Bu Blogda Ara

2 Kasım 2012 Cuma

HAYALLERİNİZ , EN BÜYÜK SERVETİNİZ...



Önce hayal gücü vardı... Dünyayı değiştiren her şey bir zamanlar hayaldi... Dünyayı hayallerinin peşinden gitmeye gücü olanlar değiştirdi. Hayalleriyle büyük bir başarıya imza atan Steve Jobs, milyonlarca kişiye de ilham kaynağı oldu.

KALBİNİN VE SEZGİLERİNİN YOLUNU TAKİP ET!

Tarih 21. yüzyılı, insanların hayalleriyle servet yaratabildiği bir yüzyıl olarak tanımlayacak ve buna en iyi örneklerden biri Steve Jobs olacak hiç kuşkusuz.

Bütün keşifler, büyük sanat eserleri, dünyayı değiştiren icatlar hep hayal gücünün ürünleridir. Bir hayali hayata geçirmek tanrısal bir güce sahip olmak gibidir.

Hayal etmenin özünde mevcudu değil daha iyisini istemek vardır. Steve Jobs'un da çıkışı mevcut düzene bir isyandır. Apple'ın amblemi ısırılmış elma, Adem'in cennetten kovulmasını simgeler. Yarattığı bütün ürünler dönemin egemen markalarına bir karşı koyuştur.

Steve Jobs bir mucit değildir, hiçbir icada imza atmamıştır; ama olağanüstü bir yaratıcıdır. Ne cep telefonunu, ne de laptopu bulan Apple'dır; ama Apple icat edilmiş pek çok teknolojik ürünü olağanüstü bir sadelik, estetik ve işlevselliğe dönüştürmüştür. 

Steve Jobs her yaratıcı gibi buyurgan bir kişiliğe sahipti. Yarattığı ürünler, kullanıcısına geniş özgürlükler sağlamıyordu. Mac bilgisayarda her program çalışmaz, işletim sistemi kendine özgüdür. Sadece bilgisayarlarda değil, Ipod, Iphone ya da Ipad'lerde de durum aynıdır. Bu ürünleri satın alanlar, Steve Jobs'un istediği gibi davranmak zorundadırlar. Buna rağmen Apple müşterileri gönüllü olarak özgürlüklerinin sınırlanmasını kabul ederler. Dışarıdan bakana tuhaf gelen bu durum onlar için bir gurur kaynağı haline gelir. Bu ürünleri kullanan Apple’cılar zaman geçtikçe kendilerini diğerlerinden farklı görmeye başlarlar, Steve Jobs'un isyanının parçası olurlar. Apple ürünlerini kullanmak bir hayat tarzının göstergesi haline gelir.

Kullanıcıya sihirli bir dokunuşu vardır Steve Jobs'un.

Ürünlerin tasarımındaki "buyurganlık" şirket yönetimine de yansımıştır. Steve Jobs'un otoritesi bütün şirkete sinmiş durumdadır. Apple bu zamanın ruhunu yansıtan bir şirket olsa da çalışanını özgür bırakan bir kuruluş değildir. Şirketin her kademesinde Steve Jobs'un buyurganlığı hâkimdir. Sadece buyurganlığı değil aynı zamanda "mükemmeliyetçi bir talepkârlığı" vardır. Steve Jobs'un yakınlarında çalışmak çok zordur. Çok fazla talepkar olması, yakınındakiler için kolay katlanılır bir durum değildir; ama bugün itibariyle Apple'ın dünyanın en değerli şirketi olmasının en önemli nedeni belki de bütün çalışanların Steve Jobs'un düşüncelerini hayata geçirmek için tek yumruk gibi bütünleşmesidir.

Steve Jobs hiçbir icat yapmamıştı ama yarattığı ürünlerinin hepsi kelimenin tam anlamıyla birer inovasyondu. Yaptığı bütün inovasyonlarının kökeninde kullanıcının hayatını kolaylaştırmak vardı. Apple kullananların ürünlerden duydukları memnuniyet, yaşadıkları deneyimden elde ettikleri tatmin onları birer Steve Jobs hayranına dönüştürüyordu. 

Steve Jobs bana göre, her şeyden önce bir deneyim mimarıydı. En büyük başarısı mevcut bir teknolojinin insanla ilişkisini bir antropolog gibi inceleyip onu benzersiz bir deneyime dönüştürme yeteneğiydi. Jobs'un bu yeteneği Apple'ın devrim yapmasını sağladı. 

İnsanın nesnelerle ilişkisini inceleyen ve daha konforlu kullanım deneyimi yaratmayı amaçlayan "ergonomi" disiplinini çok iyi özümsemiş bir insandı. Yarattığı ürünlerin "ergonomik" olmasından katiyen taviz vermedi. Jobs verdiği farklı röportajlarda sık sık "Tasarım tuhaf bir kelime. Bazı insanlar tasarımın dış görünüşle ilgili olduğunu düşünür. Elbette öyledir ama eğer biraz daha derine inerseniz gerçekte tasarım nesnelerin nasıl göründüğüyle değil nasıl işlediğiyle ilgilidir. Mac'in tasarımı, onun nasıl göründüğüyle ilgili değildir, dış görünüş tasarımın sadece bir parçasıdır. Ama öncelikle Mac'in nasıl çalıştığıyla ilgilidir." der.

Apple'da bütün ürün geliştirme süreci kullanıcının ihtiyacını anlamak ve onun hayatını kolaylaştırmak felsefesine dayalıydı. Bugün milyonlarca insanın Apple'a hayran olması ürünlerin sıra dışı olmasındandır. 

Steve Jobs'un çağın ötesinde bir estetik anlayışı vardı. Bir Amerikalıdan çok bir İtalyan’dan beklenen estetik anlayışına sahipti. Üstelik her yaratıcıda olduğu gibi onun estetik anlayışı da tartışmaya pek açık değildi. Ona göre "zevk" kullanıcıya göre değişen bir kavram değildi. Estetiğin standardını kendisi belirliyordu. Bence de hiç haksız değildi. Apple yapıyordu ve çok da güzel oluyordu. Steve Jobs'un buyurganlığı burada da kendini gösteriyordu. "Zevklerin herkese göre değiştiği" safsatasına karşı çıkıyordu, estetiğin öğrenilmesi gereken bir değer olduğunu savunan bir dünya görüşü vardı. 
Steve Jobs vefat ettiğinde Barack Obama "Dünya büyük bir hayalperesti kaybetti." dedi. Obama, Jobs’un "Farklı düşünecek kadar cesur, dünyayı değiştirebileceğine inanacak kadar gözü pek ve bunu yapabilecek kadar yetenekli." olduğunu söyledi. 

Hakikaten Steve Jobs'un hayal gücü, zekâsı, başarma arzusu ve enerjisi, hayatımızı zenginleştiren ve geliştiren sayısız yeniliğin kaynağı oldu. Jobs yarattığı efsanevi Apple markasından daha çok, kendi ilham verici yaşam öyküsüyle "hayal gücünün alabileceği yolun sınırı olmadığını" bize kanıtladı. Jobs "Müşterilerine ürün satan değil, onların içindeki gizli dâhileri harekete geçirmek için yardımcı olanlar kazanır." diye özetlediği felsefesiyle iş dünyasına taptaze, yepyeni bir soluk getirdi.
Albert Einstein "Hayal gücü bilgiden daha değerlidir." der. Bilgi sınırlıdır ve son kullanma tarihine sahiptir. Hayal gücünün ise ne sınırı ne de son kullanma tarihi vardır. Daha da ötesi hayal gücü hep yeni bilgilerin yolunu açar.

