Bu Blogda Ara

2 Kasım 2012 Cuma

TEK KİŞİLİK BAŞARI ÖYKÜSÜ


KARŞINIZDA KENDİ ÇABALARIYLA ZENGİN OLAN EN GENÇ KADINI

Kendi hayatındaki bir eksiklikten yola çıktı... Eğitimini almadığı, hiçbir bilgiye sahip olmadığı bir alana adım attı...Tüm bunları yaparken kimseden yardım almadı...İşte dünyanın kendi çabalarıyla zengin olan en genç kadınının başarı öyküsü...

Ofiste giymek için bacağı nemlendirmeyen bir çorap arayışı bugün ABD'li Sara Blakely'e (41) "Dünyanın kendi çabalarıyla zengin olan en genç kadını" ünvanını kazandırdı. Nasıl mı? İşte detaylar..

Modern dönemin kadınları için her zaman çok önemli olduğu halde çözümsüz kalan toplayıcı ve görünmez çorap korseleri geliştiren Blakely, bugün 1 milyar dolar ciro yapan dev bir şirketin sahibi. Forbes dergisinin "2012'nin Milyarderleri" özel baskısına kapak olan Blakely'nin, etkileyici hikayesine geniş yer verildi. 153'üncü sırada bulunan Blakely'i bu listeye taşıyan ise ne bir şirket ne bir reklam ne de bir yatırımdı.

Disneyland'da Çalışıyordu

Bilinen yöneticilerden çok farklı özelliklere sahip olan Blakely, kendini toplum içinde konuşmaktan çekinen, uçak ve yükseklik korkusu olan biri olarak tanımlıyor. Disneyworld'ün Florida'daki şubesinde sıradan bir çalışanken parmakları açık ve vücudu toparlayan bir çorap ihtiyacı duyan Blakley, bu ürünü kendisi yapmaya karar verdi. Daha önce hiçbir moda veya pazarlama deneyimi bulunmamasına rağmen biriktirdiği 5 bin dolarını çorap işine yatırmak için ayırdı.

Ülkede dolaşarak istediği türden çorabı dikebilecek fabrika aramaya başlayan Blakely, fikir ve marka hakları konusunda da yine kimseden yardım almadan hareket etti. Akılda kalması kolay olduğu için markasına "Spanx" ismini uygun bulan Blakely, pazarlama teknikleri ve logo hazırlamayı da internet üzerinden öğrendi. Tek başına ilerlemekte ısrarcı olan Blakley, bu tavrının karşılığında dünyanın 104 kadın milyarderi arasına girdi.

Oprah Winfrey Etkisi

ABD'nin ünlü talk show sunucusu Oprah Winfrey'nin 2000 yılında programında "En favori ürünüm bu yıl Spanx korseler" demesi, Blakley için adeta sihirli bir değnek etkisi yarattı. Henüz bir internet sitesi bile bulunmayan Spanx korseler, talep rekorları kırdı. İlk yılında 4 milyon dolarlık hacme erişen şirketin cirosu, ikinci yılında 10 milyon doları bulmuştu. Kendisinden habersiz reklam yapan Winfrey dışında, Blakely hiçbir yatırımcının veya reklamcının teklifini kabul etmedi.

Kırmızı halı için vazgeçilmez bir ürün halini alan korselerin müdavimleri arasında aktris Gwyneth Paltrow, Emily Blunt ve Octavia Spencer gibi isimler yer alıyor. Evli ve bir çocuk sahibi Blakely hayatındaki değişimi, "Bana kalırsa para ihtiyacı daha çok kendiniz olmanızı sağlıyor" diyerek özetliyor.

Sara Blakely hakkında daha fazla bilgiyi ilgili wikipedia sayfasından öğrenebilir, ürünü spanx için www.spanx.com ’u inceleyebilirsiniz.

"İhtiyaç" ve "Hareket etme" olgularının bir insanı nasıl girişimciliğin zirvesine çıkardığına çok güzel bir örnek olan ve "Genel bir ihtiyacı farkettiğinizde ürünleştirin!" kuralını bir kez daha bize hatırlatan bu haberimizi kadın girişimcilerimiz başta olmak üzere tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

HAYALLERİNİZ , EN BÜYÜK SERVETİNİZ...



