek gerekir. Becerilerinizi artırmak için fırsat yaratın. Seminerlere katılın; kaset dinleyin; farklı türde yayınlara abone olun. Bir uzmanla birlikte geçireceğiniz zamana yatırım yapmaktan çekinmeyin; her zaman ödülünüzü alırsınız.

7- Riskleri, Uygulanabilir Bir Seçenek Olarak Algılayın.

Riski her zaman mevcut bir seçenek olarak algılarsanız, karşınıza çıkan zorluklarla mücadele etmeyi öğrenebilirsiniz. Risk alarak deneyiminizi artırabilir ve profesyonel özgüven oluşturursunuz. Çözülmesi gereken bir zorluk söz konusu olduğunda, kendinizi bunu yapacağınıza inandırın. Büyük ihtimalle, başarıya ulaşacak ve her defasında bir şey öğreneceksiniz.

8- Yaratıcılık Molası Verin

Dinlenmek için plan ve program yapın. Dinlenmeye zaman ayırmazsanız, meşgul bir profesyonel olarak, bu konuyu genellikle göz ardı edersiniz. Dinçleşmek için her gün 20 dakikalık bir “mini tatil” yapın. Mahallenizde yürüyüşe çıkın; şekerleme yapın; bir video oyunu oynayın. Yaratıcı fikirlerin, masa başında onları bulmaya çalışırken değil de bu tür molalarda daha sık ortaya çıktığını göreceksiniz.

9- Her Gün Yaratıcı Olmanın ve Eğlenmenin Bir Yolunu Bulun

Eğlence, yaratıcılıkla eşanlamlıdır; bu iki öge, kaymak ve kadayıf kadar birbiriyle uyumludur. Çalışma gününüz boyunca eğlenceye ayırabileceğiniz çok zaman vardır. Toplantılar, başlamak için harika bir yerdir. Çoğu çalışan, toplantıların ne kadar sıkıcı olduğundan, gereksiz yere uzadığından ve insanları uyuttuğundan şikayet eder. Bir parça eğlence katmayacaksanız, hiç toplantı yapmayın. Masanın etrafındaki herkes için balonlar, şapkalar ya da dev kalemler getirmeyi deneyebilirsiniz.

10. Başarılı Olacağınıza İnanın!

Kendinizi yaratıcılığa adarken aynı zamanda olumlu sonuçlar almayı beklemeli ve yaratıcılığınızın size pek çok ödül kazandıracağını bilmelisiniz.

Bir girişimci ve yazar olan Carol Osborne, “Önümüzdeki yıllarda rekabet avantajı, yaşamın sunduğu ilham, yaratıcılık ve zindeliğe yönelik yeni kaynaklardan yararlanabilen birey ve şirketlerin elinde olacak,” demiştir.

Yaratıcılık, yalnızca günü kurtaran profesyonel ile sürekli kendini geliştiren profesyoneli birbirinden ayıran unsurdur. Yaratıcılığa olan bağlılığınız, işinizde başarı ile sıradanlık arasındaki farkı yaratır. Burada bahsedilen stratejileri uygularsanız, başarı olasılığınızı inanılmaz derecede artırırsınız. Başarılı olacağınıza inanın!

YAY HAYATTIR , OK NİYET

yay ve ok sporu  ile ilgili görsel sonucu

YAY

Yay hayattır: Bütün enerji ondan gelir. Ok bir gün mutlaka terk edecektir. Hedef ise uzaklardadır. Ama hayat her zaman sizin yanınızda kalır, bu yüzden ona nasıl iyi bakacağınızı bilmeniz gerekir. Durgun kalacağı dönemlere ihtiyacı vardır -her daim kuşanılmış ve gerilmiş halde tutulursa gücünü kaybeder. Bu yüzden gücünüzü tazeleyebilmek için dinlenmeyi kabul etmelisiniz. Böylece yeniden yayı germek için asıldığınızda gücünüz eksiksiz olur.

Yayın bilinci yoktur: O okçunun elinin ve arzularının bir uzantısıdır. Öldürmeye ya da düşünmeye hizmet eder. Bu yüzden her zaman amacınızı net olarak belirleyin.

Yay esnektir ama yine de onun da sınırları vardır. Kapasitesinin ötesinde herhangi bir girişim onu kıracak ya da onu tutan elleri tüketecektir. Bu durumda yayın yanı sıra kendi bedeninizden de size verebileceğinden fazlasını talep etmeyin. Ve unutmayın, bir gün yaşlılık zamanı gelecek -bu bir lanet değil bir nimettir.

Yayı zarifçe gerin, her iki tarafın da kendine düşen payı gerektiği biçimde yapmasını sağlayın, enerjinizi boşa harcamayın. Bu sayede yorgun düşmeden pek çok ok atabilirsiniz.

OK

Ok sizin niyetinizdir. Yayın gücünü hedefin tam ortasına bağlayan araçtır.
Niyetiniz her zaman son derece net, açık ve iyi dengelenmiş olmalıdır.

Ok bir kez yaydan ayrıldı mı artık asla geri gelmez, bu yüzden sürece müdahale etmek -oka yön verecek hareketler doğru ve düzgün olmadığında- sırf ok gerilmiş ve hedef bekliyor diye eski kafalı bir şekilde hareket etmekten daha iyidir

Sizi durduran tek şey hedefi tutturamamak korkusu ise bu durumda niyetinizi açıkça göstermekten çekinmeyin. Doğru hareketleri yerine getirin ve elinizi açıp yayın telini bırakın, gerekli adımları atarak girdiğiniz mücadele ile yüzleşin. Hedefi vurmayı başaramasanız bile bir dahaki sefere daha iyi nişan almaya muktedir olacaksınız.

Eğer risk almazsanız bir dahaki sefere neleri değiştirmeniz gerektiğini asla bilemezsiniz.