Jobs hayatıyla ve yaptıklarıyla Einstein'ın bu sözünün canlı kanıtı gibiydi. Jobs önce ailesi tarafından istenmeyerek başka bir aileye evlatlık olarak verildi sonra kendi kurduğu Apple'ın yönetim kurulundan atıldı. Ünlü Stanford konuşmasında Apple'dan atılışını kendi başına gelmiş "en iyi şey" olarak tanımlayacaktı. Başarılı olmanın ağırlığından kurtulmuş başarısız olmanın hafifliğine kavuşmuştu, her şeye taptaze bir başlangıç zihniyle yaklaşma özgürlüğüne kavuşmuştu.
Apple'dan ayrı kalmak zorunda olduğu yıllar ona çok iyi geldi. Başarının bazen de kendimizi güvende hissettiğimiz "konfor alanlarından" çıkarak yeni arayışlarla mümkün olduğunu bize öğretti. Oysa kendi şirketinden atıldığında çok üzüntülüydü. Şirketinden uzakta geçireceği yıllarda elde edeceği deneyimlerin onun daha sonra - Apple'a geri döneceği zaman-başarısının esas nedenleri olacağını henüz bilmiyordu. Stanford konuşmasında öğrencilere, "İnsan yaşarken anlayamıyor, noktaları ancak daha sonra birleştirip, anlamlandırıyor." demişti.

On bir sene sonra başına geçtiği Apple'ı kısa zamanda dünyanın en değerli şirketi yaptı. Steve Jobs, 21. yüzyılın başlangıcına damgasını vurdu. Hayatı kısa sürdü ama etkisi çok uzun sürecek, hiç unutulmayacak.

Steve Jobs'un yaptıkları hepimize ilham verdi. Bu yazıyı onun Stanford öğrencilerine yaptığı konuşmasının son bölümüyle bitiriyorum:
"Hayatta sahip olduğunuz zaman sınırlı, bunu başkalarının hayatlarını yaşayarak ziyan etmeyin! Başkalarının düşüncelerinin eseri olan dogmaların tuzağına düşmeyin! Kendi içsesinizi başkalarının sesinin bastırmasına izin vermeyin! Ama en önemlisi, sizin ne yapmak istediğinizi en iyi bilen kalbinizin ve sezgilerinizin yolunu takip etme cesaretini gösterin. Geri kalan her şey teferruattır."

DUAYENDEN EFSANE MEKTUPLAR


Zekası, çalışkanlığı ve vizyonerliğiyle sembol isim haline geldi. Türk iş dünyasının efsane girişimcisi Vehbi Koç, efsaneleşen mektuplarıyla yöneticilerini yönlendirdi, takdir etti, eleştirdi. İşte o yöneticiler ve Vehbi Koç'un onlara yazdığı mektuplar...

DUAYENDEN MEKTUPLAR

Vehbi Koç’un yöneticileri ve onlara yazdığı mektuplar...

Onun iş dünyasında bıraktığı kadar etkili bir izi, bugüne kadar hiç kimse bırakamadı. Zekası, çalışkanlığı ve vizyonerliğiyle dev bir topluluk yarattı. Türk iş dünyasının efsane girişimcisi Vehbi Koç, sektöründe ilk olan şirketlerini kurarken yalnız değildi. Hep yönetici olarak en iyi isimleri seçti. Onların en sıkı takipçisi oldu. Efsaneleşen mektuplarıyla yöneticilerini yönlendirdi, takdir etti, eleştirdi. Bugün o mektuplar, bir zamanlar en yakın çalışma arkadaşı olan yöneticileri tarafından değerli bir hatıra olarak saklanıyor. İşte o yöneticiler ve Vehbi Koç'un onlara yazdığı mektuplar...

"SIKI TAKİP MOTİVASYON SAĞLARDI"
Uğur Ekşioğlu, Koç Grubu'nun eski genel koordinatörlerinden... Henüz 22 yaşında Koç Grubu'nda Vehbi Koç'un teklifiyle işe başladı. Özellikle satış konusundaki gücüyle dikkatleri çekti. 38 yıllık Koç Grubu kariyeri boyunca Vehbi Koç'un yanından ayırmadığı bir numaralı yöneticisi oldu. Bu uzun süre içinde Ekşioğlu, patronuyla iletişimini ağırlıklı mektuplar üzerinden yürüttü. Bugün o günleri anımsayan Ekşioğlu, patronuna ve halen sakladığı mektuplara ilişkin duygularını şu sözlerle ifade ediyor: "Beni Vehbi Bey, okuldan seçerek aldı. Üniversiteyi birincilikle bitirdim. İş hayatımın ilk gününden itibaren onun dizinin dibindeyim. İlk çalıştığım şirket, Beyoğlu'ndaki merkez Beko Ticaret mağazasıydı. Akşamları saat 5 civarında gelir, yukarıda bir odaya çekilirdi ve kendine gelen mektupları okuturdu. Sonraki yıllarda çeşitli görevlere geldim. Vehbi Bey, bir görevden diğerine akandığımı benden neler beklediğini, yaptığım işlerin sonucu hakkıda neler düşündüğünü hep mektuplar aracılığıyla bana iletti. Duygu ve düşüncelerini mektuplarından öğrendim. Bu şekilde bir patron olarak bizi hep yakından takip ettiğini bilirdik. Bu bir anlamda güçlü bir motivasyon sağlardı. Her zaman kendimizi anlatabileceğimiz bir patronumuz olduğu hissiyatımız da vardı. Ancak diğer yandan bu kadar yakın takip, lehimizde olduğu kadar aleyhimizde de sonuçlar doğuruyordu."

"MÜTHİŞ BİR DİNLEYİCİYDİ"
Hasan Subaşı 1969 yılında ilk iş görüşmesini Koç Holding'de yaptı. Vehbi Koç'la 1 saat süren iş görüşmesi sonrasında başlayan Koç yolculuğu, onu proje mühendisliğinden yönetim kurulu başkan vekilliğine taşıdı. 1983'te Arçelik'in genel müdürü oldu. Arçelik'in otomatik çamaşır makinesi üretimine giriş kararı aldığı süreçte projenin sunumunu o yaptı. Onun başarılı sunumundan etkilenen Vehbi Koç dönemin yöneticisine yazdığı mektupta, "Takdimi yapan Hasan Bey'i beğendim. Kuvvetli ve sempatik bir genç" diye belirtti. Uzun yıllar Vehbi Koç'la birlikte çalışan Subaşı, bugün eski mektuplarına baktığında patronunu şöyle anımsıyor: "Ben Arçelik'in genel müdürüyken Vehbi Bey de yönetim kurulu başkanıydı. Arçelik, topluluk için çok önemli ve bu nedenle Vehbi Bey'in dikkatle izlediği bir şirketti. 1983'ten 1996 yılına kadar çok yakın bir iş beraberliğimiz oldu. Ondan çok şey öğrendim. Öncelikle düzenli bir insan ve müthiş bir dinleyiciydi. Dinledikten sonra her şeyi özetlenmiş bir şekilde net ifade ederdi.