Önce hayal gücü vardı... Dünyayı değiştiren her şey bir zamanlar hayaldi... Dünyayı hayallerinin peşinden gitmeye gücü olanlar değiştirdi. Hayalleriyle büyük bir başarıya imza atan Steve Jobs, milyonlarca kişiye de ilham kaynağı oldu.

KALBİNİN VE SEZGİLERİNİN YOLUNU TAKİP ET!

Tarih 21. yüzyılı, insanların hayalleriyle servet yaratabildiği bir yüzyıl olarak tanımlayacak ve buna en iyi örneklerden biri Steve Jobs olacak hiç kuşkusuz.

Bütün keşifler, büyük sanat eserleri, dünyayı değiştiren icatlar hep hayal gücünün ürünleridir. Bir hayali hayata geçirmek tanrısal bir güce sahip olmak gibidir.

Hayal etmenin özünde mevcudu değil daha iyisini istemek vardır. Steve Jobs'un da çıkışı mevcut düzene bir isyandır. Apple'ın amblemi ısırılmış elma, Adem'in cennetten kovulmasını simgeler. Yarattığı bütün ürünler dönemin egemen markalarına bir karşı koyuştur.

Steve Jobs bir mucit değildir, hiçbir icada imza atmamıştır; ama olağanüstü bir yaratıcıdır. Ne cep telefonunu, ne de laptopu bulan Apple'dır; ama Apple icat edilmiş pek çok teknolojik ürünü olağanüstü bir sadelik, estetik ve işlevselliğe dönüştürmüştür. 

Steve Jobs her yaratıcı gibi buyurgan bir kişiliğe sahipti. Yarattığı ürünler, kullanıcısına geniş özgürlükler sağlamıyordu. Mac bilgisayarda her program çalışmaz, işletim sistemi kendine özgüdür. Sadece bilgisayarlarda değil, Ipod, Iphone ya da Ipad'lerde de durum aynıdır. Bu ürünleri satın alanlar, Steve Jobs'un istediği gibi davranmak zorundadırlar. Buna rağmen Apple müşterileri gönüllü olarak özgürlüklerinin sınırlanmasını kabul ederler. Dışarıdan bakana tuhaf gelen bu durum onlar için bir gurur kaynağı haline gelir. Bu ürünleri kullanan Apple’cılar zaman geçtikçe kendilerini diğerlerinden farklı görmeye başlarlar, Steve Jobs'un isyanının parçası olurlar. Apple ürünlerini kullanmak bir hayat tarzının göstergesi haline gelir.

Kullanıcıya sihirli bir dokunuşu vardır Steve Jobs'un.

Ürünlerin tasarımındaki "buyurganlık" şirket yönetimine de yansımıştır. Steve Jobs'un otoritesi bütün şirkete sinmiş durumdadır. Apple bu zamanın ruhunu yansıtan bir şirket olsa da çalışanını özgür bırakan bir kuruluş değildir. Şirketin her kademesinde Steve Jobs'un buyurganlığı hâkimdir. Sadece buyurganlığı değil aynı zamanda "mükemmeliyetçi bir talepkârlığı" vardır. Steve Jobs'un yakınlarında çalışmak çok zordur. Çok fazla talepkar olması, yakınındakiler için kolay katlanılır bir durum değildir; ama bugün itibariyle Apple'ın dünyanın en değerli şirketi olmasının en önemli nedeni belki de bütün çalışanların Steve Jobs'un düşüncelerini hayata geçirmek için tek yumruk gibi bütünleşmesidir.

Steve Jobs hiçbir icat yapmamıştı ama yarattığı ürünlerinin hepsi kelimenin tam anlamıyla birer inovasyondu. Yaptığı bütün inovasyonlarının kökeninde kullanıcının hayatını kolaylaştırmak vardı. Apple kullananların ürünlerden duydukları memnuniyet, yaşadıkları deneyimden elde ettikleri tatmin onları birer Steve Jobs hayranına dönüştürüyordu. 