HEDEF

Hedef ulaşılmak istenen amaçtır.

Sizin tarafınızdan belirlenir. İzlenen yolun güzelliği de işte burada yatar: Asla bahaneler uydurmaya ya da rakibinizin daha güçlü olduğunu söylemeye hakkınız yoktur. Çünkü hedefi seçen sizsiniz ve tüm sorumluluk size ait.

Eğer hedefinizi bir düşman olarak görürseniz belki iyi bir atış yapabilirsiniz ama kendinizi geliştirmeyi asla başaramazsınız. Tüm hayatınız boyunca okunuzu, kağıttan ya da tahtadan yapılmış, anlamı olmayan şeylerin ortasına atmaya çalışırsınız. Ve diğer insanlarla bir araya geldiğinizde hayatta hiç ilginç ya da heyecanlı bir şey yapmadığınızdan yakınırsınız.

İşte tam da bu yüzden bir amaç belirlemeniz gerekir, ona ulaşmak için elinizden gelenin en iyisini yapmalı, ona saygıyla ve önemseyerek bakmalısınız: Onun sizin için anlamını ve onun için ne kadar çaba, eğitim ve sezgi harcadığınızı iyi bilmelisiniz.

Hedefinize nişan alırken sadece ona odaklanmayın, onun çevresinde olup biten her şeyi de görün; çünkü ok fırlatıldığında, rüzgâr, ağırlık, uzaklık gibi kolay kolay hesap edemeyeceğiniz etkenlerle karşılaşacaktır.

Bir amaç sadece insan ona ulaşmayı hayal edebildiği sürece vardır. Onun varlığını gerçek kılan insanın tutkusudur, aksi taktirde amaç ölü bir şey, uzak bir hayal, tatlı bir düş olur.

Ve tıpkı niyetin bir amaca ihtiyaç duyduğu gibi, amaç da bir insanın niyetine ihtiyaç duyar. Çünkü varlığına anlam veren şey budur; bu sayede o artık sadece bir düş değil, bir okçunun dünyasının merkezidir.

DÜŞÜNCE GÜCÜYLE KENDİNİZİ DAHA İYİ HİSSEDİN


Günümüz dünyasında, insanların en büyük sorunlardan biri, duygusal dünyasındaki çalkantıları dindirememesi ve umutsuzluğu çok sık yaşaması. Oysa, ruh sağlığını da olumlu etkileyen, “iyi düşünme” yetisi birçok hastalığı önlediği gibi, varolan hastalıkların iyileşmesini sağlıyor, hatta kimi tümörleri bile küçültebiliyor. Bu doğrudan hareket eden milyonlarca insan, kendini daha iyi hissedebilmek için meditasyon yapıyor, psikiyatrlara gidiyor, Uzakdoğu sporlarına merak sarıyor, bilimden umudu olmayan ve alt kültürden gelenler ise büyücüler ve falcılarda çare arıyorlar. Ancak, insan psikolojisi ile ilgilenenler çok iyi biliyor ki, önemli olan tek şey insanın aklını kullanmayı öğrenebilmesi çünkü bu sayede tüm sorunlar çözülüyor.


Prof. Dr. Psikiyatr Özcan Köknel’de uzun yıllardır duygusal zeka kavramını inceliyor ve bu alanda kitaplar yazıyor. Hatta, “Akıl ile Düşünce Gücü” kitabında direkt olarak, aklını kullanmayı öğrenenlerin nasıl daha mutlu ve sağlıklı olduklarını anlatıyor.

Zihnin iyileştirme gücünü kullanmak için ruh sağlığının iyi olmasının gerçekten çok önemli olduğunu belirten Köknel, 44 yıldır yaptığı mesleğinde, sorunu olan ya da olmayan binlerce insanla tanıştığını ve bunların hepsinin derdinin daha iyi ve mutlu yaşamak olduğunu söylüyor.

İşte bu noktada Prof. Dr. Özcan Köknel’in söyledikleri dikkate değer. “Mutlu olmak için çaba gerekiyor, kimse yattığı yerden iyi olmuyor. Ve bir insanın ruh sağlığı, onun iyilik durumudur. İnsanın duygu dünyasında, ilginin, sevginin, neşenin sevincin olmaması durumunda bile umudunu kaybetmemesi ruh sağlığını iyi kılıyor.

İnsan, hasta ya da umutsuz olsa da, içinde iyiliği hissederse, ruh sağlığı yerindedir. Sonuç olarak esasında kendinizi çok iyi tanır, bedensel ve ruhsal güçlerinizi iyi bilirseniz ve bunları akıl düzlemi içinde kullanırsanız mutlu olur ve karşılaştığınız sorunları aşarsınız.”

Sağlıklı bir beden için sağlıklı ruh

1990’larda tüm dünyanın ilgisini çeken duygusal zeka kavramını kendi çalışmalarında önemli bir unsur olarak kullanan Prof. Dr. Köknel’e göre, duygusal zekanın birinci maddesi öz bilinç. Duygusal zekaya sahip olmak için, kendini, bedenini çok iyi tanıyacaksın, bedeninin özelliklerini, ruhsal yapını çok iyi bileceksin. Çabuk mu tepki veririm, çok mu kızarım, çabuk mu öfkelenirim, alınırım, olaylara karşı duyarsız mıyım diye sorular sormalı insan kendine. İkincisi, mutlaka başkalarıyla sağlıklı iletişim kurabilmeli insan. Prof. Dr. Köknel, “Bazıları bunu ödün kabul eder ama hiçbir ilgisi yok. Aksine ruh sağlığının sürebilmesi için gerekli. Çünkü bir insanın ruh sağlığı ancak başka bir insanla iletişimi varsa iyi olur, eğer iletişim kuramıyorsa ruh sağlığı zamanla bozulur. Eğer bu ikisini yapamıyorsak kendimizi iyi tanımıyor ve başkalarıyla sağlıklı iletişim kuramıyorsak doğal etkiler dışında insan zorlanmaya başlıyoruz. Burada çok önemli olan nokta şu; stres meydana geliyor. Stres insanın kendi iç dünyasıyla çatışma ya da başkalarıyla çatışma halinde olmasıdır ve stres insanı hem bedenen hem de duygusal olarak çok yoran bir şey” diyor.