Mektupları da öyleydi. Konuşmaları özetler ve sonra yapılacakları yazardı. '3 ay sonra şunu yapacaksın' diye hedefler koyar, zamanı geldiğinde takip ederdi. Mektuplarında yapılacakları ya da uyarıları dile getirirken bir babanın çocuklarıyla konuşmasına benzer bir üslubu vardı. Gözü hep üzerimizdeydi. İyi niyetli yapıldığına ve kişisel bir kazanç olmadığına emin olduğu zaman hata yapmamıza da müsaade etti. İlginç olan Vehbi Bey, ortaokul terktir. Ben mühendislik okudum, MBA yaptım, bir alay kitap okuyorum. Ama yönetmek ve girişimcilik onun doğasında vardı. Nasıl Mozart bir senfonisini dinlemeden duymuş ve yazmış, Vehbi Bey de yönetim sanatını içten bilen bir insandı. Kitaplarda yazan her şey Vehbi Bey'in uyguladığı şeylerdi: Delege etmek, motive etmek, uyarmak, yoldan sapmışsa tekrar raya oturtmak gibi... "

"MÜDAHALE ETMEZ, UFUK AÇARDI"
Cengiz Solakoğlu da Koç Holding'in başarılı yöneticilerinden biri. Tam 38 yıl çalıştığı grupta birçok başarıyaimza attı. Solakoğlu, Beko ve Arçelik'in genel müdürlüğünü yürüttü. 1991 yılında da Koç Holding Tüketim Grubu Başkan Yardımcılığı yaptı. 1996-98 yılları arasında holdingde yürütme kurulu üyeliğinde bulundu. 38 yıl boyunca Vehbi Koç'la yakın çalışma fırsatı buldu. Özellikle 1990-1996 yılları arasında Vehbi Koç'un en yakın çalıştığı yöneticilerinden biriydi. Solakoğlu, o günlere ve Vehbi Koç'la ilişkisine dair şunları paylaşıyor: "Ben Vehbi Koç'un tanımını kendimce şöyle yapıyorum: Allah'ın vermiş olduğu zekayı ve yeteneklerini büyük bir disiplin içinde sonuna kadar kullanan iyi bir birey, iyi bir vatansever, iyi bir sanayici, iyi bir işadamı ve iyi bir Müslüman. Her dönemde ölçülü olmayı, en önemlisi karşındakini çok iyi dinlemeyi, verilen bir bilgiyi sonuna kadar doğruluğunu tetkik edip öyle özümsemeyi ve ona göre hareket etmeyi ilke edinmişti. Başarısında 3 büyük unsur vardı: Yapacağı işin doğruluğunu enine boyuna tetkik etmesi. İşi yapacak doğru adamı bulması. Bilgi akışını sağlayacak doğru sistemi kurdurup denetlemesi. Vehbi Bey, bakkal dükkanı hariç hiçbir işi kendisi yönetmedi. İşi yönetecek adamları özenle seçti. Onları yönlendirdi, yetkilendirdi, denetleyerek sonuç aldı. Her şeyi kontrol altında tuttu. Toplantılarda karşı fikirleri çatıştırır, kendi fikirlerini kesinlikle söylemezdi. Bir yatırını kararı alınırken bile kendi fikrini söylemez, 'Madem istiyorsunuz, yapalım, hesabı ben size sorarım' derdi. Ve böylelikle insanları iki misli sorumluluk altında çalıştırmaya çalışırdı. Geri bildirim, Vehbi Bey'in en önemli özelliklerinden biriydi. Mektuplarla geri bildirim yapardı. Sadece yöneticilere değil aileye ve hükümete de mektup yazardı.Müthiş bir yazılı kültürü vardı. Bu şekilde insanları yönlendirir, olumlu ya da olumsuz unsurlara dair geri bildirim yapardı. Benim en büyük şansım böyle bir insanın yakınında olmam. Ondan çok şey öğrendim. Vehbi Bey yöneticilere müdahale etmez, ufkunu açardı. Çok boyutlu görmesini sağlayacak şekilde yönlendirirdi. Özetle Vehbi Koç ile yakın çalışan bir yöneticinin yanlış yapma imkanı yoktu."

"ÖNGÖRÜLÜ BİR YÖNETİCİYDİ"
Mesut Ilgım, 33 yılını Koç Grubu'nda geçirdi. Grup bünyesinde Bürosan'dan Beko'ya birçok şirkette görev aldı. Divan'da üst düzey yöneticilik yaptı. Bu süreçte Vehbi Koç'la yakın çalıştı. Ilgım, Koç'u, mektuplarını ve Vehbi Koç'un kendisi üzerinde bıraktığı etkiyi şöyle anlatıyor: "Vehbi Bey'in dillere destan bir takipçiliği vardı. Vehbi Bey'de unutmak diye bir şey yoktu. Zaman planlamasını çok iyi yapardı. Önem verdiği işlerin peşinde olurdu. Tatil için her yıl Erdek'e giderdi. Pınar Hotel'de tatil yapardı. Orada arkadaş grubuyla birlikte siyaset konuşur, köylü varsa köylülerle sohbet eder, örneğin bir köylü incir topluyorsa kaça sattığını sorardı. Seyahat sonrasında da tüm bunları bilgi mektubunda yazardı. Vehbi Bey dinlemesini bilen bir insandı. Öngörülüydü.

Vehbi Bey'in hayatı işti. Simtel'de çalışırken 1968-71 arası Türkiye'de elektrikli tıraş makinesi üretmeyi düşündük. Vehbi Bey'e konuyu ilettik. Dinledi, sonra 'Türkiye'de erkeklerin yüzde 90'ı sabunla ustura ile tıraş oluyor. Elektrikli makine ile tıraş olana kadar çok var' dedi. Dediği de çıktı. Hala Türkiye'de ağırlıklı olarak sabunla, jiletle tıraş yapılıyor. Vehbi Bey'i anlatmak çok zor. Göçebe toplumlarm yerleşik yatırım yapma alışkanlıkları yoktu. Vehbi Bey o alışkanlığı kırdı. Göçebe kültürün hakim olduğu bir ortamda, devlet ilişkilerini, insan ilişkilerini, iş yerindeki çalışan ilişkilerini koordine etmeyi dört dörtlük olarak başardı. Savaştan çıkmış, kişi başı milli gelirin 60-70 dolar olduğu bir ülkede inşaat hamlesi yaptı, numune hastanesinin ihtiyacı olan demir boruyu, kalorifer radyatörünü öngörüp, bunu yurtdışından tedarik etme yeteneğine sahip bir yatırımcıydı. Bunu ölene kadar da sağladı."

"TAM BİR HESAP ADAMIYDI"
Alpay Bağrıaçık, 1972 yılında hesap uzmanı olarak Koç Grubu'na girdi. mesut Zaman içinde mali işler grup başkanı oldu. Koç'taki ilk dönemlerinde Vehbi Koç'tan çok onun sağ kolu, 50 yıllık muhasebecisi İsak de Eskinazis ile çalıştı. Sonraki yıllarda ise Vehbi Koç'un yakından takip ettiği bir yönetici oldu. Bağrıaçık'ın Vehbi Koç'lu yıllarına gelince... O yılları şöyle anımsıyor: "Vehbi Bey'in işteki ilk dönemlerinde Türkiye'de katma değer vergisi yoktu ama lafı ediliyordu. Bana, Vehbi Bey senden katma değer vergisi hakkında bir not istiyor' diye talimat geldi. Oturdum 10 gün araştırma yaptım. Ardından Vehbi Bey'e takdim ettim. Vehbi Bey beğendi. Birkaç gün sonra, 'Bazı yerlere gönderecekmiş' denildi. Arkasından Vehbi Bey'den bana, 'Notunuzu tetkik ettim. Şu noktalar iyi; şu noktaları kötü, tereddütlerim var' diye güzel bir not geldi. Ben o not üzerine 'Herhalde bir müşaviri var ve ona göre notu yazdı' diye düşünüyordum. Fakat zaman geçtikten sonra tamamen kendi görüşleri olduğunu anladım. Ondan sonra 'Bu adam başka bir adam' dedim. Denetim yapıyorum, raporlar yazıyoruz. Bunları okumak sıkıntılı bir iştir. Bakardım, Vehbi Bey okumuş, beni çağırıyor. Hiçbir şeyi okumamazlık yapmazdı. O en büyük özelliğiydi. Onun bu ilgisi nedeniyle her şey detaylı, sağlam bir şekilde yapılırdı. Verilen notu sıkılmadan okuma özelliği, Vehbi Bey'e büyük bir güç kazandırdı. Kişilik olarak kibardı. Bir şey söylemek için ayağa kalkardı. Herkesi dinlerdi. Doğrusunu söylemek gerekirse ben Vehbi Bey'i babamdan daha çok severdim. O da beni çok severdi, arkamda dururdu. Ben en rahat Vehbi Bey'in yanında konuşurdum. Zaten konuşmazsam kızardı. Hiç kendi fikrini empoze etmezdi. 'Ben herkesin aklından istifade edebilecek kadar akıllıyım' derdi. En çok kullandığı cümlesi de şuydu: 'Ben hesap adamıyım'. Projeyi getirene, 'Sen inanıyor musun bu projeye' diye sorardı. Hesabını kitabını yapmadan işe girişmezdi.

