Bu Blogda Ara

22 Aralık 2011 Perşembe

AZMİN ZAFERİ


Türkiye’nin en ucundaki Hakkari’nin, kaderine terk edilmiş bir dağ köyünde dünyaya geldi. Yoksulluk bir yanda, kan ve göz yaşı öte yandaydı. Ya dağa çıkacaktı ya da okuyup kendini kurtaracaktı. O ikincisini seçti. Çobanlık yaparken üniversiteyi kazandı ve hayatını değiştirdi... İşte bir azmin zaferi öyküsü...

HAKKARİ’NİN DAĞ KÖYÜNDEN BOĞAZ KIYISINDAKİ BAHÇEŞEHİR’E

Kan davası ve terörün içine doğdu. Okumak, kendini kurtarmak istiyordu ama ailesinin maddi gücü yoktu. Bütün yardım talepleri cevapsız kaldı. Kazandığı İstanbul'daki Bahçeşehir Üniversitesi'ne son çare olarak yazdığı bir mektup kaderini değiştirdi. Muhammed Cemal Demir, adı mayın patlamalarıyla anılan Hakkari'nin Geçit dağ köyünden İstanbul Boğazı kıyısındaki özel üniversiteye ve özel yurda yerleşti. Şimdi teknolojide nam salmış bir bilim insanı olmak istiyor

Geçen yıl tam da bu zamanlarda patlayan bir mayınla dokuz kişinin yaşamını kaybettiği Hakkari'nin Geçitli Köyü'nde Muhammed Cemal Demir, üniversite hayalleri kuruyordu. Yedi çocuklu köyün imamı Mehmet Demir'in en büyük oğlu. Türkçeyi ilköğretime başladığında öğrendi. Okumak için çok çaba harcadı. Köyündeki okul kapatılınca, dokuz yaşında ailesinden uzaktaki Yatılı Bölge İlköğretim Okulu'na gitti. Meraklıydı, araştırmacıydı, öğretmenlerine göre, çok zekiydi.

Ama Hakkari Fen Lisesi'ni kazandığında bile umduğunu bulamamıştı.Çünkü, ilk üç ay ne okul, ne de öğretmen yüzü görebildi. Okul binasının inşaat tamamlandığında yurt bulunmadığından okul ile ev arasındaki 30 kilometrelik yolu sabah-akşam terör kurbanı olma korkusuyla gidip gelmeye başladı. Bu yüzden bir yıl boyunca ilk dersleri hep kaçırdı. Zaten okula gelen öğretmen de terörden yılıyor, bir gördükleri öğretmeni ertesi ay göremiyorlardı. Bütün bunlara rağmen Muhammed Demir TÜBİTAK Proje Yarışması'nda bölge üçüncüsü oldu.

ÜNİFORMAYLA YAKMA TEHDİDİ

Yaz tatillerinde koyun güdüyor, ot topluyor, bütün zamanını babasına yardım ederek geçiriyordu. Kaderini değiştirmek istiyor ama bunun hiç de kolay olmadığını görüyordu. Kimi zaman PKK'lıların "Okula gitmeyeceksiniz, sizi formayla yakarız" tehdidi karşısında evinde oturuyor, kimi zaman da yayla meselesi yüzünden kavgalı oldukları köylülerin, kendisini de aile büyükleri gibi vurmaması için saklanıyordu.

Muhammed Demir yine de, "Uzaya çıkmak gibi" dediği üniversitenin hayalleri kuruyordu. Taa ki geçen yıla kadar. Yatılı okulda yatakhaneyi paylaştığı arkadaşları ve akrabalarının da aralarında olduğu dokuz kişi mayın patlaması nedeniyle ölünce umutları da o kaybedilen canlarla birlikte söndü. Sınav günü bile Muhammed kasabaya inerken, bir yayla meselesi yüzünden amcası dövüldü. Ailesi ona da bir şey olmaması için apar topar sınav salonuna attı Muhammed'i. Sonrasında da bir hafta boyunca bir yerde saklandı. Herkes ondan tıp bekliyordu ama sonuçlar geldiğinde umduğu puanı bulamamıştı.