Sağlıklı bir bedene sahip olmak için insanın kendisi ve çevresiyle barış içinde olması gerekiyor. Başkalarıyla iletişim kurarken onlara karşı beslenen duyularda kötülük, öfke, kaygı, endişe, kin, nefret; düşmanlık olmamalı. Bunların olması, sadece karşıdaki insanla iletişimi bozmaz, insanın kendi ruh sağlığını da bozar. Psikiyatrlara göre, insanın duygularıyla sistemleri arasında çok yakın ilişki var. Eğer içinizde iyi duygular varsa, bu tüm hormonları etkiliyor. Hormonlarda olumlu değişiklikler oluyor, sinir sistemi iyi çalışıyor kalbin çalışması, dolaşım sisteminin çalışması düzeliyor. Beynin kimyasındaki değişimler, olumlu gelişiyor. Endorfin ve seretonin salgısı artıyor. Bağışıklık sistemi güçlü olunca kanser gibi sorunlarla da daha iyi başa çıkılıyor. Eğer insanda bir hastalık varsa, umutsuzluk, kaygı, endişe oluyor ve bu yoruyor ama buna rağmen üstesinden gelinebileceği düşünülürse hayata umutla bakmak her zaman mümkün. Zaten bu durumda bağışıklık sistemi güçleniyor. Her zaman bu geçerli değil ama bu da hakikaten ciddi hastalıklarda bile o sonucu olumluya çevirebilecek değişimler yapıyor.

Prof. Dr. Köknel’e göre duygularınızı çok iyi tanırsanız olumsuz duyguları bastırmayı, denetlemeyi, engellemeyi, ertelemeyi öğreniyorsunuz.

Zihin gücüyle sağlıklı kalabilmek için yapılması gerekenler

Öncelikle her insanın isterse yapabileceği bir gevşeme tekniği olan meditasyon yapılabilir. Çünkü insan bilerek, isteyerek kendini gevşetebilir. Meditasyon, kasları gevşetiyor ve elden geldiği kadar zihni bir imgeleme yönlendirip, günlük endişe ve kaygıdan kurtarıyor. “Kaslarımı gevşeteceğim” diyerek bunu yapmak mümkün.

Geçmişteki iyi bir şeyi düşünüp geleceği de umutla bekleyebilirsiniz. Bu çok basit ve ucuz bir yöntem. Bir yere oturup ayaklarınızı uzatıp biraz da düşünceleri rahat bırakarak bu yapılabiliyor.

Yapılan meslekte başarılı olmak insanın ruh sağlığını olumlu etkiliyor , o nedenle işini severek yapmak çok önemli.

Bugünün işini yarına bırakmamak gerekiyor.
Mümkün olabildiğince sinirlenmeyi erteleyip sakin düşünmek iyi çözümlere götürüyor.
Yeteneklerinin farkında olup, hatalarını görmek önemli.
Başarısızlıklarından ders çıkarıp öz eleştiri yapmak ve kendini vazgeçilmez sanmamak lazım.
Başkalarına ve kendinize güvenin.
Zamanın tutsağı olmayın.
“Hayır” demeyi bilin.
Zamanın baskısından kurtulun.
Korkuyla davranmanın bedeli ağır olur.
İleşiminizde başkaldıran ve boyun eğen olmayın.
Uzlaşma için yer ve zaman bulun.
Olaylara yansız olarak bakmaya çalışın.
Doğru, güzel, iyi, olumlu eylemlerinizin ödülleneceğini beklemeyin.
Neyi değiştireceğinizi düşünün.
Bütün insanlar kendilerini üstün görür buna ihtiyaçları vardır unutmayın.
İnsanları sözleriyle değil,davranışları, tutumları eylemleriyle değerlendirin.
Gizli düşmanlık, kin duyguları beslemeyin.

MUTLULUĞUN REÇETESİ


Sizi gerçekten mutlu eden nedir?

Her yıl üzerine eklenen yeni sorumluluklarınız ve mutlaka yapılması gereken işleriniz arttıkça bu soruyu düşünmeye bile fırsat bulamıyor olabilirsiniz. Unutmamanız gereken, küçük şeylerle mutlu olmak sadece ruh sağlığınızı değil, fiziksel sağlığınızı da etkiler. Mutlu olmaya özen gösterirseniz, onu daha kolay elde edersiniz. Real Age doktorlarına kulak verelim.Basit adımları takip ederek, hayatınızdaki coşku ve mutluluğu tekrar kazanabilir, böylelikle fiziksel sağlığınızı da korumuş olabilirsiniz.


Günlük Eğlencelerinizin Kıymetini Bilin:


Eğer gün içerisinde yapılacakların bir listesini çıkarıyorsanız, sizi en çok eğlendirenleri de koymayı ihmal etmeyin. Yatağa uzanıp kitap okumayı, açık havada kahvaltı etmeyi, uzun bir yürüyüşe çıkmayı, oyun oynamayı, fotoğraf çekmeyi veya hiçbir şey yapmadan oturmayı seviyor musunuz? Aslında gün içerisinde bunlardan en az bir veya birkaçına ayırmak için vaktiniz var. Listenizi gözden geçirin, yapılması gerektiğini düşündüğünüz aslında kaç işi gerçekten yapmanız gerekiyor? Günlük aktivitelerinizi tekrar tartmalısınız.