29 Ekim 2012 Pazartesi

28 Ekim 2012 Pazar

15 Ekim 2012 Pazartesi

KÜÇÜK ROL YOKTUR , KÜÇÜK AKTÖR VARDIR


Çevrenizdeki insanlara dikkat edin. Bazıları işlerine aşıktır ve büyük düşünüp her bir parçasını büyük bir ciddiyetle yapar... Bazıları ise işlerini sevdiklerini söyler ama gereklerini yerine getirmek söz konusu olduğunda küçük düşünür. 

KÜÇÜK ROL YOKTUR

On yedi yaşındaki kızım Sara İngiltere'de tiyatro öğrenimi görüyor. Senede birkaç defa, okulda sunulmak üzere, bir piyes çalışıyorlar.
Geçenlerde, yeni sahneye konacak bir müzikalde ona verilen rolü küçük bulduğu için öğretmenine şikâyete gittiğini anlattı.
Öğretmeni onu dinlemiş ve "Küçük rol yoktur. Küçük aktör vardır" demiş.

Bu lafa bayıldım.
Önemli olan rolün büyüklüğü değil ne kadar iyi yapıldığıdır.
Önemsenmeyecek kadar küçük rol yoktur. Küçük rollere küçük aktörler burun kıvırır. Büyük aktörler, büyük küçük rol ayırmaz, bütün rolleri mükemmel yapar. Küçük olsun olmasın, her rol mükemmellik talep eder. Büyük küçük, bütün parçaları mükemmel olan şey mükemmel olur.
Harika değil mi?

Shirley MacLaine ile Debra Winger'in baş rollerini oynadığı Terms of Endearment filminde (1983) Jack Nicholson ayyaş, kadın düşkünü bir astronotu oynuyordu.
Unutulmaz bir karakter yarattı ve beş, on dakikalık rolü ile Oscar kazandı.
Milos Forman'ın 1984 tarihli Amadeus filmini klasik yapan şeylerden biri, "küçük" rollerdeki bütün aktörlerin birinci sınıf olmasıdır. İmparator Joshep II’de Jeffrey Jones, Sihirli Flüt operasını ısmarlayan Emanuel Schikaneder'i oynayan Simon Callow, Kappelmeister Bonno’da Patric Hines ve Count Orsini-Rosenberg'de Charles Kay harika idi. Unutulmaz birer karakter yarattılar.
Ve birkaç gün önce yeniden izlediğim, daha az bilinen o inci: 1985'te gösterime giren Robert Mason, John Guilgud, James Fox ve unutulmaz bir öpüş sahnesinin kahramanı Cheryl Campbell'li The Shooting Party. Sadece İngilizlerin çekebileceği lezzette olan film 1913'te asillerin katıldığı bir av partisini anlatıyor. Sade ve abartısız bir keyif.

Küçük rol yoktur, küçük aktör vardır... Düşünecek olursanız bu söz sadece rol sahne için geçerli değildir. Bir iş ahlakının, hayat felsefesinin özetidir.
Küçük okul yoktur. Küçük öğretmen vardır. Küçük devlet yoktur. Küçük devlet adamları vardır. Küçük siyasi parti yoktur. Küçük siyasetçiler vardır. Küçük maç yoktur. Küçük futbolcular vardır. Küçük gazete yoktur, küçük gazeteciler vardır. Küçük banka yoktur. Küçük bankacılar vardır.

Shakespeare: "Bütün dünya bir sahnedir/ Ve bütün erkekler ve kadınlar birer aktördür" diye yazdı. Hayat sahnesinde oynanan, senaryosu olmayan bir oyundur. 

Acaba bu rolü oynayanlar için de "Küçük rol yoktur, küçük aktör vardır" denebilir mi?
"Ne oldu sonunda" diye sordum kızıma.
"Çok iyi oldu. Rolüm küçüktü ama en komik roldü. Herkes en çok bana güldü."
Aristo "Mükemmellik bir alışkanlıktır" demiş... 

DU YU SPEK ENGLİŞ ?


"Ya, nasıl halledeceğiz şu İngilizce olayını? Başlayamadım bir türlü."

"Hocam, var mı şöyle bildiğin iyi bir kurs? İngilizce'ye başlamam lazım hemen."

"Liseden aslında iyi bir temelim var ama çoğunu unuttum. Özel ders mi alsam acaba?" 

"Keşke evlenmeden önce dil öğrenme işini halletseydik. Şimdi vakit bulamıyorum."

Ülkemizde yukarıdaki cümleleri kuran insan sayısı o kadar fazla, ve gerçekten dil öğrenebilen kişilerin sayısı o kadar az ki, ortaya çıkan tablo bir yerlerde mutlaka sorun olduğunun sinyallerini veriyor. Millet olarak İngilizceyle ilgili genetik bir problemimiz olmadığına göre, ya motivasyon sorunumuz var, ya da yöntemlerimiz yanlış. Peki, dil öğrenmeye karar veren bir kişi ne yapmalı? İşte bazı tavsiyeler...

• Öğrenmeye karar verin ve hemen başlayın. Kaç yıl süreceğini, hangi aşamalardan geçmeniz gerekeceğini, masraflarını ve diğer bütün detayları düşünmeden başlayın. Başlamak için bir kelime öğrenmek bile yeterlidir. Karar vermek öğrenim sürecine girmek demektir ve bu da asıl problemi çözer. Yöntem, maliyet, zaman gibi sorunlar bu sürecin içinde sırasıyla çözülecektir.

• Yabancı dil öğrenmeye karar verdikten sonra öncelikli hedef olarak kendinize mutlaka güçlü bir "öğrenme nedeni" sağlayın. Öğrenme nedenlerini belirlemek için bir grup öğrenci arasında yapılan bir soruşturmada şu tür nedenler ortaya konmuştur;

- Yabancı dil bilmediği için iş bulamayan yakından etkilenme
- Turistlerle iletişim kurma dürtüsü
- Türkiye'de iş kaynakları tükeniyor
- İnternette hakim dilin İngilizce olması (%84)
- Satın alınan cihazların kullanma kılavuzlarını okuyabilme dürtüsü
- Kültürümüzü yabancı platformlarda anlatabilmek
- Gelişen dünyayı yakalayabilmek ve değişime ayak uydurabilmek için yazılı ve sözlü kaynaklardan yararlanabilmek

Bu düşünceler içinde baskın olan küme iletişim kurabilme ve iyi bir iş bulabilmek için yabancı dil öğrenmektir. Aslında ülkemizde güçlü bir "öğrenme nedeni" ve gerekli motivasyonu sağlayabilmek için sarı sayfalardaki iş ilanlarına bir göz atmak bile yeterli olabilir. Yabancı dil çoğu zaman bir amaç değil, hedefe taşıyan çok önemli bir araçtır ve bu yüzden geleceğe yönelik kesinlik kazanmış bir perspektifinizin olması dil öğrenme sürecinde çok önemli bir rol oynar.