Steve Jobs bana göre, her şeyden önce bir deneyim mimarıydı. En büyük başarısı mevcut bir teknolojinin insanla ilişkisini bir antropolog gibi inceleyip onu benzersiz bir deneyime dönüştürme yeteneğiydi. Jobs'un bu yeteneği Apple'ın devrim yapmasını sağladı. 

İnsanın nesnelerle ilişkisini inceleyen ve daha konforlu kullanım deneyimi yaratmayı amaçlayan "ergonomi" disiplinini çok iyi özümsemiş bir insandı. Yarattığı ürünlerin "ergonomik" olmasından katiyen taviz vermedi. Jobs verdiği farklı röportajlarda sık sık "Tasarım tuhaf bir kelime. Bazı insanlar tasarımın dış görünüşle ilgili olduğunu düşünür. Elbette öyledir ama eğer biraz daha derine inerseniz gerçekte tasarım nesnelerin nasıl göründüğüyle değil nasıl işlediğiyle ilgilidir. Mac'in tasarımı, onun nasıl göründüğüyle ilgili değildir, dış görünüş tasarımın sadece bir parçasıdır. Ama öncelikle Mac'in nasıl çalıştığıyla ilgilidir." der.

Apple'da bütün ürün geliştirme süreci kullanıcının ihtiyacını anlamak ve onun hayatını kolaylaştırmak felsefesine dayalıydı. Bugün milyonlarca insanın Apple'a hayran olması ürünlerin sıra dışı olmasındandır. 

Steve Jobs'un çağın ötesinde bir estetik anlayışı vardı. Bir Amerikalıdan çok bir İtalyan’dan beklenen estetik anlayışına sahipti. Üstelik her yaratıcıda olduğu gibi onun estetik anlayışı da tartışmaya pek açık değildi. Ona göre "zevk" kullanıcıya göre değişen bir kavram değildi. Estetiğin standardını kendisi belirliyordu. Bence de hiç haksız değildi. Apple yapıyordu ve çok da güzel oluyordu. Steve Jobs'un buyurganlığı burada da kendini gösteriyordu. "Zevklerin herkese göre değiştiği" safsatasına karşı çıkıyordu, estetiğin öğrenilmesi gereken bir değer olduğunu savunan bir dünya görüşü vardı. 
Steve Jobs vefat ettiğinde Barack Obama "Dünya büyük bir hayalperesti kaybetti." dedi. Obama, Jobs’un "Farklı düşünecek kadar cesur, dünyayı değiştirebileceğine inanacak kadar gözü pek ve bunu yapabilecek kadar yetenekli." olduğunu söyledi. 

Hakikaten Steve Jobs'un hayal gücü, zekâsı, başarma arzusu ve enerjisi, hayatımızı zenginleştiren ve geliştiren sayısız yeniliğin kaynağı oldu. Jobs yarattığı efsanevi Apple markasından daha çok, kendi ilham verici yaşam öyküsüyle "hayal gücünün alabileceği yolun sınırı olmadığını" bize kanıtladı. Jobs "Müşterilerine ürün satan değil, onların içindeki gizli dâhileri harekete geçirmek için yardımcı olanlar kazanır." diye özetlediği felsefesiyle iş dünyasına taptaze, yepyeni bir soluk getirdi.
Albert Einstein "Hayal gücü bilgiden daha değerlidir." der. Bilgi sınırlıdır ve son kullanma tarihine sahiptir. Hayal gücünün ise ne sınırı ne de son kullanma tarihi vardır. Daha da ötesi hayal gücü hep yeni bilgilerin yolunu açar.