Belki aylardır yaptığınız bir şeyi artık yapmaya gerek yok, ancak alışkanlık yüzünden devam ediyor olabilirsiniz. Gereksiz aktiviteler çıkınca eminiz listeniz sizi daha mutlu edecektir.


Güçlü ve Bağımsız Olun:


Hepimizin kötü günleri olur. Bitkin hissettiğimiz ve canımızın hiçbir şey yapmak istemediği günler…


Ancak öyle günlerde, sorunun tam üzerine gitmek inanın çok faydalı olacaktır.

10 dakika boyunca egzersiz yapın. Bir kere hareket etmeye başlayınca kolay kolay bırakmak istemeyeceksiniz. Bir egzersiz planı yapın ve ona sadık olun. En neşeli günde de, en kötü hissettiğiniz günde de 10 dakikalık bir egzersizi es geçmeyin. Bağışıklık sisteminiz, egzersiz planınızın düzenine göre gelişecek, ve bu sizin ruh halinizi olumlu yapacaktır. Egzersiz yapmak, sizi mutlu eder.Egzersiz sonrası bir kağıda neler hissettiğinizi yazın. Egzersiz planınıza göre ilerleyen günlerde, egzersiz biter bitmez neler hissettiğinizi kısa cümlerle not almaya devam edin.

Stres Konusu:


Hiçbir şeyin neşenizi almasını istemezsiniz. Fakat gün içerisinde bunu başarmak size ilk anda kolay gelmeyebilir. Gün içerisinde kısa nefes molaları verin. Evet çok basit; derin nefes alın! 3-4 tekrardan sonra kan akışınızına oksijen katmış olacak, daha sakin ve huzurlu hissedeceksiniz.Ek olarak eğer ki vakit bulabilirseniz, yoga veya masaj deneyin. Yapılan sayısız araştırma sonucunda görülüyor ki, sinirinizi hafifletir, stresi yok eder depresyon ve anksiyete duygularınızı minimuma indirir. 10 dakikalık bir yürüyüş ile, çok şekerli veya tuzlu bir atıştırmanın sizde yaratacağı rahatlama ve mutluluk hissi aynı olacaktır. Sizce hangisi daha sağlıklı?


Elinizdekileri Kullanın:


Hepimizin kendimize göre çeşitli becerileri ve ilgi alanları vardır. Gönüllü olarak yapabileceğiniz bir şeyler bulmak için, yakınlardaki okul, klup veya organizasyonları araştırın. Yeteneklerinizi başkalarının iyiliği için kullanmak, mutluluğu iki taraflı getirecektir. Yapabileceklerinizi gözden geçirin, sizin belki de umursamadığınız becerileriniz başkalarının mumla aradıkları olabilir. İnanın sizdeki yetenekleri arayan birçok kişi var. Herkesin yardıma ihtiyacı vardır, neden yardım eden siz olmayasınız?


Etrafınızdakilere Saygı Duyun:


Ailenizden veya arkadaşlarınızdan birkaçı ile sohbet etmek gerçekten kolay bulabileceğiniz bir aktivite olabilir.


Sizi anlayan insanlarla konuşmak kolaydır. Bu kişi sevgiliniz de olabilir. Kendinizi açmanız ve vereceğiniz güven, günlük sıkıntılarınız ve endişelerinize yeni bir bakış açısıyla bakmanızı sağlayabilecek yorumlar getirebilir.


Gülmek ve mutluluk arasındaki ilişki bilimseldir. Güldüğünüz zaman, kan basıncınız düşer ve mutluluk hormonu adı verilen endorfin hormonu artar. Son olarak, işyerinizdeki ilişkileri es geçmeyin. İş arkadaşlarınız sizi yakından tanıyor olabilirler. Birbirinize vereceğiniz destek, stresli zamanlarınız için çok değerli olabilir. Siz onları dinleyin, onlar da sizi dinlesin. İş arkadaşlarınızın sizin hakkında bildiklerini yadsımayın, sahi onları her gün görüyorsunuz öyle değil mi?


Mutlu hissetmek, duygusal hayatın olduğu kadar fiziksel hayatınızın da çok önemli bir parçasıdır.


Zamanınıza ve bağımsızlığınıza değer verin, kendi gücünüz ve yeteneklerinizi kullanabileceğiniz alanları seçerseniz, bu sizin hem ruhunuzu hem de vücudunuzu kendine getirecektir.

17 Eylül 2011 Cumartesi

HAYAT OKULU


Hangi yaşta olursak olalım hepimizin hayattan öğrendiği bir şeyler vardır. On yaşındayken öğrendiklerimiz kırk yaşına göre oran olarak daha az değildir.

Hangi yaşta olursak olalım hepimizin hayattan öğrendiği bir şeyler vardır. On yaşındayken öğrendiklerimiz kırk yaşına göre oran olarak daha az değildir. Marifet öğrenmekte yada öğretende değil, öğrenilenlerin uygulamasındadır. Hayata pozitif bakmak, aldığımız dersleri bir daha yaşamayacağız demek değildir. Başımıza aynı şey geldiğinde davranışımızı değiştiriyorsak o zaman öğrenmişiz demektir. Ama birçoğumuz "bu defa farklı olacak" diye ümit eder. Oysa olayları farklı yapan bizim davranışlarımızdır. Davranışlarımız değişmeden hayatımızın değişmesini bekleyemeyiz.

Danışanlarımdan çoğu bana hep aynı soruyu sorarlar. " Sadece ben mi uğraşacağım, O da bir şey yapmazsa nasıl düzelecek bu ilişki?" Oysa hayatını veya ilişkisini değiştirmek isteyen O'dur. Bizler kendi gücümüzden korkar, sorumluluklarımızdan kaçarız. Hayatı değiştirebileceğimize inanmak istemeyiz. Başımıza gelenlerde başkalarını, hayatı, şansı suçlamak her zaman kolay gelir. Başarılarımızda kendi rolümüzü büyük bir gururla kabulleniriz. Ancak yaşadığımız zor olaylarda veya acılarda üzerimize alınmayız.