- Dil öğrenmek için mevcut olan kaynakları sakın bazı yayınevlerinin hazırlamış olduğu kitap ve kasetlerle sınırlı sanmayın. Günümüzde İngilizce eğitimine ilişkin en kapsamlı kaynak İnternettir ve Türkiye'de olmasa da birçok ülkede çoğu insan yalnızca internet üzerinden dil öğrenmekte, eğitim sürecinde olanlar ise mutlaka destek amacıya interneti kullanmaktadır. "Okulsuz Eğitim" kavramı dünya literatürüne girdiğinden beri, "online" eğitim hizmeti veren sitelerin sayısı ve ciddiyeti önemli ölçüde artmıştır. Görünen o ki yakın zamanda insanlar dil öğrenirken parmak kaldırmak yerine, farenin sol düğmesine tıklayacaklar, zil sesinin yerini modem zırıltısı alacak ve diplomamız e-postamıza gelecek. Bir bilim kurgu romanının satırları arasından fırlamış gibi duran bu ifadeler artık daha az sayıda insanı şaşırtıyor. Daha on yıl önce bilgisayarın başında pijamasıyla alışveriş yapan ve karısına "Sevgilim, patlıcan da lazım mı?" diye bağıran bir insan karikatürüne kahkahalarla gülen insanlar, bugün birşeye gülmeden önce iki kez düşünür oldu. Tüm bu gelişmelere rağmen ülkemizde hala "internet eşittir chat" anlayışından kurtulamayan bir kitle var ve bu bilgi "teröristleri" örgüt evi olarak çoğunlukla internet cafeleri kullanıyorlar. Siz sakın bu örgüte dahil olmayın. Yabancı dil öğrenirken mutlaka internetteki kaynaklara ulaşmaya çalışın. 

• Bir yabancı dilin öğrenilmesi, tarih, fizik ya da bir başka dersin öğrenilmesinden farklıdır. Bir dil, ait olduğu toplumun düşünce biçimini yansıtan bir araçtır. Dil toplumla birlikte geliştiği için, yabancı bir dile hakim olabilmenin ilk şartı, o dili konuşan toplum gibi düşünebilmektir. Örneğin, yabancı bir dilde erkek ve kadın için kullanılan kelimeler, o toplumda erkek ve kadının sosyal statülerini ortaya koyar. Başka bir örnek vermek gerekirse Türkçe'de söylenen "Dereyi görmeden paçaları sıvama" atasözü "İngilizce'de "Şişman kadın söylemeden operayı bitti sanma" şeklinde söylenmektedir. Her iki atasözü de aynı amaçla söylenmiş olsa da, kültürel farklılıklar sonucu farklı biçimlere bürünmüştür. Günümüzde sinemanın ve (popüler) müziğin başkenti Amerika olduğu için bu kaynaklardan da faydalanma şansımız yüksektir. Film metinleri ve şarkı sözleri toplumun aynasıdır ve "İngilizce düşünme" sürecini hızlandıran faktörlerdir. 

• Dil öğrenme sürecini mutlaka zevkli bir hobiye dönüştürün. Bunun için yabancı bir dergiye (Newsweek veya Time) abone olun. Sinemaya gittiğinizde İngilizce'nizin mutlaka gelişeceğini bilin ve o bilinçle seyredin. Filmlerden maksimum derecede yararlanmak için eğer gerekli donanım varsa DVD filmleri hem seslendirmesi, hem de altyazısı İngilizce olarak seyredin.

• Eğer evinizde kablolu televizyon veya başka bir sistem varsa, günün belirli bir saati düzenli olarak BBC veya CNN seyredin. Hiç anlamıyorum diye yakınmayın. Bu öğrenme eylemi "bilinçsiz öğrenme" olarak adlandırılır ve öğrendiğinizi anlamazsınız. 

Çoğumuzun başına gelmiştir. Bir alışveriş merkezinde dolaşırken dilimize bir şarkı takılır ve bir süre sonra alışveriş merkezinde de aynı şarkının çaldığını farkeder ve tesadüf sanarak hayret ederiz. Halbuki bu bir tesadüf değildir. Alışveriş merkezinde çalan müziği kulağımız farkeder ve beyine mesajı iletir. Ve biz o şarkıyı söylemeye başlarız ama niye söylediğimizi asla bilmeyiz. Yani bilinçsiz bir uyarılma vardır. Bir süre sonra ancak fonda çalan müziği beyin ayırdeder ve biz bunu tesadüf sanarız. Televizyon seyrederken veya film seyrederken de aynı durum yaşanır. Bu yüzden sakın "hiçbirşey anlamıyorum" diyerek vazgeçmeyin.

• Düzenli olarak mutlaka seviyenize uygun kitaplar okuyun. Eğer seviyenizi bilmiyorsanız ölçünüz şu olsun. Eğer kitabın bir sayfasında 10 kez sözlüğe bakıyorsanız o kitap size göre ağırdır ve bıkkınlığa neden olabilir. Eğer bir sayfada hiç sözlük ihtiyacı duymuyorsanız o kitap da seviyenizin altındadır ve bir fayda sağlamaz. Bu yüzden her sayfada sadece 2-3 kez sözlük ihtiyacı duyacağınız kitapları seçin ve seviyeyi giderek artırın. Peki nereden kitap edinebilirsiniz? 

Beşiktaş Barbaros Bulvarındaki British Council (İngilizce Kütüphanesi) dil öğrenen herkes için büyük fırsatlar içeriyor. Bu kütüphanede az bir ücret ödeyerek çok zengin kaynaklara ulaşabilirsiniz. Her seviyeye uygun hikaye kitapları, dergiler, kasetli kitaplar ve filmlere ulaşmak ve ödünç almak için bu kütüphaneye mutlaka üye olun. Ankara İstanbul ve İzmir''de oturan arkadaşlar Britisih Council''in hizmetinden istifade edebilir. Detaylı bilgi için www.britishcouncil.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.

• Eğer büyük bir engeliniz yoksa hedefleriniz arasında kısa süreli de olsa mutlaka bir yurtdışı gezisi olsun. Yurtdışına çıkma fikri bile birçok insana çok uzak gelmektedir. Genellikle ekonomik kaygılar nedeniyle uzak durulan yurtdışı planları sanıldığı gibi zor değildir aslında. Yapmanız gereken tek şey Amerika veya İngiltere'de yaz boyunca süren yarı gönüllü kamp programlarını araştırmak ve uygun olan bir tanesini seçip katılmaktır. Genelde dört ay süren bu kamplar İngilizce konuşma problemini büyük ölçüde halleder ve dile yeni bir bakış açısı kazanmanızı sağlar.

• Son olarak dili önemseyin ama dil öğrenme işini hafife alın. Hafife almak demek, sürekli nasıl öğreneceğinizi araştırıp kaygıyla beklemeye bir son vermek ve cesaretle ilk adımı atmak demektir. Bisiklete binmeyi öğrenmek isteyen bir kişi nasıl öğreneceği, öğrenirken nelere dikkat etmesi gerektiği, öğrendikten sonra geçireceği evreleri, bisiklet kullanabilen birisi olarak elde edeceği avantajları vs araştırmaya kalkarsa boş yere vakit kaybetmiş olur. 