Jobs hayatıyla ve yaptıklarıyla Einstein'ın bu sözünün canlı kanıtı gibiydi. Jobs önce ailesi tarafından istenmeyerek başka bir aileye evlatlık olarak verildi sonra kendi kurduğu Apple'ın yönetim kurulundan atıldı. Ünlü Stanford konuşmasında Apple'dan atılışını kendi başına gelmiş "en iyi şey" olarak tanımlayacaktı. Başarılı olmanın ağırlığından kurtulmuş başarısız olmanın hafifliğine kavuşmuştu, her şeye taptaze bir başlangıç zihniyle yaklaşma özgürlüğüne kavuşmuştu.
Apple'dan ayrı kalmak zorunda olduğu yıllar ona çok iyi geldi. Başarının bazen de kendimizi güvende hissettiğimiz "konfor alanlarından" çıkarak yeni arayışlarla mümkün olduğunu bize öğretti. Oysa kendi şirketinden atıldığında çok üzüntülüydü. Şirketinden uzakta geçireceği yıllarda elde edeceği deneyimlerin onun daha sonra - Apple'a geri döneceği zaman-başarısının esas nedenleri olacağını henüz bilmiyordu. Stanford konuşmasında öğrencilere, "İnsan yaşarken anlayamıyor, noktaları ancak daha sonra birleştirip, anlamlandırıyor." demişti.

On bir sene sonra başına geçtiği Apple'ı kısa zamanda dünyanın en değerli şirketi yaptı. Steve Jobs, 21. yüzyılın başlangıcına damgasını vurdu. Hayatı kısa sürdü ama etkisi çok uzun sürecek, hiç unutulmayacak.

Steve Jobs'un yaptıkları hepimize ilham verdi. Bu yazıyı onun Stanford öğrencilerine yaptığı konuşmasının son bölümüyle bitiriyorum:
"Hayatta sahip olduğunuz zaman sınırlı, bunu başkalarının hayatlarını yaşayarak ziyan etmeyin! Başkalarının düşüncelerinin eseri olan dogmaların tuzağına düşmeyin! Kendi içsesinizi başkalarının sesinin bastırmasına izin vermeyin! Ama en önemlisi, sizin ne yapmak istediğinizi en iyi bilen kalbinizin ve sezgilerinizin yolunu takip etme cesaretini gösterin. Geri kalan her şey teferruattır."

DUAYENDEN EFSANE MEKTUPLAR


Zekası, çalışkanlığı ve vizyonerliğiyle sembol isim haline geldi. Türk iş dünyasının efsane girişimcisi Vehbi Koç, efsaneleşen mektuplarıyla yöneticilerini yönlendirdi, takdir etti, eleştirdi. İşte o yöneticiler ve Vehbi Koç'un onlara yazdığı mektuplar...

DUAYENDEN MEKTUPLAR

Vehbi Koç’un yöneticileri ve onlara yazdığı mektuplar...

Onun iş dünyasında bıraktığı kadar etkili bir izi, bugüne kadar hiç kimse bırakamadı. Zekası, çalışkanlığı ve vizyonerliğiyle dev bir topluluk yarattı. Türk iş dünyasının efsane girişimcisi Vehbi Koç, sektöründe ilk olan şirketlerini kurarken yalnız değildi. Hep yönetici olarak en iyi isimleri seçti. Onların en sıkı takipçisi oldu. Efsaneleşen mektuplarıyla yöneticilerini yönlendirdi, takdir etti, eleştirdi. Bugün o mektuplar, bir zamanlar en yakın çalışma arkadaşı olan yöneticileri tarafından değerli bir hatıra olarak saklanıyor. İşte o yöneticiler ve Vehbi Koç'un onlara yazdığı mektuplar...