SOMALİ YARDIMCILARINA BAŞVURDU

Yine de LYS'den aldığı 337 puanla tercih yaptı. Bahçeşehir Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü ilk sıralara yazdı. Tercih sonuçları açıklandığında 'kazandı' kağıdını alınca oturdu, okuyabilmek için her yere mektup yazdı. İlk olarak Somali için televizyonda toplanan paralarda en yüksek yardımları yapanlara mail attı. Cevap gelmedi.

Sonunda istediği üniversite olan Bahçeşehir Üniversitesi'nin Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel ve Rektörü Prof. Dr. Şenay Yalçın'a hitaben, "Kurtarın beni bu terör belasından" başlıklı bir mektup yazdı. Mektubu okuyan Yücel ve Yalçın, Güneydoğu'nun terörle anılan bu şehrindeki gence elini uzattı. Bir yıl hazırlık sınıfı da olmak üzere 120 bin lira tutan beş yıllık eğitim masrafını karşıladılar ve bunun yanında özel bir yurtta kalma imkanı sağladılar Muhammed'e. Hakkari'nin dağ köyünde koyunları otlatırken okuyan Muhammed Demir, şimdi Boğaz'a nazır üniversitede eğitim görecek.

SOMALİ'YE YARDIM EDENLER BANA DA EDER DİYE DÜŞÜNDÜM

Bahçeşehir Üniversitesi burs vermeseydi ne olurdu?

- Bu okulu tercih formuna yazarken özel olduğunu biliyordum. Dayım, babam bana çok kızdı, "Nasıl okuyacaksın" dedi. Bir ramazan sabahı sahura kalktım. Televizyonda yardımseverlerin Somali için topladığı yardımlar gördüm. Bana da ederler diye düşündüm. En fazla yardım yapanların isimlerini aldım, mesaj çektim, mektup yazdım. Ama kimse bana yanıt vermedi.

Son çare olarak üniversiteye mektup yazdın...

- Evet, okumam, kurtulmam lazımdı. İçimden ne geldiyse olduğu gibi yazdım. Benim okumam demek, 2 bin kişilik nüfuslu köyümün hepsinin okuması demek. Çünkü, bizim oralarda okumuş adamın sözü dinlenir. Bana verilen burs başkasına verilse bir kişi okur ama bana verilenle iki bin kişi okur. Çünkü herkes etkilenir benden. Köyümün, bölgemin gençleri benden etkilenir, doğru yolu bulurlar.

İŞ BULAMAZSA DAĞA ÇIKACAK

Her an terör korkusu yaşıyorsunuz...

- Evet. Her an ölebilirsin... Hiçbir şey belli değil, ağzımdan kötü bir söz çıksa vururlar. Terör, gelişmenin önündeki en büyük engel. Yatırıma da, okumaya da en büyük engel... "Okulda boykot var, giderseniz formayla yakarız" denirdi. Okumakta kime ne zarar var ki? Ama bazıları buna engel oluyor. Biri konuştu mu sıkıyorlar kafasına. Gençler belli bir yaşa geldikten sonra imkan bulurlarsa okumaya devam eder, bulamazlarsa köyde çalışma imkanı yok. Ya çobanlık yapacak ya da iş bulursa İstanbul'a gidecek. Ama iş bulamazsa da dağa çıkacak.

Geçen yılki mayın patlaması seni çok etkilemiş...

- Evet. Bir gece önce beraber olduğum akrabalarım, arkadaşlarım ertesi sabah kalktığında ölmüştü. Zordu. Okula gittiğimde de bir türlü toparlanmadım. Sürekli çalışıyordum ama korkuyordum da.

Ama şimdi dağ köyünden Boğaz'ın kıyısına geldin. Ne düşünüyorsun?

- Çok mu dua ettik, çok mu istedik, bir türlü inanamıyorum. Bana verilen desteğin karşılığında dünyada bunu duymayan insan kalana kadar çalışacağım. Nam salacağım bilim ve teknolojide.

İngilizce de öğreneceksin...