Bisiklet kullanmak isteyen kişinin yapması gereken ilk iş seleye oturmaktır. Önce düzlük yerde başlayan çalışmalar daha sonra bir yokuşun başında olgunluğa erişir. Rüzgar ilk saçlarını okşadığında bisikletin üzerindeki kişinin hafif bir korku ve tedirginlik oluşsa da, bu duygu çok kısa bir zamanda güven duygusuna dönüşür. Siz de düzlükte ilk adımınızı atın ve bekleyin. Emin olun çok kısa bir süre içinde dik bir uçurumun kenarında aşmış olduğunuz yola bakacaksınız gururla. Rüzgar saçlarınızı okşarken aşağıda hala birbirine "Abi, nasıl öğreniriz bu İngilizceyi yaa?" şeklinde soru soran insanlar görüp şaşıracaksınız.

ÖĞRENCİLER MUTLAKA OKUMALI


A- DERSTEN ÖNCE UYULMASI GERKEN İLKELER:

1. Her öğrenci kendi çalışma ortamına göre bir çalışma planı hazırlamalı ve bu plana mutlaka uymalıdır.
2. Çalışma metodunu dersin özelliğine göre seçmelidir. (Okuma, not tutma, anlatım, tümden gelim, tüme varım gibi) sayısal dersler çalışırken mutlaka metodu olarak yazarak çalışma metodu uygulanmalıdır.
3. Ders çalışmaları mutlaka belli bir yerde sakin bir ortamda bir masa üzerinde yapılmalıdır.
4. Hemen her derste bütün konular çalışılmalı, konular arasında önemli önemsiz ayrım yapılmalıdır.
5. Ders araç ve gereçlerini çalışmaya başlamadan önce hazırlamalı, unutulmamalıdır ki araç ve gereç ihtiyacı olduğunda temin edilmeye çalışılırsa hem zaman kaybına hem de dikkat dağılmasına neden olur.
6. Çalışmaya psikolojik olarak hazır olmayan kişi problemlerinden kendisini soyutladıktan sonra çalışmaya başlamalıdır.
7. Öğrenmeyi aralıklarla yapmalı, bu aralıklarda dinlenmeyi, gezinti, söyleşi, müzik ile yapılabilir.
8. Çalışkan konu kendi başına bir bütün değilse, geçmiş konular gözden geçirilmelidir.
9. Sözel dersler çalışılırken ana düşünceleri dile getiren anahtar kelime ve cümleler tespit edilmeli gerekirse renkli kalemle altları çizilmelidir.
10. İşlenecek konu dersten önce çalışılmalı, anlaşılmayan yerler tespit edilerek derse girilmelidir.
11. Ders çalışılırken motive olunmalı, televizyon karşısında veya yatarak çalışmanın etkinliğini azaltacağı unutulmamalıdır.
12. Düzenli bir defter tutma alışkanlığı kazanılmalı. Tükenmez kalem yerine kurşun kalem kullanmaya özen göstermelidir.
13. Çalışırken bir cevabı ezberlemek yerine konuyu anlamaya veya problemin çözümü yolunu öğrenmeyi seçmelidir.
14. Anlatım dersinin arkasından sayısal (matematik, fenbilgisi gibi) bir ders çalışılmalıdır.
15. Sabah kahvaltısı yaparak okula gelmesi, aksi takdirde ders dinleme dikkatinin azalacağı unutulmamalıdır.

B - DERS ESNASINDA UYULMASI GEREKEN İLKELER:

1. Sınıfta dersler iyi dinlenmesi, ders sırasında başka şeylerle meşgul olunmamalı, anlamadığı yeri anında öğretmenine sormalıdır.
2. Öğretmen dersi anlatırken üzerinde durduğu noktalar ve sınıfa yönetilen sorular not edilmeli ve sonra çalışılmalıdır.
3. Tahtaya yazılan bilgiler ve problem çözümleri dikkatli bir biçimde deftere geçirilmeli ve kontrol edilmelidir.
4. Derslerde devamsızlık yapılmamalı, eğer zorunlu olarak yapılmışsa o dersteki konu arkadaşlardan öğrenilmelidir. Unutulmamalıdır ki bir sonraki konunun öğrenilmesi bir önceki konunun bilinmesine bağlıdır.
5. Sınavlarda soruların cevaplarına geçilmeden önce cevaplar zihinsel tasarlanmalı, kağıtlar verilmeden önce mutlaka kontrol edilmelidir.

C - DERSTEN SONRA UYULMASI GEREKEN İLKELER:

1. Bütün dersler işlendikçe çalışılmalı, konular biriktirilmemelidir.
2. Dersler tekrar edilirken, anlaşılmayan konular tespit edilmeli, bir sonraki derste öğretmenine sorarak öğrenilmeli. Sorarak öğrenilenlerin unutulmayacağı hatırdan çıkarılmamalıdır.
3. Sayısal dersler çalışılırken sınıfta öğrenilen çözüm yollarının yanı sıra başka çözüm yollarının da olup olmadığı kaynak kitaplardan araştırılmalı, özellikle örnek çözümler çoğaltılmalıdır.
4. Zor anlaşılan konular en verimli çalışma saatleri ayrılmalıdır.

JİNEKOLOG KAYA BİLİR !


Diş hekimi Oya Bilir ve jinekolog Kaya Bilir efsanesi yıllardır sürer. Kaya Bilir'i bilmiyoruz ama Oya Bilir gerçekten de var. Adıyla mesleğinin uyumlu olması onu Türkiye çapında bir şöhret haline getirdi. İsimler ve soyadları ister istemez kişinin kariyerini etkiliyor. Hele 'ilginç' bir isme sahipseniz bu kaçınılmaz. Ama illa çarpıcı bir isim olması gerekmez. Mesela, uzmanlara göre, en yaygın erkek isimlerinden Mehmet, karşıdakinde güven hissi uyandırıyor. Sakıp ve Serdar ise zenginliğin sembolü olarak görülüyor. 

İnternette sürekli dolaşan ilginç isimler vardır. En meşhurları da diş hekimi Oya Bilir ile jinekolog Kaya Bilir. Bünyamin Dana, Şaban Tren, Sadık Öküz, Duran Tekerlek, Coşkun Aptal da, internet geyikçilerinin sevdiği isimlerdendir. Bunların hangileri gerçek hangileri efsane bilinmez ama bir şekilde akılda kaldıkları kesin.

Merak ettik, acaba ismimiz hayatımızı, kariyerimizi etkiliyor olabilir mi?

Türkiye'de en çok kullanılan isimler kadınlarda Ayşe, Emine, Hatice, Zeynep; erkeklerde Mustafa, Ali, Hasan, Ahmet, Mehmet. Akrofonolog (isim bilimcisi) Kemal Haluk Cebe isimlerin insanın kariyerini çok etkilediğini söylüyor. K harfi kariyeri temsil ettiği için, isimde bu harfin olmasını tavsiye ediyor. İnsanda güven hissi uyandıran isimlerin başında ise Mehmet geliyor. Cebe, Türk askerine bu yüzden Mehmetçik dendiğini düşünüyor. Buna karşılık, insanda en çok tedirginlik yaratan, olumsuz düşüncelere iten isimler ise Harb ve Mürre imiş. Eğer güçlü bir isim istiyorsanız ismin içinde D ve G harfleri olması gerekiyormuş. A harfiyle başlayan isimler de bu anlamda çok önemli imiş.

İsmin, insanlar üzerinde son derece tesirli ve önemli bir etken olduğunu belirten Cebe, ilk anda size çok sempatik gelen bir isimmin adeta ruhunuzu okşayacağını ve o kişiye karşı çok yoğun ilgi duyabileceğinizi söylüyor.