Dişimizi fırçalamaz " şeker çürüttü" deriz. Kredi kartımızla kazandığımızdan fazlasını harcar, düzeni, patronu, ekonomiyi suçlarız. Dersimiz çalışmaz " hoca taktı" diye söylenir, filme dalıp geç yatar " saat neden çaldı" diye kızarız. Kendi seçimlerimizle hayatı yaşar, hayat bize verdi deriz.

Davranışlarımızı yöneten bakış açımızdır. Yani hayatımızı bakış açımızla yaşar, anlamlandırır ve yönetiriz. Kendimizi nasıl görüyorsak, başkaları için o olduğumuzu düşünürüz. Olayları nasıl anlamlandırıyorsak gerçek bu sanırız. Oysa gerçek objektiftir yani nötrdür. Bu yılın 2011 olduğu bir gerçektir, oysa iyi bir yıl mı kötü mü olduğu bizim bakış açımızdır. Sınıfta kalmak gerçektir ama bunun şanssızlık mı bir fırsat mı olduğu gerçek değildir. Yirmi yaşında doğru sandığımız şeye kırk yaşında yanlış diyebiliriz. Aşık olduğumuz birinden bir süre sonra nefret edebiliriz. Kedilerden korkuyorken bir gün kedimiz öldü diye yas tutabiliriz. Olaylar bizim onlara verdiğimiz anlamlar kadar etkiler bizi. Hayatımızdan şikayet ediyorsak bu sadece bizim bakış açımızdır. Seçimlerimizi bakış açımız belirler. Kendi yapabileceklerimizi göz ardı edip, şikayet etmeyi ve kurban rolünde olmayı seçebiliriz.

Milton Erickson, çocuk felci geçirmiş ve hayatının uzun yıllarını yatalak geçirmiş bir insan. Sadece gözlerini hareket ettirebiliyordu. Ancak O bunu bir fırsat olarak değerlendirdi. Yıllarca insanları izledi, gözlemledi ve inceledi. Sözsüz iletişim ve beden dili konusunda keşifler yapmaya başladı. Öğrenme süreçlerinde bilinçaltının gücünü keşfetti. Kendine yürümeyi öğretti ve bunu o günlerde emekleyen kız kardeşini izleyerek yaptı. Erickson çocuk felci hastalığına " insan davranışı konusundaki en iyi öğretmenim" derdi. O, bir kader kurbanı olmayı seçmedi ve dünyanın en iyi davranış bilimcisi ve iletişim uzmanı oldu.

Oysa birçoğumuz harika kaslarımız ve gücümüz olduğu halde koşabileceğimize bile inanmayız. Kendi hayatımızı yönetme gücümüzü inkar ederek, kendi kendimizi felç ederiz. Sonunda gerçekten yürüyemez hale geliriz. İnançlarımızı gerçek sanır, bir süre sonra hayatımızın gerçeği haline getiririz.

Amerikalı bir subaya aşık olup evlenen birini tanıyorum. Yaşıtlarına göre hayli geç bir evlilik yapmıştı. Çevresindeki herkes " durdu durdu turnayı gözünden vurdu" demişti. Birçok kız onun yerinde olmak istemişti. Yıllarca Türk erkeklerini beğenmemiş geri kafalı bulmuştu. Sonunda tam istediği gibi bir erkekle harika bir düğünle evlenmişti. Yakışıklı kocasıyla Amerika'da çok güzel bir eve taşındı. Bir süre sonra çok güzel bir bebeği oldu. Herkes onun çok şanslı olduğunu düşünüyor hatta onu kıskanıyorlardı. Bebeği birkaç aylıkken Türkiye'ye ziyarete geldi. Döndükten bir süre sonra boşandığını duyduk. Hem de polisiye bir takım olaylar yaşayarak. Bir süre sonra karşılaştığımızda nasıl olup da birden bire işlerin kötüye gittiğini sordum. Bebekle Türkiye'ye geldiğinde kuzenlerinin kocalarının kendi bebeklerinin bakımında eşlerine yardım ettiklerini, hatta bebeği yıkadıklarını görmüş. Kadınların çalışmadıkları halde yardım gördüklerini üstelik de pahalı hediyelerle şımartıldıklarını söyledi. " Benim kocam tam bir odun, hiç böyle şeyler yapmadı. Bence Türk erkekleri bir başka " dedi. Amerika'ya döndükten sonra artık kocası onun için o eski adam değildi. Karısına değer vermeyen, hayatı paylaşmayan biriydi. Masal kahramanı bir ucubeye dönmüştü O'nun gözünde. Kavgalar başladı ve kaçınılmaz son, ayrılık.... Şimdi boşanmış bir kadın olarak tek başına çocuğunu büyütüyor. Annesiyle birlikte aynı kaderi paylaştıklarını düşünüp, şansızlıklarından yakınıp duruyorlar.

Değişen adam mıydı yoksa Onun bakış açısı mı? Bir erkekten beklentileri ve onun için "koca"nın anlamı mı? Annesi gibi boşanan bir kadın olacağına inanması ve bunu gerçeğe dönüştürmesi mi? Kocasına karşı değişen düşünceleriyle, davranışlarının değişmesi mi? Şansı mı?

İnsanlar olaylara verdikleri anlamın hayatının anlamı olduğunu bilmeden yaşarlar. Bir insan düşüncede neyse, davranışta da odur. Güzel olduğuna inanmayan bir kadın, sırmalı kaftan giyse kendini beğenmez. Peri padişahının oğlu ona aşık olsa inanmaz. Altında başka bir çıkar arar ya da aldatılacağına, terk edileceğine inanır. İnançlarının davranışlarını etkilediğini ve ilişkiyi sona götürdüğünü fark etmeden, bunu gerçekleştirir. Ancak kendi yaşam sorumluluğundan kaçıp başkalarını, olayları sebep gösterir.