- Evet. Çocukken Türkçe bilmiyorduk, okula başlayınca öğrendim. Şimdi üç dilim olacak. Belki sonra bir dil daha öğrenirim.

BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF. DR. ŞENAY YALÇIN

Başarılı olursa Washington, Lozan ya da Boston'a gider

Vakıf üniversitelerinin önemli sorumlulukları var. Bizde her iki öğrenciden biri burslu. Muhammed'in mektubunu alınca çok etkilendik. Ben de 10 yıl devlet bursuyla okumuş biriyim. Bunun anlamını geldiğini bilirim. Umarım Muhammed bunun karşılığını çalışarak, devlete yararlı olarak ödeyecek. Mektupta beni en çok, "Terör batağından kurtarın" cümlesi etkiledi. Biz şu anda Muhammed'in hayalini gerçekleştirdik. 700 yabancı öğrenci okulumuzda eğitim görüyor. Muhammed burada okurken 30 ülkenin öğrencisiyle tanışma, kaynaşma, paylaşma imkanı bulacak. Erasmus projelerimizle isterse bir yıl başka bir ülkede okuyabilir. Boston, Lozan ve Washington'da kampuslarımız var. Yeter ki, Muhammed çalışsın, başarılı olursa önüne başka imkanlar da koyarız.

BABASI MEHMET DEMİR

Hâlâ inanamıyorum

Oğlumla gurur duyuyorum. Bu okulu yazdığını duyunca önce kızdık. Ama bizi aradıklarında dokuz evde şenlik oldu. Buraya gelene kadar inanamıyorduk. Hala da inanamıyorum. Dağdan gelip, deniz kenarındaki bu üniversitede okuması hayal sanki.

O MEKTUP

Beni bu terör belasından kurtarın

"Merhabalar... Ben Hakkari'nin Geçitli köyünden Muhammed Cemal Demir. Köyde ve Hakkari Merkezde yaşanan terör olaylarının içinde, köyün Y.İ.B.O sunda okuyarak, Hakkari'de 2007'de açılan Hakkari Fen Lisesi'ni kazandım. Geçen sene köyümde mayın patlaması oldu ve dokuz akrabam gözümün önünde paramparça oldu. Köydeki bir yayla sorunu yüzünden bir komşum silahla öldürüldü. Babam köyde imam, bizi daha iyi şartlarda okutmak için defalarca tayin istedi ama olmadı. Buradan gidemedik. Ortaokuldan lisenin son iki yılına kadar başarılı, tıp beklenen bir öğrenciydim. Bu terör olaylarının verdiği psikolojik sıkıntı içinde sınavlara hazırlanıp geleceğimi kurmaya çalıştım. LYS'den 337 puan aldım, mühendislik okumak tek hayalim olduğu için bütün tercihlerime mühendislik yazdım. Tercih sonucunda Bahçeşehir Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği'ni kazandım. Üniversitenizde okumak, benim için, bu yaşta uzaya çıkmak gibi bir şey. Çok istediğim fakat; bir o kadar da uzak bir hayal. Maddi durumumuz el vermiyor. Siz değerli büyüklerimin halimden anlayacağını umut ediyorum. Beni okutmanız karşılığında gelecekte, size ve ülkeme hayırlı bir evlat olmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Benim bu terör bataklığından çıkmama destek olun. Yalvarıyorum, buna çok ihtiyacımız var." www.hurriyet.com.tr

17 Aralık 2011 Cumartesi

İNSAN MUTLU OLMAK İÇİN YAŞAMALIDIR



Pozitif olmak, iyimser düşünmek hayatı toz pembe görmek değildir. Aksine pozitif düşünenler engeller karşısında yılmak yerine düşünüp mücadeleye devam edenlerdir. Peki pozitif olmak öğrenilebilir mi? İşte cevabı...

İYİMSERLİK ÖĞRENİLEBİLİR Mİ?


Kendinizi yorgun hissediyor musunuz? Enerjiniz daha öğleye varmadan tükeniyor mu? Kendinizi iş ortamına yabancı hissettiğiniz oluyor mu? Sebepsiz yere çabucak sinirleniyor musunuz?