"SIKI TAKİP MOTİVASYON SAĞLARDI"
Uğur Ekşioğlu, Koç Grubu'nun eski genel koordinatörlerinden... Henüz 22 yaşında Koç Grubu'nda Vehbi Koç'un teklifiyle işe başladı. Özellikle satış konusundaki gücüyle dikkatleri çekti. 38 yıllık Koç Grubu kariyeri boyunca Vehbi Koç'un yanından ayırmadığı bir numaralı yöneticisi oldu. Bu uzun süre içinde Ekşioğlu, patronuyla iletişimini ağırlıklı mektuplar üzerinden yürüttü. Bugün o günleri anımsayan Ekşioğlu, patronuna ve halen sakladığı mektuplara ilişkin duygularını şu sözlerle ifade ediyor: "Beni Vehbi Bey, okuldan seçerek aldı. Üniversiteyi birincilikle bitirdim. İş hayatımın ilk gününden itibaren onun dizinin dibindeyim. İlk çalıştığım şirket, Beyoğlu'ndaki merkez Beko Ticaret mağazasıydı. Akşamları saat 5 civarında gelir, yukarıda bir odaya çekilirdi ve kendine gelen mektupları okuturdu. Sonraki yıllarda çeşitli görevlere geldim. Vehbi Bey, bir görevden diğerine akandığımı benden neler beklediğini, yaptığım işlerin sonucu hakkıda neler düşündüğünü hep mektuplar aracılığıyla bana iletti. Duygu ve düşüncelerini mektuplarından öğrendim. Bu şekilde bir patron olarak bizi hep yakından takip ettiğini bilirdik. Bu bir anlamda güçlü bir motivasyon sağlardı. Her zaman kendimizi anlatabileceğimiz bir patronumuz olduğu hissiyatımız da vardı. Ancak diğer yandan bu kadar yakın takip, lehimizde olduğu kadar aleyhimizde de sonuçlar doğuruyordu."

"MÜTHİŞ BİR DİNLEYİCİYDİ"
Hasan Subaşı 1969 yılında ilk iş görüşmesini Koç Holding'de yaptı. Vehbi Koç'la 1 saat süren iş görüşmesi sonrasında başlayan Koç yolculuğu, onu proje mühendisliğinden yönetim kurulu başkan vekilliğine taşıdı. 1983'te Arçelik'in genel müdürü oldu. Arçelik'in otomatik çamaşır makinesi üretimine giriş kararı aldığı süreçte projenin sunumunu o yaptı. Onun başarılı sunumundan etkilenen Vehbi Koç dönemin yöneticisine yazdığı mektupta, "Takdimi yapan Hasan Bey'i beğendim. Kuvvetli ve sempatik bir genç" diye belirtti. Uzun yıllar Vehbi Koç'la birlikte çalışan Subaşı, bugün eski mektuplarına baktığında patronunu şöyle anımsıyor: "Ben Arçelik'in genel müdürüyken Vehbi Bey de yönetim kurulu başkanıydı. Arçelik, topluluk için çok önemli ve bu nedenle Vehbi Bey'in dikkatle izlediği bir şirketti. 1983'ten 1996 yılına kadar çok yakın bir iş beraberliğimiz oldu. Ondan çok şey öğrendim. Öncelikle düzenli bir insan ve müthiş bir dinleyiciydi. Dinledikten sonra her şeyi özetlenmiş bir şekilde net ifade ederdi.

Mektupları da öyleydi. Konuşmaları özetler ve sonra yapılacakları yazardı. '3 ay sonra şunu yapacaksın' diye hedefler koyar, zamanı geldiğinde takip ederdi. Mektuplarında yapılacakları ya da uyarıları dile getirirken bir babanın çocuklarıyla konuşmasına benzer bir üslubu vardı. Gözü hep üzerimizdeydi. İyi niyetli yapıldığına ve kişisel bir kazanç olmadığına emin olduğu zaman hata yapmamıza da müsaade etti. İlginç olan Vehbi Bey, ortaokul terktir. Ben mühendislik okudum, MBA yaptım, bir alay kitap okuyorum. Ama yönetmek ve girişimcilik onun doğasında vardı. Nasıl Mozart bir senfonisini dinlemeden duymuş ve yazmış, Vehbi Bey de yönetim sanatını içten bilen bir insandı. Kitaplarda yazan her şey Vehbi Bey'in uyguladığı şeylerdi: Delege etmek, motive etmek, uyarmak, yoldan sapmışsa tekrar raya oturtmak gibi... "