Meslek guruplarında öne çıkan isimleri tek tek ayırmak son derece uzun süreceğinden Cebe isimlerin içesindeki harflere göre kategorize ediyor, mesela:

L harfi, sanatla ilgili işler yapanlar için ideal. El marifetiyle çalışan herkes için de öyle.

B ve A harfleri, satış ve pazarlamada çalışanlar,

İçinde M ve A olan isimler serbest ticaret yapanlar,

S harfinin isim ve soyadında olması üretici faaliyetlerde ve planlamada çalışanlar,

Z harfi araştırma ve geliştirmede çalışanlar ve

İ ve P aynı isimde yer aldığında psikoloji ve tıp alanında çalışanlar için 'ideal' harfler.

Soyadları öne çıkıyor
İsim değiştirmenin hem kariyeri hem de hayatı değiştirmek olduğunu söyleyen Cebe, ismin kişinin ruhsal bedeniyle bir bütün halinde titreşimleri yaratması gerektiğini düşünüyor:

"5.000 yıl öncesinden Çin'de çocuk doğmak üzereyken 'isim koyucular' çağrılırdı. Bu kişiler çocuğun doğum anında çıkarttığı sesten ona uygun titreşimdeki ismi koyarlardı."

İsimler iş ilişkilerinde de son derece etkin imiş. Birlikte çalışan kişilerin isim titreşimi eşit seviyede ise iyi bir ortaklık oluyor, diyen Cebe, soyadın isimle birlikte titreşim yarattığı için çok etkili olduğunu, bugün birçok firmada daha ziyade soy isimler ön plana çıkarıldığını söylüyor. Sabancı, Demirören ve Koç gibi... "İsim ve soyadı iyi bir bütünlük yaratan frekansı yakalarsa harika bir kariyer olabilir" diyen Cebe hem kadına hem de erkeğe konan (Yüksel gibi, Işık, İsmet,Servet gibi) isimlerin de iş hayatında çok fazla olumsuzluk yaratmadığını söylüyor.

Zenginliğin sembolü Sakıp ve Serdar
Zenginliğin sembolü 2 isim var diyen Cebe bu isimlerin de Serdar ve Sakıp olduğunu söylüyor. Sakıp Sabancı'nın isminin müthiş bir özelliği olduğunu belirten Cebe;

Başta bulunan S harfinin çok iyi proje üretme

A harfinin algılama ve mantığı iyi kullanma

K harfinin yüksek seviyede kariyer

I harfinin hassas ve duygusal olduğu

P harfinin de kendine olan güven anlamına geldiğini söylüyor.

Soyadın ilk harfi olan S, üretilen projeyi çok iyi değerlendirme

A harfi yeri geldiğinde atılgan ve enerjik olduğu

B harfi önsezilerinin güçlü olduğu 

Diğer A harfi mantık ve algılama kuralları

N harfi önsezilerini kullaranak iş yapma

C harfi güzel sanatlara karşı olan duygusallık anlamına geliyor.

Bir diğer önemli isim ise Serdar. İsimden sonra gelen harflerin kullanımı isimleri son derece etkiliyor.

Göbek adınızı kullanın
Ad, soyad ve göbek adı kullanınca çok uzun oluyor, hoş durmuyor diye düşünmeyin, Cebe bunun tam tersini söylüyor. "8 tane isim koyun o daha iyi olur. İspanyolların, Portekizlilerin isim enerjileri çok daha farklıdır. 8-9 isimleri vardır. Ne kadar çok isim ve harf olursa sizin enerjiniz daha çok tetiklenir. Ben göbek adlarını mümkün olduğu kadar kullanmalarını tavsiye ediyorum."

Meclis'te en çok Mehmet var
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki 542 milletvekili arasında en yaygın isim Mehmet. Meclis'te 57 Mehmet, 24 Ali ve 21 Mustafa bulunuyor. Kadın milletvekillerinde ise en yaygın isim 5 kişiyle Fatma. Arkasından da 4 Ayşe geliyor.

Herkes bize Akcennet diye iltifat ederdi
Selin Karacehennem (Psikolojik Danışman Evlilik ve İlişki Terapisti, Yaşam Koçu): 4 sene hergün canlı olarak "Evlilik Sanatı" altında telefon üzerinden terapi yaptım. 2 aydan bu yana da ulusal bir kanalda aynı programı yapıyorum. Bu zaman zarfında insanlara faydalı oldum ki, gerek kitaplarım gerek programlarım beğenilerek devam ediyor. İlk zamanlar bu çok ani meşhur oluşum bazı medya kurumlarını rahatsız etmiş ki; soyadım üzerine gereksiz yazılar çıktı. Ancak, şu ana kadar danışanım veya harici kişiler soyadımı hiç konu etmedi. Kariyerim özellikle bundan çok yarar gördü. O zamanlar ismimi hatırlamayanlar, soyadımdan hatırlayarak beni buluyorlardı. Evlenmeden önceki soyadım olan Özkök'ü de araya ekleyerek programlarımı yapıyor, yazılarımda kendimi Selin Özkök Karacehennem olarak tanıtıyordum. Konuk olarak gittiğim pek çok televizyon veya radyo programlarında iyi niyetli dahi olsalar soyadımın bana niçin böyle olduğu soruldu. Ancak ben her seferinde tarihi bir soyadı olduğunu tekrarladım. Şöyle ki 2. Mahmut zamanında, tarihte "Vakkayı Hayriye" diye geçen yeniçerilerin ortadan kaldırılmasına sebep olan Karacehennem Paşa'nın (yani eşimin büyük büyük dedesinden) olduğumuzu tekrarladım. Soyadımız daha önceleri de bilhassa çok uzun seneler yaşadığımız Amerika'da uzunluğu dolayısı ile zor bulunurdu. Türkiye'de ise çok gülünürdü.
Ancak şahsımızla tam tezat soyadı olduğu için herkes bize "Akcennet" diye iltifat ederlerdi.

'Adım ve soyadım sana teminattır'
Güven Kurtul (Avukat): İsmimi mühendis olan babam vermiş. İlerde mesleğimin ne olacağını kesinlikle düşünmemiş. Zaten mimar olmak istiyordum fakat Hukuk Fakültesi'ni tutturdum. Adımın, soyadımın ve mesleğimin bir bütün olarak çok etkili bir uyum arz etmesinin, gerek mesleğimde, gerekse politik çalışmalarımda büyük yararını gördüm. Dava veren müvekkil, tabii huzursuz ve endişeli olduğundan davayı kazanıp kazanamıyacağımızı sorduğu zaman, "Güven Kurtul. Adım ve soyadım sana teminattır" diyerek daha baştan moral veririm. Keza, davaya bakan yargıçlar dahi, adımı ve soyadımı okudukları zaman tebessüm ederek ve espri yaparak davaya daha baştan olumlu bir hava içinde bakıyorlar. Diğer yandan, 1983 senesinde bürom Sarıyer'de idi. Rahmetli Turgut Özal da Sarıyer Yeniköy mahallesinde oturuyordu. Anavatan Partisi'ni kurarken, Sarıyer'de tabelamı görmüş, beni araştırmış ve Sarıyer İlçe Başkanlığı görevini bana vermişti. Bir yıl sonra yapılan mahalli seçimlerde İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi üyeliğine seçildim ve 5 yıl Meclis Başkanlığı yaptım. Böylece adımın ve soyadımın yararını politikada dahi gördüm. Gerek dava veren müvekkiller gerekse siyasi çalışmalarımda vatandaşlar adım ve soyadımdan dolayı daha çok güven ve sempati duymuşlardır. Adım ve soyadımın doğurduğu izlenim ve pozitif enerji daima ortamı müsbet olarak etkilemiş, espri ve takılmalara neden olmuş, böylece pek çok dost ve çevre edinmiş oldum. Bu nedenden dolayı, isim ve soyadın insan hayatında çok önemli etkileri olduğuna tanık oldum.