Hiç " eğer hayatımı mahvedebiliyorsam demek ki düzeltebilirim" diye düşündünüz mü? Hiç hayatınızın anlamını değiştirebileceğiniz hissine kapıldınız mı? Korktuklarınızın başınıza geldiğinden eminken, arzularınıza ulaşacağınızdan da emin oldunuz mu? Başınıza gelen olayları tekrar tekrar yaşamanızın sebebinin, onlara aynı tepkileri vermek olduğunu fark ettiniz mi?

Gelin bu gün küçük bir deneme yapalım. Davranışlarımızın hayatımızı nasıl etkilediğini test edelim. Sabah uyandığımız andan gece yatıncaya kadar, ne olursa olsun, sürekli gülümseyelim. Herkese ve her an, yalnızken bile... Küçücük bir değişikliğin ne farklar yarattığını izleyelim. Yatmadan önce şu soruların cevabını düşünelim:

Daha fazlasını nasıl yaparım?
Ben nasıl hayatımı değiştiririm?
Hayatımın anlamı nedir?

KİŞİLİK SAHİBİ OLMAK

"Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı" der Alphonse Karr. "Bu sözün üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekir" diyen Psikolog Serap Duygulu, konunun ayrıntısına götürüyor bizleri.

Sahip olduğumuz kişiliğimiz aslında doğrudan doğruya kim olduğumuzdur. Zevklerimizin, zevksizliklerimizin, mutluluklarımızın, mutsuzluklarımızın, hayata bakışımızın, beklentilerimizin, umutlarımızın, umutsuzluklarımızın, düşünce biçimimizin kısacası bütün duygularımızın bütünüdür. Sahip olduğumuz bu kişiliğimizdir kime yakın kime uzak duracağımıza karar veren. Seven ya da nefret eden, kin tutan ya da bağışlayıcı olan, titiz ya da rahat davranmamızı belirleyen...

Kişiliklerimiz Duruma Göre Ortaya Çıkar

Ortaya çıkardığımız kişiliğimiz, asıl kişiliğimizin duruma göre başkalarına gösterdiğimiz kısmıdır. Duruma göredir çünkü eğer bir kadınsak, çok kızgın olsak bile çocuğumuza karşı anlayışlı tarafımızı, anne tarafımızı çıkarırız ortaya. Eşimize bağırıp çağırmayız o an çok sinirliyiz diye, anlayışlı eş tarafımız vardır çünkü. İşyerinde olay çıkartmayız durduk yere, duruma göre davranan kişiliğimiz ortaya çıkar. Bu kişiliğimiz aslında bir tür toplumsal rollerimizin bütünüdür. Nerede hangi durumda hangi yüzümüzü göstermek istiyorsak o kişiliğimiz üste çıkar.

Kibar, alçak gönüllü, saldırgan, girişimci, pasif, dışa dönük, arkadaş canlısı, hangisi en uygunsa duruma göre oluruz bir anda. Aslında insanın hamurunda her şey var. En aşağılık duygulardan, en yüce duygulara kadar geniş bir yelpazede her özelliği taşıyoruz.

Herkesin Ortak Bir Bilinçaltı Vardır

Carl Gustav Jung, tüm insanlığın ortak bilinçaltına sahip olduklarını savunur ve der ki: "İnsan davranışlarının ortaya çıkışında önemli rolleri olan, geçmişten günümüze bütün insanlığın nesilden nesile aktardığı, genetik olarak bir sonraki kuşağa taşıdığı ortak bir alan vardır, tüm insanlar bu alandan beslenirler. İnsana ait ne varsa, istekleri, korkuları, heyecanları, duyguları, etki-tepki mekanizmaları ve davranış yapılarını oluşturan bütün kalıplar bu alanda depolanır."

Bu ortak bilince Jung, 'Kollektif Bilinçaltı' adını vermiştir. Ayrıca yine Jung'a göre, bütün insanlığa ait bu tür bir ortak bilinçaltı olması gibi her ulusun da kendi tarihsel geçmişinden kaynaklanan, farklı ve özgün bir kolektif bilinçaltı vardır.

Bu düşünceye göre, kişiliğimiz insanlığın ortaya çıktığı ilk andan bu yana olan her şeyi ortak kullandığımız bir hafızadan almıştır ve bizi biz yapan her türlü yapı taşı aslında orada kayıtlıdır. Biz de hem ulusal kimliğimiz ve tarihimizle, hem de insanlığın ortak bilinçaltında var olan değerlerle harman yapıp bir kişilik elde ediyoruz. Bu kişilik içinde yaşadığımız toplumun değer yargılarına, ahlaki, etik, kültürel değerlerine aykırı olmadığı sürece bizler uyumlu kişilikler oluyoruz. Tersi durumda toplumdan dışlanmış, asosyal varlıklar olarak soyutlanmış hayatlar sürdürmeye çalışıyoruz. Aslında sosyalleşmek böyle bir durumun ifadesidir: İçinde yaşanılan toplumun değerlerine uygun davranmak. Sosyal birey sivriliklerini, aykırılıklarını törpülemiş insandır.

İdeal Benlik Olmak İstenilen Kişiliktir

Burada son bir kişilik türü var ki, o da olduğunu sandığımız kişiliğimizdir. Kendimizi görmek istediğimiz, olmak istediğimiz, ideal benliktir. Başkalarında beğendiğimiz, kıskandığımız, bizim de öyle olmak için can attığımız ne tür özellikler varsa onlar da bizim olduğumuzu sandığımız kişiliğimizdir.