"MÜDAHALE ETMEZ, UFUK AÇARDI"
Cengiz Solakoğlu da Koç Holding'in başarılı yöneticilerinden biri. Tam 38 yıl çalıştığı grupta birçok başarıyaimza attı. Solakoğlu, Beko ve Arçelik'in genel müdürlüğünü yürüttü. 1991 yılında da Koç Holding Tüketim Grubu Başkan Yardımcılığı yaptı. 1996-98 yılları arasında holdingde yürütme kurulu üyeliğinde bulundu. 38 yıl boyunca Vehbi Koç'la yakın çalışma fırsatı buldu. Özellikle 1990-1996 yılları arasında Vehbi Koç'un en yakın çalıştığı yöneticilerinden biriydi. Solakoğlu, o günlere ve Vehbi Koç'la ilişkisine dair şunları paylaşıyor: "Ben Vehbi Koç'un tanımını kendimce şöyle yapıyorum: Allah'ın vermiş olduğu zekayı ve yeteneklerini büyük bir disiplin içinde sonuna kadar kullanan iyi bir birey, iyi bir vatansever, iyi bir sanayici, iyi bir işadamı ve iyi bir Müslüman. Her dönemde ölçülü olmayı, en önemlisi karşındakini çok iyi dinlemeyi, verilen bir bilgiyi sonuna kadar doğruluğunu tetkik edip öyle özümsemeyi ve ona göre hareket etmeyi ilke edinmişti. Başarısında 3 büyük unsur vardı: Yapacağı işin doğruluğunu enine boyuna tetkik etmesi. İşi yapacak doğru adamı bulması. Bilgi akışını sağlayacak doğru sistemi kurdurup denetlemesi. Vehbi Bey, bakkal dükkanı hariç hiçbir işi kendisi yönetmedi. İşi yönetecek adamları özenle seçti. Onları yönlendirdi, yetkilendirdi, denetleyerek sonuç aldı. Her şeyi kontrol altında tuttu. Toplantılarda karşı fikirleri çatıştırır, kendi fikirlerini kesinlikle söylemezdi. Bir yatırını kararı alınırken bile kendi fikrini söylemez, 'Madem istiyorsunuz, yapalım, hesabı ben size sorarım' derdi. Ve böylelikle insanları iki misli sorumluluk altında çalıştırmaya çalışırdı. Geri bildirim, Vehbi Bey'in en önemli özelliklerinden biriydi. Mektuplarla geri bildirim yapardı. Sadece yöneticilere değil aileye ve hükümete de mektup yazardı.Müthiş bir yazılı kültürü vardı. Bu şekilde insanları yönlendirir, olumlu ya da olumsuz unsurlara dair geri bildirim yapardı. Benim en büyük şansım böyle bir insanın yakınında olmam. Ondan çok şey öğrendim. Vehbi Bey yöneticilere müdahale etmez, ufkunu açardı. Çok boyutlu görmesini sağlayacak şekilde yönlendirirdi. Özetle Vehbi Koç ile yakın çalışan bir yöneticinin yanlış yapma imkanı yoktu."

"ÖNGÖRÜLÜ BİR YÖNETİCİYDİ"
Mesut Ilgım, 33 yılını Koç Grubu'nda geçirdi. Grup bünyesinde Bürosan'dan Beko'ya birçok şirkette görev aldı. Divan'da üst düzey yöneticilik yaptı. Bu süreçte Vehbi Koç'la yakın çalıştı. Ilgım, Koç'u, mektuplarını ve Vehbi Koç'un kendisi üzerinde bıraktığı etkiyi şöyle anlatıyor: "Vehbi Bey'in dillere destan bir takipçiliği vardı. Vehbi Bey'de unutmak diye bir şey yoktu. Zaman planlamasını çok iyi yapardı. Önem verdiği işlerin peşinde olurdu. Tatil için her yıl Erdek'e giderdi. Pınar Hotel'de tatil yapardı. Orada arkadaş grubuyla birlikte siyaset konuşur, köylü varsa köylülerle sohbet eder, örneğin bir köylü incir topluyorsa kaça sattığını sorardı. Seyahat sonrasında da tüm bunları bilgi mektubunda yazardı. Vehbi Bey dinlemesini bilen bir insandı. Öngörülüydü.