Bu soruların çoğuna evet diyorsanız büyük ihtimalle "tükenmişlik sendromu" yaşıyorsunuz demektir.


Tükenmişlik hissi insanın hayat kalitesini düşürür. Bunu yaşayan insanlar iş hayatlarında verimsiz; özel hayatlarında mutsuz olurlar.


Schopenhauer "Engelleri aşmak, varoluşun en büyük amacı ve hazzıdır." der. Schopenhauer gibi düşünenler hayatı, "engelleri aşmak" olarak görüyorlar. Onlar için hayat daha çok acılarla dolu ve doğal olarak amaç bu acıları dindirmek ya da azaltmak.


Bir de hayata olumlu yönünden bakanlar var. Pozitif psikolojinin öncülerinden Martin Seligman'a göre hayat sadece engelleri aşmak değildir. İnsan mutlu olmak için yaşamalıdır.


Peki siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce hayatın amacı acıları dindirmek ya da azaltmak mı yoksa mutlu olmak mı?


Martin Seligman'ın daha mutlu ve refah içinde bir hayat yaşamak için bizim elimizde olan ve istediğimiz takdirde çoğumuzun uygulayabileceği beş adımlı bir formülü var:


1-Aklımızdaki pozitif duygu ve düşüncelerin sayısını artırmak. Bilimsel birçok deneye göre, zihnindeki düşüncelerinin çoğu olumlu olanlar daha mutlu oluyorlar.


Seligman, depresyonda bile olsanız, her gece o gün yaptığınız üç olumlu davranışı -bunlar çok önemsiz, küçük şeyler bile olabilir- aklınızdan geçirerek uyumanızı öneriyor. Bu küçük egzersiz bile ertesi günün iyi geçmesine neden oluyor. Bunu alışkanlık haline getirenlerde ise depresyon riski azalıyor.


Anlaşılan o ki zihnimizi olumlu düşüncelere odaklamak bize iyi geliyor. Olumsuz duygular ise (kızgınlık, kıskançlık, nefret, utanma, suçluluk...) bizi mutsuz ediyor.


2- İnsanın kendi güçlü yönlerini keşfetmesi ve hayatında bu güçlü yönlerini daha çok kullanması gerekiyor. İş hayatında kendi güçlü yönleri kullanan insanlar yaptıkları işle bütünleşiyorlar, zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyorlar. Bu durumu Mihaly Csikszentmihalyi "akış" (flow) olarak tanımlıyor.


İnsanı "alıp götüren" bu iş birisi için bahçeyle ilgilenmek ya da çocuk yetiştirmek olabileceği gibi başkası için şirket yönetmek ya da arkeolojik kazı yapmak olabilir.


3- Seligman’a göre mutlu insanlar ilişkilerinde sevgiyi ön planda tutup yapıcı tavır sergiliyorlar. Kendilerini kenara çekip başkalarını yargılamak yerine insanların hayatlarına dahil oluyor ve kendi hayatlarına insanları dahil ediyorlar.


4- Mutlu insanlar, hayatlarının anlamını bulmuş insanlardır. Hayatın anlamı bir şeye sahip olunca bulunmaz. Bir mevkiye gelmek de insana hayatın anlamını öğretmez.


İnsan ancak kendisinden daha büyük bir şeye bağlanıp ona inanırsa hayatın anlamını yakalar. Herkesin anlam arayışı farklıdır elbette.


Bazıları bu anlamı dinde ve ibadette bulur, bazıları kendini bilime adar. Anlamlı bir hayat, kimisi için iyi çocuklar yetiştirmek, kimisi için mesleğini hakkıyla yapmak olabilir.


Bu anlam sayesinde insan hayattaki varoluşun nedenini anlar, hedefini netleştirir.


Anlam insanın pusulasıdır.


5- Hayatlarında anlam bulan ve olumlu ilişkiler yaşayan insanlar kendilerine somut hedefler koyup bu hedefleri gerçekleştirmek için yaşarlar. Hedefi olan insanlar hayata tutunurlar. Sanıldığının aksine başarılı insanlar en zekiler arasından değil hayata en sıkı tutunanlar arasından çıkıyor.