Normalde son derece dışa dönük bir insanın, içe dönük davranması ya da tam tersi şekilde bir yapı sergilemesi bu durumu ifade eder. Aslında tiyatroya gitmekten hoşlanmayan bir insanın içinde bulunduğu toplumun bireyleri seviyor diye tiyatrodan hoşlanıyor görünmesi ya da hayatında operadan, baleden hiç hazetmemiş birisiyken çok severmiş ve anlarmış gibi gözükmesi bu tip bir duruma örnek olabilir.

Bunlardan herhangi biri ya da birileri olabiliriz. Seçimlerimizi bulunduğumuz çevreye uyumlu, yararlı ve daha insancıl kalıplardan yapabiliriz. Veya tam tersi uyumsuz, saldırgan, yıkıcı, bozucu gibi olumsuz kalıplardan seçebiliriz. Öyle ya da böyle kişiliklerimiz, bizi biz yapan her şeyin toplamıdır. Artılarımız ve eksilerimiz vardır. Yanlışlarımız, doğrularımız vardır.

MUTLU OLMAK MI İSTİYORSUN


Mutlu olmak sizin elinizde... Elbette mutsuz olmak da!
Çünkü mutluluk gibi mutsuzluk da bir tercih meselesi. Hayata nasıl baktığımız, bardağın hangi tarafını gördüğümüz mutlu olup olmayacağımızı belirler...

MUTSUZLUK BİR TERCİH MİDİR?


Mutlu olmak için neye sahip olmak gerekir? Mutlu olmak için çok para mı gerekir? İnsan para sahibi olunca mutlu olur mu?


Çoğumuza göre mutlu olmak için sevgili bulmak, evlenmek, araba, ev sahibi olmak lâzımdır; çaba sarf ettikten ya da bir bedel ödedikten sonra mutlu olur insan.


Bazılarımız ise mutluluğu, başına konacak bir talih kuşu gibi görür; eğer insanın şansı varsa mutlu olur yoksa mutsuz.


Peki, sizin mutluluk anlayışınız hangisi? Siz mutluluğu eksikleriniz tamamlanınca ulaşacağınız bir ruh hali gibi mi yoksa başınıza gelecek güzel bir şey olarak mı tanımlıyorsunuz?


Paranın mutluluk getirmeyeceği düşüncesi, "Easterlin Paradoksu" olarak bilinir. Easterlin, gelirle mutluluğun hiçbir ilişkisinin olmadığını saptadı. 1970’lerin başında Amerika, Japonya ve İngiltere’de yaptığı araştırmalara göre, ailelerin geliri artınca mutluluk seviyeleri artmıyordu. Son yıllarda Amerika'da Gallup tarafından yapılan araştırmalar da bu olguyu kanıtladı. Esas olan "geçinecek kadar bir gelire" sahip olmaktı, bunun üzerine çıkılınca mutluluk artmıyordu.


Ama bunun tersi yani geçinecek kadar gelire sahip olmamak mutsuzluk getirir.


Amerika'da piyangodan büyük ikramiyeyi kazananlar üzerinde yapılan araştırmada da benzer bir sonuç elde edildi. Piyangoyu kazanan şanslı insanların mutlulukları ortalama bir yıl sürüyordu.


Antik Yunan'da mutluluk, ahlaklı olmak ve erdemli bir hayat yaşamak demekti. Aristo'ya göre "Mutluluk, insan yaşamının biricik amacıdır. Hayatımız boyunca harcadığımız tüm çabalar mutlu olmak içindir ve mutluluk, ancak erdeme ve kusursuz bir karaktere ulaşarak yakalanabilir. Kişi ancak hayatının bütününü soylu bir biçimde yaşarsa mutlu olabilir."


Eflatun ise mutluluğun akıl, fiziksel arzular ve ruhun uyumuyla yakalanacağını söyler. Bugün "New age" akımıyla yeniden yükselişe geçen "ruh-zihin-beden" üçlüsüyle anlatılmak istenen mutluluk anlayışı Eflatun’un öğretisine dayanır.


Bence en güzel mutluluk tariflerinden birini Epikür yapmıştır. Mutlu olmak için insanın üç şeye ihtiyacı vardır: "Dostluk, Özgürlük ve Düşünmek."


"Bir şey yiyip içmeden önce, ne yiyip içeceğinizi değil, kiminle yiyip içeceğinizi düşünün; çünkü yanında arkadaşı olmaksızın yemek yemek ancak bir aslana ya da kurda mahsustur." diyen Epikür, gerçek mutluluğun insanın içinden geldiğine inanır. Ona göre mutlu olmak için insanın maddiyata ihtiyacı yoktur.


Epikür'ün mutluluğu bulma yolu son derece yalındır; evinin bahçesinde buluştuğu dostlarıyla sıradan yiyecekler yemekten ve sohbetten zevk alır. (Epikür ve arkadaşlarının "Bahçe filozofları" diye ünlenmeleri bu yüzdendir.)


Descartes, mutluluğu "bir ruh memnunluğu ve iç hoşnutluğu" olarak tanımlar. Descartes’a göre mutluluk erdeme, erdem de aklın iyi kullanılmasına bağlıdır.


Nörolog Nancy Etcoff beynimizin evrimsel olarak mutluluk ve acıyı azaltmaya odaklı olduğunu söyler. Şekerli şeylerin tadını doğuştan sevmemiz ve acı olanları da reddetmemiz, mutluluk arayışının içgüdüsel olduğu görüşünü destekler niteliktedir.


Bana göre ise mutluluk öğrenilen bir şeydir. Bence mutlu olmayı ya da mutsuz olmayı çocukluğumuzda öğrenmeye başlıyoruz. Mutluluk tamamen bizim kişisel tercihimizle elde edebileceğimiz bir ruh hali.


Eğer sağlıklıysak ve geçinecek kadar bir gelirimiz varsa hepimiz mutlu olabiliriz. Bunu hemen şimdi elde edebiliriz. Mutlu olmak için kimseye, hiçbir şeye ihtiyacımız yok.