İsmimle şoka girenler, soyadımı duyunca bitiyor
Oral Sökücü (Diş Hekimi): Ailemde hiç diş hekimi yok. Bu isim bana verildiğinde anlamını ne annem ne de babam biliyormuş. Kıbrıs Barış Harekátının cereyan ettiği dönde doğmuşum. Annem ve babam da Almanya'da yaşıyordu. Kıbrıs harekátı esnasında uçağının düşmesi sonucu bir pilotumuz şehit oluyor. İsmi de Oral. Muhtemelen bizimkilerin de vatan hasretinden dolayı bu isme karar veriyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse diş hekimi olana kadar hiç etkisi olmadı. Taa ki fakülteye ayak basana kadar. Üniversiteye başladığımın 2 veya 3'üncü günü diş hekimliği fakülte panosunda bir kalabalık öğrenci topluluğu gördüm. Öğrenciler panoya bakıp kahkaha atıyorlardı. "İsmi bak, Oral Sökücü. Kim bu doğuştan fanatik diş hekimi?" diye güldüklerini görünce olayın ciddiyetini anladım. O günden sonra klasik olarak çoğu ilk tanıştığım kimseler annem ya da babamın bir diş hekimi olduğunu düşündüler. Ben de ısrarla olmadığını söylemekle zorunda kaldım. Ve böyle de geçecek sanırım. Hastalarımın çoğu çocuklardan oluşuyor, o yüzden onların tepkisi olmuyor. Ama ebeveynlerinin ve bilhassa doktor olanları ilk etapta şaşırıyor. Daha sonra ifadelerinde "doğru adreste olduklarını" düşündüklerini söylüyorlar. Yani ismimin bana pozitif bir etkisi olmuştur. Adım daha az unutulan bir isim oldu. Mesela şu an yeni göreve başladığım Gaziantep Üniversitesi'nde tanıştığım öğretim üyeleriyle ismimi söyleyince "o siz miydiniz" diyorlar. Adımın meslekle ilgili olmasından dolayı daha popüler daha tanınır olduğumu düşünüyorum. Özellikle bu ismin anlamını bilen bireyler zaten belirli bir sosyo ekonomik seviyede olduğu için (bilhassa doktor) bana hep faydası olmuştur. Mesela henüz daha yeni diş hekimliği fakültesi öğrencisi iken dekan yardımcımız yanına çağırıp "Adın ne güzel ben de çocuğum olursa adını Oral koyacağım" demişti. O zaman arkadaşlar arasında havam inanılmaz artmıştı. Ben de tabii bir de isime ilaveten soy isim faktörü var. İsmimde şoka giren bireyler soy ismi de duyunca tamamen iptal oluyorlar. Yurt dışında bir kongrede konuşmamı yaptıktan sonra bir yabancı meslektaşımla tanıştım. Bana yabancı menşeili misin diye sordu.(Muhtemelen isim yabancı bir anlamı olunca) "Hayır Türküm" dedim. Bana güldü ve "Mesleğinle uyuşmuş" dedi gülerek. Ben de "Soy isimimi söylemeyeyim buna kalbiniz dayanmaz" dedim. Soyadımın yabancı dilde anlamını söyleyince ilk önce inanmadı şaka yaptığımı sandı. Ama gerçek olduğuna inandıktan sonra gülen yabancı meslektaşımı kahkaha komasından çıkarmak oldukça güç oldu.

İLGİNÇ İSİMLERİYLE NASIL 'GEÇİNİYORLAR'?

Çocukken başıma dert oldu, sonra sermayeye dönüştü
Aşkım Kapışmak (Davranış Bilimleri ve İletişim Uzmanı): Aşkım ismini rahmetli anneannem koymuş ve ben doğduğumda kucağına alıp: "Herkes sana Aşkım desin, seni sevsin" demiş. Soyadıma gelince, gerçek soyadım, yani dedeminki, Kapışmaz ama nüfus memurunun gazabına uğrayanlardanım. Kapışmak yapmış ve hayatımın değişmesine yol açan kişi olmuş. Çünkü ismim sevgiyi, aşkı, soyadım ise aşkta kavgayı çağrıştırıyor.

Kurumlarda ikili ilişkiler ve iletişim seminerlerini stand-up şeklinde veriyorum. Bu yüzden de adımı soyadımı sahne adı zannediyorlar. Yıllar önce adım ve soyadım birkaç gazetede haber olunca, TV programlarından teklifler gelmeye başladı. Tüm davetlerin nedeni, ilk önce ismim, mesleğim ve yaptığım stand-up'lardı. Daha çok futbolcular ve iş dünyasıyla çalışıyorum. Bire bir danışmanlık yaparken, seans bitiminde erkekler "Ya hocam size başka isimle seslensek olur mu" diyorlar.

Anaokullarına danışmanlığa gidiyorum. 4-5-6 yaş grubu öğrencileri aşkım kelimesini duyunca çok gülüyorlar. Okulda öğretmen arkadaşlar bana Aşkım dediklerinde çocuklar eve gidip "Anne öğretmenim o abiye aşık olmuş" diyorlarmış sürekli.

Aile faciasına sebep oluyordu
Bazen şirketlere eğitim anlaşması yapmak için gidiyoruz. Toplantı başladığında yöneticilerin ilk soruları "Aşkım Kapışmak nasıl bir isim?" oluyor. İş anlaşmalarında herkesin stresi ilk anlardır. Benim hiç böyle bir derdim olmadı. Tüm görüşmelerim eğlenceyle sürdü, adım sayesinde. Kurumlar ve bireyler marka çalışmasına bütçe ayırırken benim böyle bir endişem olmadı. İsmim ve soyadım kendi çalışmasını yaptı. Geçen sene bir imza günü yaptık. Gelenler imza alıp, numaramı istediler. 3 gün sonra telefonum çaldı. Bir erkek bana "Mustafa ile görüşebilir miyim" dedi. Yanlış aradınız, dedim. Kimsiniz dedi, siz kimi arıyorsunuz dedim. "Beyefendi size bir şey anlatmam lazım, 3 gündür kafayı yiyorum, eşimin bir notu elime geçti, üzerinde aşkım yazıyor altında da bu numara" dedi. Ben de "Beyefendi benim adım Aşkım, eşiniz de imza günüme katıldı herhalde" dedim. Adam öyle bir ohhh! çekti ki anlatamam. Kemer'de bir otele eğitime gittik. Seven Hill Yönetim Kurulu Üyesi Zeynel Özbek de vardı. Lobiye geldik. İki kişiyi şimdilik bir odaya alacaklarını söylediler. Zeynel Bey hemen lafa girip: "Biz seninle birlikte kalalım Aşkım" deyince bütün lobi bir Zeynel'e bir de bana şaşkın şaşkın bakmaya başladı. Zeynel durumu anlayınca "Kimliğini çıkarıp arkadaşlara gösterir misin" diyince çok güldüm. Siz işinizi iyi yapınca adınız ya da markanız değerinizi artırıyor. Bazı isimler küçükken alay konusu oluyor ama ileride sermayeye dönüşüyor. Benimki de bunlardan. Çocukken çok dalga geçildi ama şimdi bana faydası çok. İşime olumsuz hiçbir etkisi olmadı. Sadece birebir ya da kişisel sıkıntılarım oldu. İşimde de insanların beynine çapalandım hep.