Vehbi Bey'in hayatı işti. Simtel'de çalışırken 1968-71 arası Türkiye'de elektrikli tıraş makinesi üretmeyi düşündük. Vehbi Bey'e konuyu ilettik. Dinledi, sonra 'Türkiye'de erkeklerin yüzde 90'ı sabunla ustura ile tıraş oluyor. Elektrikli makine ile tıraş olana kadar çok var' dedi. Dediği de çıktı. Hala Türkiye'de ağırlıklı olarak sabunla, jiletle tıraş yapılıyor. Vehbi Bey'i anlatmak çok zor. Göçebe toplumlarm yerleşik yatırım yapma alışkanlıkları yoktu. Vehbi Bey o alışkanlığı kırdı. Göçebe kültürün hakim olduğu bir ortamda, devlet ilişkilerini, insan ilişkilerini, iş yerindeki çalışan ilişkilerini koordine etmeyi dört dörtlük olarak başardı. Savaştan çıkmış, kişi başı milli gelirin 60-70 dolar olduğu bir ülkede inşaat hamlesi yaptı, numune hastanesinin ihtiyacı olan demir boruyu, kalorifer radyatörünü öngörüp, bunu yurtdışından tedarik etme yeteneğine sahip bir yatırımcıydı. Bunu ölene kadar da sağladı."

"TAM BİR HESAP ADAMIYDI"
Alpay Bağrıaçık, 1972 yılında hesap uzmanı olarak Koç Grubu'na girdi. mesut Zaman içinde mali işler grup başkanı oldu. Koç'taki ilk dönemlerinde Vehbi Koç'tan çok onun sağ kolu, 50 yıllık muhasebecisi İsak de Eskinazis ile çalıştı. Sonraki yıllarda ise Vehbi Koç'un yakından takip ettiği bir yönetici oldu. Bağrıaçık'ın Vehbi Koç'lu yıllarına gelince... O yılları şöyle anımsıyor: "Vehbi Bey'in işteki ilk dönemlerinde Türkiye'de katma değer vergisi yoktu ama lafı ediliyordu. Bana, Vehbi Bey senden katma değer vergisi hakkında bir not istiyor' diye talimat geldi. Oturdum 10 gün araştırma yaptım. Ardından Vehbi Bey'e takdim ettim. Vehbi Bey beğendi. Birkaç gün sonra, 'Bazı yerlere gönderecekmiş' denildi. Arkasından Vehbi Bey'den bana, 'Notunuzu tetkik ettim. Şu noktalar iyi; şu noktaları kötü, tereddütlerim var' diye güzel bir not geldi. Ben o not üzerine 'Herhalde bir müşaviri var ve ona göre notu yazdı' diye düşünüyordum. Fakat zaman geçtikten sonra tamamen kendi görüşleri olduğunu anladım. Ondan sonra 'Bu adam başka bir adam' dedim. Denetim yapıyorum, raporlar yazıyoruz. Bunları okumak sıkıntılı bir iştir. Bakardım, Vehbi Bey okumuş, beni çağırıyor. Hiçbir şeyi okumamazlık yapmazdı. O en büyük özelliğiydi. Onun bu ilgisi nedeniyle her şey detaylı, sağlam bir şekilde yapılırdı. Verilen notu sıkılmadan okuma özelliği, Vehbi Bey'e büyük bir güç kazandırdı. Kişilik olarak kibardı. Bir şey söylemek için ayağa kalkardı. Herkesi dinlerdi. Doğrusunu söylemek gerekirse ben Vehbi Bey'i babamdan daha çok severdim. O da beni çok severdi, arkamda dururdu. Ben en rahat Vehbi Bey'in yanında konuşurdum. Zaten konuşmazsam kızardı. Hiç kendi fikrini empoze etmezdi. 'Ben herkesin aklından istifade edebilecek kadar akıllıyım' derdi. En çok kullandığı cümlesi de şuydu: 'Ben hesap adamıyım'. Projeyi getirene, 'Sen inanıyor musun bu projeye' diye sorardı. Hesabını kitabını yapmadan işe girişmezdi.