Mutluluk, sevgi ve şefkat ilişkileri içinde yaşanan bir duygu. Daha çok para sahibi olmak, daha iyi bir hayat yaşamak mutlu olmak anlamına gelmiyor. İnsan içinde sevgiyi ve şefkati büyüttüğü zaman mutlu oluyor. Ve mutluluk hayattaki "bedava" olan şeylerle elde ediliyor. Sevgi ve şefkat üzerine inşa edeceğimiz bir hayatımızın olması için zengin olmaya değil, sevgi ve şefkati paylaşacak insanlara ihtiyacımız var. Bir hayat arkadaşına, çocuklara ve dostlara ihtiyacımız var. Tıpkı Epikür'ün yaptığı gibi bu dostlarla sohbete ihtiyacımız var, onlarla bu hayatı paylaşmaya ihtiyacımız var.


Mutluluk bir zihin durumudur. Hayata nasıl baktığımız, zihnimizi nasıl terbiye ettiğimiz, bardağın hangi tarafını gördüğümüz mutlu olup olmayacağımızı belirler.


Bu yüzden Dalay Lama "Son derece modern ve rahat bir binanın yüzüncü katında, en yüksek teknolojiye sahip bir daire bile satın alsanız mutlu olamayabilirsiniz. Eğer zihinsel uyumu yakalayamazsanız arayacağınız tek şey, atlamak için bir pencere olacaktır." der.


Başından yeterince sıkıntı geçmiş her insan bilir ki mutluluk için gerekli olan ne zenginlik, ne başarılı olmak, ne şöhret sahibi olmaktır. Mutluluk içinde bulunduğumuz durumları nasıl algıladığımız; yaşadıklarımızdan iç dünyamıza neyi aktardığımızdır. Tekrar etmek istiyorum, her gün yaşadığımız büyük ya da küçük deneyimlerden iç dünyamıza neyi, nasıl aktarmayı "tercih ettiğimizdir". (Mihaly Csikszentmihalyi, bu düşünceyi "Akış" isimli kitabında anlatır.)


Mutluluk sadece ve sadece bizim tercihimizdir. İstersek hemen, şimdi, burada mutlu olabiliriz. Yeter ki mutlu olmayı tercih edelim.

KARİYER HEDEFLERİ


Bazıları kariyer hedeflerini tam 12’den vurur. Ve bu kesinlikle tesadüf değildir! Çünkü onlar kariyer hedeflemesini doğru yapmış ve hedefe giden yolda doğru stratejiler geliştirmişlerdir. İşte kariyer hedefleri nasıl belirlenir sorusunun cevabı...

KARİYER HEDEFLERİ NASIL BELİRLENİR?

Kariyer hedefi belirlerken hangi özelliklerinizi dikkate almalısınız? Plan yaparken gözden kaçırmamanız gerekenler neler? İşte, Pudra.com'un tespit ettikleri...

Kariyer hedefleriniz sizinle aynı pozisyonda olan diğer çalışanların hedeflerinden farklılıklar içermeli. Kariyer hedeflerini belirleme işi, kendinize özgü maharetlerinizi dikkatlice analiz etmenizi, işvereninizin sizin iş başarınızla ilgili beklentilerine dair parlak fikirler geliştirmenizi gerektirir.

Kariyer hedeflerini seçerken zor yolu seçmekten imtina edin. Plan yaparken bir şeylerin her zaman değişebileceğini ve bu değişikliklere uyum sağlamaya ihtiyacınız olacağını aklınızdan çıkarmayın. İşte size, kariyer hedeflerinizi belirlerken işinizi kolaylaştıracak öneriler...

1. Güçlü ve zayıf yönleriniz ile yeteneklerinizi kendi kendinize değerlendirin. Kariyer uzmanlarına göre kariyer hedeflerini geliştirmede ilk adım, özdeğerlendirme yapmaktır. Bunun için size bazı kişilik testlerini çözmek yardımcı olabilir. Kişilik testi, kişilik tipiniz ve sizin kişilik tipinize uygun işlerin neler olabileceği konusunda fikir verir.

2. Kariyerinizi analiz edin. Yeteneklerinizi, patronunuz tarafından ödüllendirebileceğini öngördüğünüz yönlerinizi ve sıkıntılarınızı ortaya koyun. Örneğin siz bir fırsatı kaçırdığınızda, onu yakalayanın hangi özelliklere sahip olduğunu, sizin ona göre ne gibi eksiklikleriniz olduğunu gözden geçirin.

3. Kendinize, onun için çabalayacağınız büyük amaçlar seçin. Bu amaçlar, kariyer hedeflerinizi geliştirirken sizin için birer kriter olabilir. Örneğin, satış görevlisiyseniz kendinize bir sonraki ay için otuz adet satış yapma hedefi koyabilirsiniz.

4. Belirlediğiniz kriterlere ulaşmak için neler yapmak zorunda olduğunuzu analiz edin. Özdeğerlendirmenizi patron tarafından ödüllendirilen başarılarınız, sıkıntılarınız ve kriterleriniz üzerine kurun; sonra da hedeflerinize ulaşmak için neler yapmanız gerektiğini ince ayrıntılarıyla düşünün.

Özdeğerlendirmeniz, biraz içedönük bir yapınız olduğunu açığa çıkarıyor ama işvereniniz daha iddialı bir yapıya ve inisiyatif alabilme özelliklerine önem veriyorsa, daha iddialı ve hırslı olma konusunda çalışmaya ihtiyacınız var demektir. Durum, sizin kişisel özelliğiniz, mesleğiniz ve çalışma kültürünüze göre değişebilir. Nihai amaçlarınız ve onlara ulaşmak için yapmak zorunda olduklarınızı kritik ederken, zaten kariyer hedeflerinize de karar vermiş olursunuz.