(Seligman, kendi teorisini PERMA olarak adlandırıyor. PERMA, yukarıda anlatmaya çalıştığım beş maddenin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşuyor.Pozitive emotion, Engagement, Relationship, Meaning ve Achievement)


2000'li yılların başından itibaren pozitif psikolojiden esinlenen psikologlar da "kendini işine adama" gibi kavramları daha sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Özellikle Fred Luthans, kendilerini işlerine adayan kişilerin öz yeterlilik, iyimserlik, dayanıklılık gibi yapıcı duygulara sahip insanlar olduklarını kanıtladı.


Pozitif psikoloji 1980’lerden sonra yükselişe geçti ve bize şunu öğretti:


Başını sokacak bir evi, yiyecek yemeği olmayan, sefalet içinde yaşayan insanlar elbette mutlu olamazlar; ama bu seviyenin üzerindeki herkesin mutlu olması kendi elindedir.


İşin püf noktası kanımca şu: Biz genelde hayata tersten bakmaya programlanmışız. Zannediyoruz ki mutlu olmak için önce başarılı, zengin ya da çok popüler olmak gerekiyor. Ama aslında doğru olan tam tersidir, eğer insan olumlu düşünür, sevgiye dayalı ilişkiler kurup anlamlı bir hayat yaşamaya başlarsa mutluluk o insanın peşini bırakmaz. Mutluluk insanın kendi tercihiyle elde edeceği bir zihin durumudur. İnsanın mutlu olması için önce mutlu olmayı seçmesi gerekir.


California Üniversitesi hocalarından ve pozitif psikolojinin en tanınmış isimlerinden Sonja Lyubomirsky'nin de ısrarla vurguladığı gibi mutlu olmak ve daha tatminkar hayatlar yaşamak bizim elimizdedir.


Yeter ki şükretmeyi, affetmeyi, ilişkileri sevgi üzerine kurmayı, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi ve hayattan zevk almayı öğrenebilelim.


İyimserlik de mutlu olmak da öğrenilebilir.

13 Aralık 2011 Salı

KİMSEYİ BEKLEMEZ ZAMAN



''ZAMAN değişti” derdi babam…

Oysa ağarmış saçlarına, eğilmiş omuzlarına, derinleşmiş gözlerine bakardım da, babam daha çok değişmişti zamandan…


Zaman yelkovanla-akrep arasında ya da takvim yapraklarında değildir…


Zaman iki nefes arasında, iki lokma arasında, iki uyanış arasında, iki gece, iki sabah arasında, iki mevsim arasındadır…


Biri doğarken biri ölürken, iki ağlayış arasındadır zaman…


“Zaman ne kadar çabuk geçiyor” derdi babam…


Oysa geçen babamdı.


Günleri boş geçmişti, haftalar, aylar, mevsimleri boş…


Bağlarındaki üzümden şarap basıp tadına bakmadan…


Aşkları doyasıya yaşamadan…


İçinden geldiği gibi kahkahalar atmadan…


En sevdiği şeydi; taşlarla küçük küçük havuzlar yapıp, çamurdan kanallarla su getirmek havuzlara, çocuklar gibi…

Kısacası…

Birçok şeyi yaşamadığını anlardım babamın; eski şarkılar çalınca ağlamasından…


Ve ne babam zamanı doldurdu, ne de babamı bekledi zaman...

 
“Zamanı gelir” derdi babam…

Kimi zaman ben de boynumu büker “Zamanı gelir” derim…


Bu iki kelimelik sabır ve avunma sözcüğü demek ki miras kaldı bana babamdan…


Doğrusunu isterseniz çok şey de istemez bizim gibi insanlar; hani sadece bomboş geçen bir yaşama yanmadan…


Karanlıklarda gizli gizli ağlamadan…


Diyelim ki dizlerimize vurmadan…


Ne yapacaksınız…


Keşke o en son gün söylediğini en başta söyleseydi babam:


“O kötü bir yol arkadaşıdır…


Durup da kimseyi beklemez zaman…''